1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
162
Okunma
Sera, sabahın henüz adını koymadığı bir ışıkla doluydu; camlarda gezinen bu silik parıltı, zamanın bile burada daha yavaş aktığını hissettiriyordu. İçerideki orkide, sessizliğe kendi narin gölgesini bırakarak duruyordu. Yapraklarının kıvrımında, insan ruhunun bile açıklamakta zorlandığı bir incelik saklıydı; sanki görünmeyen bir el, her yaprağa ayrı bir tını, ayrı bir sır işlemişti.
Aşk da işte bu inceliğin içinden yükselirdi. Bir orkidenin ilk filiz verişi kadar kırılgan, birdenbire açan bir çiçeğin şaşkınlığı kadar beklenmedikti. Toprağın derinlerinde saklanan o kıpırtı gibi, aşk da kendini önce bir titreşimle belli ederdi. İnsan henüz adını bilmediği bir çağrı duyar; kalbin çevresinde bir sıcaklık dolaşır; sonra suyun toprakla buluştuğu o sessiz ânı anımsatan bir iç akış başlardı. Aşk, görünmeyen bir çizgi çeker insana — bu çizgi, hem bir başlangıç hem de içe doğru açılan bir kapıdır.
Toprak her duyguyu saklardı. En çok da aşkın bıraktığı izleri… Çünkü aşk, köklerini en derine salan duyguydu; insan toprağına karışır, karardıkça yeşertirdi. Tutku ise toprağın derinliğinde dolaşan sıcak bir damar gibi akardı; ani ve sarsıcı, fakat doğası gereği vazgeçilmez… Sevgi ise toprağın sabit ısısıydı: sakin, kabullenmiş, kırılmayan bir sadelik. Bir orkidenin yaşayabilmesi için nasıl hepsine birden ihtiyaç varsa, insan ruhunun da aynı elementleri taşıması gerekirdi.
Hava, seranın içinde dolaşırken bir tını taşırdı yanında; belki bir düşüncenin ince sesi, belki de kalpte kalmış bir anının kırılgan yankısı… Hava, dokunmadan dokunmayı öğretirdi insana. Sevginin dokunuşu da böyledir; bir söyleyişten çok bir hissediştir. Aşkın nefesiyle karıştığında ise içinizde tarif edemediğiniz bir genişlik açılır; sanki ruh, kendi sınırlarından dışarı taşıyormuş gibi…
Su ise her zaman duyguların en dürüst aynasıydı. Nereye dokunsa orayı uyanık kılar; kurumuş bir toprağı bile yeniden canlandırabilirdi. Su, içinin yumuşadığını fark ettiğin o andı; sessizce dökülür, hiçbir şey söylemeden insanı değiştirmeyi başarır. Aşkın gözle görülmeyen dili belki de tam burada saklıydı: Susarak anlatan, akarak çoğalan, çoğaldıkça derinleşen bir dil…
Ruhun çizgileri, bütün bu unsurların arasında sessizce belirirdi. Kimi çizgi sevginin dokunuşunu taşır, kimi ise aşkın açtığı yarığa benzer; ama hepsinde bir incelik, bir titreşim, bir ışık dolaşır. Ruhun inceliği dediğimiz şey, belki de bu çizgilerin farkına varabilme cesaretidir.
Huzur, seranın en sessiz köşesinde duran, kimsenin fark etmediği bir ılık hava tabakasıydı; insanın içinden geçen fırtınaları susturan, her şeyi bir süreliğine olduğundan daha yumuşak gösteren bir an. Aşk da huzura dönüşebilirse, ruh tam anlamıyla nefes alır. Yoksa aşk, sadece kalbin titrek bir çiçeği olarak kalır.
Ve nihayet orkide açar…
Çiçek, toprağın sabrını, suyun sadakatini, havanın tınısını, ışığın dokunuşunu, aşkın inceliğini bir araya getirerek var olur. O çiçeğin açtığı anda, insan ruhunun derinlerinde de benzer bir aydınlık belirir. Belki de içimizde filizlenen her duygu, dışarıdaki bir çiçeğin kaderiyle görünmez bir bağ kurar.
İnsan, kendi içindeki serayı koruyabildiği sürece yaşar.
Ve aşk, o seranın en narin ama en güçlü filizidir; gözle görünmez belki ama açtığında bütün ruhu ışığa çevirir.
meyra
5.0
100% (2)