0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
101
Okunma
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Öz: Bu makale, bireysel kemale erme yolculuğunu (rızalık yolu) tanımlayan bir metafor olarak "köpek" imgesinden yola çıkarak, bu felsefenin toplumsal düzeydeki yansımasını incelemeyi amaçlamaktadır. Makalenin temel tezi, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa etmeyi hedeflediği laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin, bireyleri "sûretten sîrete", yani görünüşten öze, "insan-ı kâmil" olma mertebesine taşımayı hedefleyen bir "toplumsal rızalık projesi" olduğudur. Bu projenin kurumsal çerçevesinin, modern bir yönetim modeli olan yarı-başkanlık sistemi ile nasıl bir ilişki içinde olabileceği, makalenin odak noktasını oluşturmaktadır. Çalışma, yarı-başkanlık sistemini salt bir anayasa meselesi olarak değil; psikolojik (bireysel sorumluluk bilinci), sosyolojik (toplumsal sözleşme ve rıza) ve felsefi (akıl, vicdan ve özgür irade) boyutlarıyla ele alacak, Atatürk’ün "aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık" idealine ulaşmada bu sistemin bir araç olarak taşıdığı potansiyelleri ve riskleri eleştirel bir bakışla tartışacaktır.
Anahtar Kelimeler: Rızalık Yolu, İnsan-ı Kâmil, Yarı-Başkanlık Sistemi, Atatürk İdeali, Toplumsal Sözleşme, Sorumluluk Bilinci, Demokratik Laiklik.
Giriş: Metafor ve Gerçeklik Arasında Bir Köprü
"Bir köpek kümese girer ve tavukları yer..." Bu basit metafor, derin bir felsefi ve ahlaki sorgulamayı başlatır. Köpek, eyleminin ahlaki sonuçlarının bilincinde değildir; onun için bu yalnızca içgüdüsel bir doyumdur. İnsan ise, "sûrette" (görünüşte) insan olsa dahi, eylemlerinin sonuçlarını idrak etmediği, hatasını fark edip telafi etmediği sürece "sîrette" (özde) hayvani bir düzeyde kalabilir. Gerçek insan olma yolculuğu, "rızalık yolu", kişinin eylemlerinin sorumluluğunu alması, verdiği zararı tazmin etmesi ve nihayetinde mağdurun rızasını kazanmasıyla başlar. Bu, bireyin kendi özünü yoklayarak kusurunu aradığı, kendini aklamak yerine kendini inşa ettiği zorlu bir süreçtir.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal yaşama nasıl sirayet eder? Nasıl olur da bir toplum, fertlerinin kolektif rızası üzerine inşa edilebilir? İşte bu noktada, siyaset felsefesi ve yönetim modelleri devreye girer. Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonu, tam da bu "kâmil insan"ı merkeze alan bir toplum ve devlet modeli kurmaktı. Onun hedefi, "kula kul olmayan, özgür iradeli, aklı ve vicdanı ile hareket eden, hakkını arayan ama haksızlık yaptığında da telafi eden" bireyler yetiştirmek ve bu bireylerin oluşturduğu bir "uygarlık" inşa etmekti. Bu makale, Atatürk’ün bu idealinin, modern dünyadaki yarı-başkanlık sistemi gibi bir yönetim modeliyle nasıl bir diyalog içinde olabileceğini psikolojik, sosyolojik ve felsefi boyutlarıyla irdeleyecektir.
1. Teorik Çerçeve: Rızalık, Sorumluluk ve İktidarın Felsefesi
1.1. Bireysel Düzeyde Rızalık Yolu: İnsan-ı Kâmil Olma Serüveni
Metaforumuzdaki birey, hatasını fark edip tazmin ederek mağdurun rızasını aldığında, "sîrette insan-ı kâmil" mertebesine yükselir. Buradaki "kâmil"lik, hatasız olmak değil, hatasını görebilecek bir olgunluğa ve onarıcı bir adalet anlayışına sahip olmaktır. Psikolojik açıdan bu, "içsel locus of control" (içsel denetim odağı) ile yakından ilişkilidir. Birey, başına gelen sıkıntıları dış faktörlere (şans, sistem, başkaları) değil, öncelikle kendi eylemlerine ve sorumluluklarına bağlar. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü, bu psikolojik olgunluğun veciz ifadesidir.
1.2. Toplumsal Düzeyde Rızalık: Sosyal Sözleşme ve Meşruiyet
Toplum sözleşmesi teorileri (Hobbes, Locke, Rousseau), bireylerin doğa durumundan çıkıp ortak bir otorite (devlet) altında bir araya gelmelerini, aslında kolektif bir "rıza"ya dayandırır. Devletin meşruiyeti, bu rızadan kaynaklanır. Rousseau’nun "genel irade" (volonté générale) kavramı, bireysel iradelerin toplamı değil, ortak iyiyi hedefleyen kolektif bir rıza halidir. Atatürk’ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." ilkesi, bu rızanın kurumsal ifadesidir. Devlet, metaforumuzdaki "köpek" gibi keyfi davranamaz; vatandaşlarının "tavuklarını yiyip" sorumluluktan kaçamaz. Aksine, hukuk devleti ilkesi, devletin her eyleminin hesap verebilir olmasını ve yaptığı her yanlışın (örneğin, yargı hatasının) tazmin edilmesini gerektirir. Bu, toplumsal düzeydeki "rızalık yoludur".
2. Atatürk’ün Projesi: Kâmil İnsandan Kâmil Topluma Geçişin İnşası
Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki devrimleri, yalnızca siyasi ve ekonomik değil, aynı zamanda derin bir antropolojik ve ahlaki dönüşüm projesiydi. Hedef, tebaa olmaktan çıkmış, haklarının ve sorumluluklarının bilincinde, "kümes"in dar kalıplarını kırmış özgür bireyler (yani, metaforik olarak artık "köpek" olmayan bireyler) yaratmaktı.
Akıl ve Bilim: İnsan-ı kâmil olmanın yolu, cehaletten kurtulmaktan geçer. Atatürk’ün akıl ve bilime yaptığı vurgu, bireyleri içgüdüsel davranışların (köpek metaforundaki gibi) değil, aklın rehberliğinin ışığında hareket etmeye teşvik etmek içindi.
Laiklik: Laiklik ilkesi, bireyin vicdanını ve aklını dogmalardan özgürleştirerek, özgür iradeyle ve sorumluluk bilinciyle karar vermesinin önünü açmayı amaçlıyordu. Bu, rızalık yolunun ön koşuludur; zira dışarıdan dayatılan bir otoriteye itaat, özünde bir "rıza" değil, "biat"tır.
Hukuk Devleti ve Demokratik Haklar: Medeni Kanun, Seçme ve Seçilme Hakkı gibi reformlar, bireyi güçlendirerek onu siyasal sistemin öznesi haline getirdi. Bu, bireyin kendi kaderi üzerinde söz sahibi olması, yani toplumsal rızanın aktif bir katılımcısı olması demekti.
Atatürk’ün hedeflediği sistem, "insanı merkeze alan" bir sistemdi. Bu sistemin işleyişi için gerekli olan kurumsal araçlardan biri de, dönemin koşullarında daha çok meclis hükümeti ve güçlü bir icraatın olduğu bir modeldi. Ancak onun felsefesinin özü, istikrarlı, dengeli, hesap verebilir ve nihayetinde vatandaşının rızasını arayan bir yönetim anlayışıydı.
3. Yarı-Başkanlık Sistemi: Teori ve Küresel Uygulamalar
Yarı-başkanlık sistemi, Maurice Duverger tarafından tanımlandığı üzere, üç temel özelliğe sahiptir:
Halk tarafından doğrudan seçilen ve önemli yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı.
Parlamentoya karşı sorumlu olan ve yürütmenin diğer kanadını oluşturan bir başbakan ve bakanlar kurulu.
Cumhurbaşkanının, başbakan ve kabine üzerinde değişen derecelerde etkisi (özellikle de parlamentodaki çoğunlukla cumhurbaşkanı farklı siyasi kanatlardan olduğunda "cohabitation" - birlikte yaşam durumu).
Bu sistem, teoride, güçlü bir liderlik (cumhurbaşkanı) ile parlamenter denetim (meclis ve başbakan) arasında bir denge kurmayı hedefler. Fransa (Beşinci Cumhuriyet), bu modelin klasik örneğidir. Portekiz, Finlandiya ve Litvanya gibi ülkelerde de benzer sistemler, demokratik istikrarı sağlamada nispeten başarılı olmuştur. Buna karşılık, Rusya ve Ukrayna gibi ülkelerde ise cumhurbaşkanının yetkilerinin aşırı güçlü olması, sistemi fiilen başkanlık sistemine yaklaştırmış ve denge-denetleme mekanizmalarını zayıflatmıştır. Bu da bize gösterir ki, bir sistemin adından çok, nasıl işletildiği, hangi siyasi kültür içinde yer aldığı ve anayasal dengelerin ne kadar güçlü olduğu kritik öneme sahiptir.
4. Analiz ve Sentez: Atatürk’ün İdeali Işığında Yarı-Başkanlık Sisteminin Psiko-Sosyal ve Felsefi Bir Değerlendirmesi
İşte bu noktada, metaforumuzun, Atatürk’ün idealinin ve yarı-başkanlık sisteminin kesişimini analiz edebiliriz.
4.1. Olumlu Potansiyeller: Denge, Sorumluluk ve Rıza Üretimi
Dengeli İktidar ve "Kümes"in Korunması: Metaforumuzdaki "köpek", kontrolsüz gücü temsil eder. Yarı-başkanlık sistemi, iktidarı iki başlı yaparak, gücün tek bir elde (ister cumhurbaşkanı ister meclis) toplanmasını engellemeyi amaçlar. Bu, "kümese tekrar girip tavuk yiyebilecek" bir güç odağının önüne geçmek için kurumsal bir fren ve denge mekanizmasıdır. Gücün bölünmüş olması, daha fazla müzakere, uzlaşı ve dolayısıyla daha geniş bir rıza arayışını zorunlu kılar.
Net Sorumluluk Zinciri: Sistem, teoride, sorumluluğun kimde olduğunu netleştirme potansiyeline sahiptir. Dış politika ve savunma gibi alanlardan cumhurbaşkanı, iç işler ve ekonomi gibi alanlardan başbakan ve kabine sorumlu tutulabilir. Bu, seçmenin ("mağdurun") kime hesap soracağını bilmesini sağlar. Yani, "tavukların parasını kimin ödeyeceği" bellidir. Bu netlik, bireysel düzeydeki "sorumluluk bilinci"nin kurumsal karşılığıdır.
İstikrar ve Süreklilik: Halk tarafından seçilen ve sabit bir süresi olan cumhurbaşkanı, politikada istikrar ve süreklilik sağlayabilir. Bu istikrar, Atatürk’ün "uygarlık yolunda ilerleme" hedefi için gerekli olan uzun vadeli planlamalara imkan tanıyabilir.
4.2. Riskler ve Eleştiriler: Yeni "Kümese Girme" Tehlikeleri
İktidar Çatışması (Cohabitation): Cumhurbaşkanı ve meclis çoğunluğu farklı partilerden olduğunda, yönetimde felç (governance paralysis) yaşanabilir. Sürekli çatışma, karar alma mekanizmalarını tıkayarak toplumsal rızanın üretilmesini engelleyebilir. Bu durum, metaforik olarak, "kümese kimin gireceği" konusunda iki bekçinin kavga etmesi ve bu sırada kümesteki düzenin bozulmasına benzetilebilir.
Yetki Karmaşası ve Sorumluluktan Kaçış: "Kim neyden sorumlu?" sorusunun net olarak cevaplanamadığı durumlarda, taraflar başarısızlıkların sorumluluğunu birbirine atabilir. Bu, kurumsal düzeyde "kusuru daima dışarıda arama" eğilimidir ve rızalık yolunun tam zıttıdır. Sorumluluk bilinci yerine, "öteki"ni suçlama kültürü gelişebilir.
Cumhurbaşkanının Aşırı Güçlenmesi Riski: Anayasal dengeler yeterince güçlü değilse ve siyasi kültür oturmamışsa, cumhurbaşkanı zamanla başbakanı ve meclisi etkisizleştirerek fiilen bir başkanlık sistemine evrilebilir. Bu, dengeleri ve denetimi ortadan kaldırarak, metaforumuzdaki "köpeğin" kümeste tek başına istediğini yapmasına izin vermek gibidir. Rusya örneği, bu riskin somut göstergesidir.
Psikolojik Boyut: "Kurtarıcı Lider" Söylemi: Halkın doğrudan seçtiği güçlü bir cumhurbaşkanı figürü, toplumda "kurtarıcı lider" beklentisini güçlendirebilir. Bu beklenti, bireylerin sorumluluklarını ve aktif yurttaşlık rollerini bir "lider"e devretme eğilimini pekiştirir. Oysa Atatürk’ün hedefi, "kula kul olmayan" özgür bireylerdi. Bu durum, bireysel "rızalık yolunun" önünde bir engel olarak görülebilir; zira sorumluluk bireyden alınıp lidere yüklenir.
Sonuç ve Öneriler: Rızalık Yolunda Kurumsal bir Araç Olarak Yarı-Başkanlık
Mustafa Kemal Atatürk’ün inşa etmek istediği "insan merkezli uygarlık projesi", nihayetinde bireyin ahlaki ve entelektüel olgunluğuna (kâmil insan) ve bu bireylerin oluşturduğu kolektif rızaya (toplumsal sözleşme) dayanır. Hiçbir yönetim sistemi, tek başına bu ideali gerçekleştiremez. Sistemler ancak bu ideali destekleyecek veya engelleyecek bir zemin oluşturur.
Yarı-başkanlık sistemi, teorik olarak, güçler arasında denge kurması, net sorumluluk alanları yaratması ve istikrar sağlaması nedeniyle Atatürk’ün "akıl ve vicdan" ile yoğrulmuş, sorumluluk sahibi bireylerden oluşan toplum idealine hizmet edebilecek bir potansiyele sahiptir. Ancak, bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi, sistemi çevreleyen koşullara bağlıdır:
Güçlü Anayasal ve Hukuki Düzenlemeler: Yetki karmaşasını önleyecek, dengeleri net bir şekilde çizecek ve cumhurbaşkanının aşırı güçlenmesini engelleyecek anayasal hükümler hayati öneme sahiptir.
Güçlü ve Bağımsız Siyasi Kurumlar: Yargı bağımsızlığı, özgür basın, güçlü bir parlamento ve sivil toplum, sistemi denetleyecek ve "kümese izinsiz girişleri" engelleyecek bekçiler olmalıdır.
Olgun bir Siyasi Kültür: Siyasetçilerin uzlaşma kültürü, sorumluluk alma erdemi ve kaybedenlerin sonucuna saygı duyması, sistemin işlemesi için en az kurumsal düzenlemeler kadar önemlidir. Bu, toplumsal düzeyde "rızalık kültürünün" yerleşmesi demektir.
Sonuç olarak, yarı-başkanlık sistemi, Atatürk’ün idealine giden yolda ancak bir araç olarak görülebilir. Asıl hedef, ne sistemi kusursuz işletmek ne de köpek metaforundaki gibi sorumsuzca davranan bireyleri ve kurumları ıslah etmektir. Nihai hedef, bireyin kendi özünü yoklayıp sorumluluğunu üstlendiği, hatasını telafi etmek için çaba gösterdiği ve nihayetinde diğerinin rızasını aradığı bir toplumsal düzeni inşa etmektir. "Kâmil insan"ı merkeze almayan hiçbir sistem, ne kadar mükemmel tasarlanmış olursa olsun, nihayetinde "kümes"in dar kalıplarını kıramayacak; aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemeyi garantileyemeyecektir. Gerçek kemalet, bireyin ve toplumun, bu zorlu fakat onurlu "rızalık yolunda" attığı her adımda gizlidir.
Kaynakça:
Duverger, M. (1980). "A New Political System Model: Semi-Presidential Government". European Journal of Political Research.
Elgie, R. (Ed.). (1999). Semi-Presidentialism in Europe. Oxford University Press.
Rousseau, J-J. (1762). The Social Contract.
Sartori, G. (1997). Karşılaştırmalı Anayasa Mühendisliği. (Çev. Ergun Özbudun). Yetkin Yayınları.
Özbudun, E. (2012). Türk Anayasa Hukuku. Yetkin Yayınları.
Turhan, M. (1997). Atatürk’ün Projesi: Kültür ve Modernleşme. İz Yayıncılık.
(Metinde atıf yapılan "köpek metaforu" ve "rızalık yolu" kavramları için kaynak belirtilmemiştir, makalenin çıkış noktası olarak kabul edilmiştir).