0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
96
Okunma
Bir Lokmanın Yolculuğu: Elementlerden Hayata, Hayattan Mana’ya
Yazar: Murat Kerem
Sofradan Başlayan Yolculuk
Sofrada önümüzde duran bir lokma ekmek, bir yudum su veya bir dilim meyve… Hepsi, aslında milyonlarca yıl önce yaratılmış elementlerin bugüne ulaşmış hâlidir. Topraktan alınan mineraller, yağmurun taşıdığı moleküller, güneşin ışığında olgunlaşan bitkiler, hayvanların bedeninde şekillenen proteinler… Biz farkında olmasak da her lokma, uzun bir yolculuğun son durağında bizi bekler.
Ağızda başlayan sindirim süreci, mide asitleriyle devam eder; bağırsaklarda emilir, kana karışır ve hücrelere ulaşır. Sıradan görünen bu süreç, hem kimyanın hem de ilâhî kudretin muhteşem bir senfonisidir.
Ve bu yolculuğun başında, Birinci Söz’ün öğrettiği gibi “Bismillah” deriz [1]. Çünkü Bismillah, her hayır kapısının anahtarıdır. Yediğimiz her lokma, soframıza gelene kadar milyarlarca sebep, vesile ve hikmetin bir araya gelmesiyle hazırlanmıştır. Tıpkı çölde yolculuk yapan seyyahın kabile reisinin himayesiyle güvenle yürümesi gibi, biz de “Bismillah” ile nimetlere sığınırız.
Asrın beyin yapıcısı, “Bismillah demek, nimeti verenin farkında olmaktır; sofrada başıboş bir şey yoktur, her şey O’ndan gelir” der. Ona göre “Bismillah”, nimetin kaynağını bilmek, bereketini istemek ve nimetin sahibine sadakat ilanıdır.
Kimyasal Boyut, İçimizdeki Mükemmel Fabrika
Vücudumuz adeta bir “canlı laboratuvar”dır:
• Karbonhidratlar parçalanır, glikoza dönüşür ve enerji üretir.
• Proteinler amino asitlere ayrılır, kaslardan hormonlara kadar her yapının temel malzemesi olur.
• Yağlar hem enerji deposu hem hücre zarlarının yapı taşıdır.
• Vitamin ve mineraller, biyokimyanın görünmeyen ustaları gibi her reaksiyona yön verir.
Karaciğer ana kimyahane gibidir; maddeleri işler, zararlıları temizler ve ihtiyaç doğrultusunda depolar. Kan, molekülleri tam hedef organlara ulaştıran kusursuz bir taşıma ağıdır. Hücre zarları ise, seçici geçirgenlik özelliğiyle bilinçli kapı bekçileri gibidir.
Bediüzzaman’ın temsiliyle her hayvan, bitki ve ağaç, Allah namına bize nimet getirir [1].
İnek “Bismillah” der; süt çeşmesine dönüşür. Ağaç “Bismillah” der; dallarını rahmet hazinelerinden doldurur.
Asrın beyin yapıcısı, bu biyokimyasal düzeni şöyle özetler:
“İnsanın midesinden hücrelerine kadar işleyen bu sistem, bize her lokmanın ölçüyle gönderildiğini hatırlatır. Bu yalnızca kimya değildir; İlâhî Kudret’in yazdığı bir senaryodur.”
Yerini Bulan Her Atom, İlâhî Düzen
Bir lokmadaki her atom, yaratılış planında tam yerini bulur.
Sodyum eksilse sinir iletimi bozulur; demir azalsa oksijen taşınamaz; kalsiyum fazlaysa damarlar sertleşir. Bu kusursuz denge, rastgele olamaz.
Kur’ân bu hakikati şöyle bildirir:
“O, her şeyi yaratmış ve ona bir ölçü vermiştir.” [2]
Bu ölçü, Hakîm ve Mukaddir isimlerinin canlı bir tecellisidir.
Bediüzzaman’a göre Allah, bize bu nimetleri verirken “fiyat” olarak yalnızca üç şey ister:
Zikir (Bismillah), şükür (Elhamdülillah) ve fikir (nimetin sahibini düşünmek) [1].
Asrın beyin yapıcısı, aynı hakikati şöyle tamamlar:
“Nimetin hakkı, onu sadece mideye göndermek değil; o rızkın verdiği enerjiyle iyiliğe, ilme ve hizmete koşmaktır.”
Manevî Boyut, Sofradan Şükre, Hücreden Tefekküre
Bir lokma soframıza gelmeden önce nice aşamalardan geçer:
Topraktan yağmura, güneşten rüzgâra; çiftçinin emeğinden nakliyecinin gayretine kadar pek çok hikmetli süreç bir araya gelir.
Lokma vücudumuza girdikten sonra görevini tamamlar; artıkları bile düzenli biçimde uzaklaştırılır. Bu bile başıboşluk değil, İlâhî bir tertiptir.
Efendimiz (s.a.s.) buyurur:
“Allah’ın sana verdiği rızık yeterliyse, kanaat et; çünkü kanaat tükenmeyen bir hazinedir.” [3]
Bediüzzaman’ın temsiliyle tablacının ayağını öpüp mal sahibini unutmak ne kadar akılsızcaysa, nimeti getireni övüp hakiki Rezzak’ı hatırlamamak daha büyük bir gaflettir [1].
Asrın beyin yapıcısı, kanaatin şükürle olan bağını şöyle ifade eder:
“Kanaat, insanı israftan korur. İsraf, nimetin kıymetini bilmemektir. Şükür ise nimeti Allah’tan bilmek, O’nun adına kullanmak ve nimeti paylaşmayı sorumluluk bilmektir.”
Lokmanın Sessiz Dersi
Bir lokma bize iki hakikati öğretir:
1. Biyokimyanın diliyle: Her molekül, ilim ve kudretle tam yerinde işlenir.
2. Maneviyatın diliyle: Her nimet, Allah’ın adıyla gelir ve şükürle karşılanmalıdır.
Birinci Söz’ün rehberliğinde şunu anlarız:
Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalı; Allah namına başlamalı, Allah namına yemeli, Allah namına şükretmeliyiz [1].
Asrın beyin yapıcısı ise şöyle der:
“Rızkı sofrada gördüğümüzde, onun arkasında Rahmet Elini, Kudret Kudretini ve Hikmet Nazarı’nı görmek gerekir. O zaman lokma yalnızca mideye değil; gönle ve ruha da iner.”
Her lokma, “Ben tesadüf değilim; bana bak ve Yaradan’ı düşün” diyen sessiz bir davettir.
İnsan bedeni maddî ve manevî yönleriyle İlâhî bir sanat eseridir.
Lokmamız hem midemizi hem gönlümüzü doyurmalıdır.
Kaynaklar
[1] Said Nursî, Sözler, Birinci Söz.
[2] Kur’ân-ı Kerîm, Furkan Suresi, 2. ayet.
[3] İbn Mâce, Sünen, Zühd, 24.