0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
94
Okunma
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Özet:
Bu makale, insan olma halini "sûret" (biçim) ve "sîret" (öz) ayrımı üzerinden ele alan ve hatayı telafi ile rızalık almayı merkeze koyan geleneksel bir Anadolu irfanı metaforunu (köpek metaforu) analizin odağına yerleştirmektedir. Metaforun bireysel ahlak felsefesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği parlamenter cumhuriyet rejiminin toplumsal ve siyasal felsefesi ile paralellikler taşımaktadır. Çalışma, bu metaforik çerçeveden yola çıkarak, parlamenter cumhuriyet sistemini sadece bir yönetim biçimi olarak değil, aynı zamanda bireyi sorumlu, öz-eleştirel ve rıza arayışı içinde olan "insan-ı kâmil" mertebesine ulaştırmayı hedefleyen bir "kâmil toplum" projesi olarak okumayı amaçlamaktadır. Makale, bu okumayı psikolojik (bireyin içsel dönüşümü), sosyolojik (toplumsal uzlaşı kültürü) ve felsefi (ahlak, özgür irade, sorumluluk) boyutlarıyla ele alacak; aynı zamanda bu ideal ile pratikteki parlamenter sistemin açmazları arasındaki gerilimi tarihsel ve eleştirel bir perspektifle inceleyecektir.
Anahtar Kelimeler: Rızalık Yolu, Parlamenter Cumhuriyet, Atatürk, İnsan-ı Kâmil, Siyaset Felsefesi, Toplumsal Sözleşme, Metafor, Öz-eleştiri, Telafi.
Giriş: Metafordan Siyaset Felsefesine Bir Köprü
Felsefe tarihi, insanın ne olduğuna ve nasıl "daha iyi" bir varlık haline gelebileceğine dair sorularla şekillenmiştir. Antik Yunan’da Aristoteles’in "politik zoon"u (siyasal hayvan), Aydınlanma Çağı’nda Kant’ın "akıl sahibi varlık"ı, Doğu düşüncesinde ise "insan-ı kâmil" idealİ, bu arayışın farklı tezahürleridir. Sunulan "köpek metaforu", bu kadim arayışı Anadolu’nun tasavvufi-irfani geleneği içinde son derece sade ve derin bir şekilde yeniden formüle eder. Metafor, insan olma halini üç aşamalı bir süreç olarak kodlar:
Sûretende Hayvan, Sîretende Hayvan: Biçimsel olarak insan, ancak özü itibarıyla içgüdüleriyle hareket eden, eylemlerinin ahlaki sonuçlarının farkında olmayan varlık (köpek).
Sûretende İnsan, Sîretende İnsan: Eylemlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarının bilincine varan, sorumluluk hisseden birey.
Sûretende İnsan, Sîretende İnsan-ı Kâmil: Yaptığı hatanın/zararın farkına varıp onu telafi eden ve mağdurun rızasını alarak ilişkiyi onaran erdemli birey.
Bu makale, bu bireysel dönüşüm yolunun ("rızalık yolu"), kolektif bir siyasal örgütlenme modeli olan parlamenter cumhuriyet ile nasıl derin bir temas noktası olduğunu sorunsallaştırmaktadır. Temel tezimiz, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu sistemin, bu metaforik "kâmil insan" idealini, "kâmil yurttaş" ve nihayetinde "kâmil toplum" idealiyle buluşturan bir siyaset felsefesine dayandığıdır. Parlamenter sistem, bu felsefenin kurumsal çerçevesi olarak okunabilir.
I. Bölüm: Metaforun Anatomisi: Felsefi ve Psikolojik Temeller
1.1. Sûret ve Sîret Ayrımı: Görünür Olan ile Olması Gereken
Metaforun merkezindeki bu ayrım, Platon’un "idealar dünyası" ve "görüngüler dünyası" ayrımını anımsatır. Sûret, görünür, maddi olandır; insan biçimidir. Sîret ise öz, mana ve erdemler bütünüdür. Modern psikolojide bu, "benlik" (self) kavramıyla, özellikle de "ahlaki gelişim" kuramlarıyla ilişkilendirilebilir. Lawrence Kohlberg’in ahlaki gelişim evrelerinde, metaforun ikinci aşaması (kurallara uyma, toplumsal düzeni koruma), üçüncü aşaması ise (evrensel etik ilkeler) "kâmil" mertebesine karşılık gelir. Köpek, ahlaki akıl yürütmenin ön-geleneksel düzeyindedir; sadece ceza ve ödülü hesap eder.
1.2. Rıza ve Telafi: Onarımın Psikolojisi ve Sosyolojisi
Rızalık yolu, sadece bir özür dileme eylemi değil, aktif bir onarım (reparation) sürecidir. Psikanalist Melanie Klein, bu kavramı nesne ilişkileri kuramında merkeze koyar. Birey, bir başkasına verdiği zararın yarattığı kaygı ve suçluluk duygusunu, ancak o zararı onararak aşabilir ve sağlıklı bir benlik geliştirebilir. Metaforun "tavukların parasını ödeme" vurgusu, bu psikolojik sürecin somut, toplumsal bir dışavurumudur. Sosyolojik olarak ise bu, toplumsal uyumun ve sosyal sermayenin temelidir. Bir hata yapıldığında, failin bunu kabul edip telafi etmesi, mağdurun da bu telafiyi kabul etmesi (rıza göstermesi), toplumsal bağları güçlendiren bir güven ritüelidir.
II. Bölüm: Parlamenter Cumhuriyet: Rızanın Kurumsal Çerçevesi
Parlamenter cumhuriyet, monarşinin karşıtı olarak, iktidarın ilahi ya da kalıtsal değil, halkın rızasına dayandığı bir sistemdir. Bu, metaforumuzdaki bireysel rıza arayışının, kolektif siyasete yansımasıdır.
2.1. Meşruiyetin Kaynağı Olarak Rıza: Toplumsal Sözleşme Teorisi
Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau’nun geliştirdiği toplumsal sözleşme teorileri, modern parlamenter demokrasilerin felsefi zeminini oluşturur. Bireyler, doğa durumundaki kaostan kurtulmak ve güvenliklerini sağlamak için özgürlüklerinin bir kısmını, kolektif iradeyi temsil eden bir otoriteye (devlete) devrederler. Bu devrin meşruiyeti, bireylerin bu sözleşmeye rıza göstermesiyle sağlanır. Parlamento, bu kolektif rızanın temsil edildiği, tartışıldığı ve yasalaştığı en üst kurumdur. Seçimler ise periyodik olarak bu rızanın yenilendiği veya geri çekildiği mekanizmalardır. Atatürk’ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi, bu sözleşmenin en net ifadesidir.
2.2. Çoğulculuk, Müzakere ve Rızanın İnşası
Parlamenter sistem, tek bir "doğru"nun olmadığı, farklı çıkar, inanç ve düşüncelerin çatıştığı bir arena olduğunu kabul eder. Köpek metaforundaki "cahil" tipi, hatasını kabul etmeyen, kendini sürekli aklayan ve dolayısıyla diyaloğa kapalı olandır. Parlamenter sistem ise, ârif ve kâmil tipin kolektif versiyonudur: Farklı görüşler müzakere edilir, tartışılır, uzlaşılır ve nihayetinde çoğunluğun rızasını alan ancak azınlığın haklarını da koruyan bir konsensüs aranır. Bu, sürekli bir öz-eleştiri ve telafi mekanizmasıdır. Hükümetler, yanlış politikaları nedeniyle parlamentoda güvenoyu kaybedebilir (cezalandırılma) veya hatalarını düzelterek yeniden güven oluşturmak zorunda kalabilir (telafi).
2.3. Kuvvetler Ayrılığı: Sistematik Öz-Denetim
Parlamenter sistemde yasama, yürütme ve yargının ayrılığı, metaforik "köpek"in kontrolsüzce "kümese" (iktidara) dalmasını engelleyen bir fren ve denge mekanizmasıdır. Yargı bağımsızlığı, bireyin ve toplumun, devletten gelebilecek her türlü haksızlığa (tavukların yenilmesi) karşı nihai güvencesi, "rıza"nın ve "telafi"nin hukuki zeminidir. Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar, yasamanın dahi üstünde, "sîret"i (evrensel hukuk ve insan hakları ilkelerini) korumakla görevli bir "kâmil" merci olarak düşünülebilir.
III. Bölüm: Atatürk’ün Projesi: Kâmil İnsandan Kâmil Cumhuriyet’e
Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonu, Osmanlı’nın çöküşünü sadece askeri bir yenilgi değil, aynı zamanda bir medeniyet krizi olarak okumasına dayanır. Onun hedefi, metaforik diliyle, "sûreti" Osmanlı, "sîreti" ise çağdaş uygarlık düzeyi olan yeni bir insan ve yeni bir toplum yaratmaktı.
3.1. Laiklik: Aklın ve Vicdanın Özgürleşmesi
Laiklik ilkesi, bireyin zihnini dogmalardan ve bağnazlıktan arındırarak, eylemlerinin sonuçlarını akıl ve vicdan süzgecinden geçirebilen özerk bir birey ("ârif") yaratmayı amaçlar. Dini, siyasal iktidarın aracı olmaktan çıkararak, onu bireyin içsel (sîret) bir meselesi haline getirmiş; böylece bireyin sorumluluk bilincini kişisel bir ahlaki çaba üzerine inşa etmiştir. Bu, "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın evrensel ufuklarına yelken açmaktır.
3.2. Hukuk Devleti ve Vatandaşlık: Telafinin Kurumsal Zemini
Medeni Kanun’un getirilmesi, kadın hakları, tekke ve zaviyelerin kapatılması, toplumsal ilişkileri şeffaf, öngörülebilir ve adil bir hukuk zeminine oturtma çabasıydı. Bu, metaforumuzdaki "tazminat" kavramının toplumsal karşılığıdır. Artık bireyler, geleneksel yapıların (aşiret, cemaat) mağduru değil, hakları ve sorumlulukları olan bireysel yurttaşlar olarak tanımlanmıştır. Devlet, herhangi bir vatandaşa verdiği zarardan (örneğin, yanlış bir idari işlem) dolayı sorumlu tutulabilir ve telafi etmek zorundadır. Bu, devletin de "kâmil"leşme sürecidir.
3.3. Eğitim ve Kültür Devrimi: Sîretin Dönüşümü
Harf Devrimi, Türk Tarih ve Dil Kurumlarının kurulması, üniversite reformu, metaforik anlamda toplumun "sîret"ini dönüştürmeye yönelik köklü girişimlerdi. Amaç, eleştirel düşünen, bilimsel akla inanan, geçmişiyle yüzleşebilen ve ondan ders çıkarabilen, kısacası "ayağına taş dolansa kendinden bilen" bir nesil yetiştirmekti. Bu eğitim modeli, "cahil"i (kendini aklayan) değil, "ârif"i (kendini yoklayan) merkeze almayı hedefliyordu.
IV. Bölüm: Eleştirel Bir Sorgulama: Tez ve Antitez
Ancak bu ideal proje ile pratikteki gerçeklik arasında önemli gerilimler ve eleştiriler mevcuttur.
Tez: Atatürk’ün parlamenter cumhuriyeti, rızalık yolunu kurumsallaştıran, bireyi kula kul olmaktan kurtaran ve onu sorumlu bir özne haline getirmeyi amaçlayan bir "kâmil toplum" projesidir.
Antitez 1 (Tarihsel ve Pratik): Tek parti dönemi (1923-1945), pratikte çoğulcu bir parlamenter demokrasi olmaktan uzaktı. Muhalefetin susturulması, Takrir-i Sükun Kanunu gibi uygulamalar, "rıza"nın zorla ve tepeden inme bir şekilde inşa edildiği eleştirilerine yol açmıştır. Bu durum, sistemin "müzakere" ve "çoğulculuk" ilkeleriyle çelişir.
Antitez 2 (Sosyolojik): Toplumsal dönüşüm, kanunlarla dayatılan bir "sûret" değişikliği olarak kalmış, "sîret"in dönüşümü (kitlelerin içselleştirmesi) çok daha yavaş ve sancılı olmuştur. Geleneksel "kendini aklama" refleksi, siyasal kültürümüzde hâlâ güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir.
Antitez 3 (Siyaset Felsefesi): Çoğunlukçu demokrasi anlayışı, zamanla azınlıkların "rıza"sının göz ardı edilmesine (Kürt meselesi, dini azınlıklar) neden olabilmiştir. Parlamentodaki çoğunluğun mutlak iktidarı, "çoğulcu rıza"yı baltalayabilir.
Sonuç ve Sentez: Zorlu Ama Onurlu Yol
Köpek metaforu, bize insan olmanın statik bir durum değil, dinamik ve zorlu bir yolculuk olduğunu hatırlatır. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parlamenter cumhuriyet rejimi, bu bireysel yolculuğu kolektif bir düzleme taşıma, onu kurumsal bir temele oturtma çabasının en somut ifadesidir. Bu sistem, kusursuz olmayı değil, kaçınılmaz olan kusurları bulma, onlarla yüzleşme ve telafi etme kapasitesini kurumsallaştırmayı hedefler.
Türkiye’nin modernleşme tarihi, bu ideal ile gerçeklik, "sûret" ile "sîret", "kâmil insan" projesi ile "cahil" siyaset alışkanlıkları arasındaki mücadelenin tarihidir. Günümüzde Türkiye’de yaşanan siyasal kutuplaşma, diyalog kanallarının tıkanması ve öz-eleştiri kültürünün zayıflığı, bu mücadelenin hâlâ sürdüğünü göstermektedir.
Sonuç olarak, Atatürk’ün mirası, bize sadece bir devlet aygıtı değil, sürekli kendini yenileyen, eleştiren ve onaran canlı bir organizma vizyonu bırakmıştır. Gerçek anlamda "kâmil" olmak, hem birey hem de toplum olarak, bu zorlu ama onurlu "rızalık yolunda" ilerleme cesaretini gösterebilmekten geçer. Parlamenter cumhuriyetin nihai amacı da, bu cesareti kurumsal olarak destekleyen bir zemin sunmaktır.
Kaynakça (Örnek)
Aristotle. (2000). Nicomachean Ethics. (R. Crisp, Ed.). Cambridge University Press.
Habermas, J. (1991). The Structural Transformation of the Public Sphere: An Inquiry into a Category of Bourgeois Society. MIT Press.
Kant, I. (1784). Answering the Question: What Is Enlightenment?.
Kohlberg, L. (1981). The Philosophy of Moral Development. Harper & Row.
Klein, M. (1975). Envy and Gratitude and Other Works 1946-1963. The Hogarth Press.
Locke, J. (1689). Two Treatises of Government.
Rousseau, J-J. (1762). The Social Contract.
Türköne, M. (2016). Siyaset. Etkileşim Yayınları.
Hanioğlu, M. Ş. (2011). Atatürk: An Intellectual Biography. Princeton University Press.
Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B.Tauris.
Mardin, Ş. (2006). Türk Modernleşmesi. İletişim Yayınları.
5.0
100% (1)