Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
mesut.çiftci
mesut.çiftci

Yaşam Hapishanesinde Bir Gün Daha

Yorum

Yaşam Hapishanesinde Bir Gün Daha

0

Yorum

6

Beğeni

0,0

Puan

129

Okunma

Yaşam Hapishanesinde Bir Gün Daha

Yaşam Hapishanesinde Bir Gün Daha

Bir süre sonra her sabah birbirine benzemeye başlıyor, her öğlen ve her akşam. Günlerin birbirinden hiçbir farkı kalmıyor. İşin komik tarafı ise insanın ömrümün uzun bir döneminde bu düzeni sağlamak için yoğun bir çaba ve emek harcaması. Yani insan bu hapishane hücresinin duvarlarını bizzat kendisi inşa ediyor esasında. Ancak zaman içinde bunun farkına varmıyor. Bu farkındalık bir akşam vakti gün sona erdiğinde insanı buluyor. Yaşanan günün dünden, dünden önceki günden ve bir önceki günden farkı olmadığını anladığında aslında kendi hücresinin inşasının da tamamlandığının farkına varıyor. Trajik bir durum bu ve hemen hemen her insan başına geliyor. İnsan kendine bir konfor alanı oluşturmak için ömrünü harcıyor ve sonunda bir bakıyor ki oluşturmayı başardığı konfor alanı kendi hapishanesi olmuş.

Elbette her günün birbirinden farklı olması pek de mümkün görünmüyor. Ama bu kadar benzerlik de fazla. Şöyle de bir gerçek var ki bu yıkılmaz sanılan rutin bir anda yerle bir olabiliyor. İnsanın hayatı bir günde, bir saatte değişebiliyor. Hem de öyle bir değişiyor ki insan eski rutinine özlem duyuyor. İşte bu durumu birkaç kez yaşayan insan inşa ettiği rutinin yıkılmaması için elinden geleni ardına koymuyor. İnsanlık tarihi ve hatta günümüzde yaşayan insan hayatları bu durumun örnekleriyle dolu. Bu yüzden durumdan şikâyet etmek insanlar tarafından pek hoş karşılanmıyor. Bunun temelinde ise daha kötü bir duruma düşme ihtimali korkusu var elbette. İnsan işini kaybedebilir, ailesini kaybedebilir, toplum içindeki sosyal statüsünü kaybedebilir, maddi varlıklarını kaybedebilir ve bu kaybetme korkuları insanı bir ömür boyunca karanlık bir hapishane hücresinde yaşamaya mecbur edebilir. Buna gönüllü mahkumluk da denilebilir. Oysa içinde yaşadığımız gezegen oldukça geniştir. Ülkeler, şehirler, köyler, dağlar, ovalar, bahçeler, akarsular, nehirler, göller ve daha neler neler. Oysa biz insanlar yalnızca birkaç kilometre karelik alanlarda ömrümüzü tamamlarız. Bu o kadar acıdır ki. Ömrü boyunca doğduğu köyden, kasabadan, şehirden, ülkeden dışarı çıkamamış insanlar. Bende onlardan birisiyim. İnternet sayesinde dünya gezegeninde birçok ülke ve birçok şehir olduğunu biliyorum. Hatta fotoğraflarını görüyor ve videolarını izliyorum. Ama hepsi bu kadar. Yaşamım yalnızca birkaç yüz metre karelik bir alandan ibaret. Daha önce hiç uçağa binmedim, hiç gemiye binmedim. Hiçbir zaman bir denizi geçmedim ve hiçbir zaman okyanusu görmedim. Hatta yaşadığım şehrin görmediğim köyleri, ovaları ve çeşmeleri var. Doğduğum ülkenin de neredeyse tamamını görmüş değilim. Ömrüm tükeniyor. Elbette bende doğan her insan gibi öleceğim ve öldükten sonra bu kadar kısır bir hayat yaşadığım için öfkeleneceğim. Olmamış bir hayat. Peki, ne eksikti bu hayatta? Cesaret mi?

Gün gelecek her canlı ölecek, bu kaçınılmaz bir gerçek. Zaten daha önce de öyle olmadı mı? Milyarlarca insan ölmedi mi? Dünya kurulalı beri kaç insan doğdu, kaç insan öldü bu kim bilebilir? Tarihin içindeki ölü insanlar. Kimisi hatırlanır, kimisi hatırlanmaz. Hepsinin ortak noktası ise yeryüzünden silinip gitmesi olacaktır kuşkusuz. Bende günün birinde öleceğim aynen doğduğum gibi. Belki etrafımdaki insanlar üzülecekler. Ama zamanla bende unutulacağım. Genç yaşta gitmiş diyenler olacak belki de. Ama gelmeyi ben seçmedim ki bu dünyaya gitmeyi ben seçeyim?

Bu sabah her sabah olduğu gibi uyandım. Hava henüz aydınlanmamıştı ve iyiden iyiye soğumuştu. Kasım aynı da ortalamıştım ve kış mevsiminin ayak sesleri duyuluyordu. Her sabah yaptığım gibi önce lavaboya gittim. Ardından mutfak penceresinden dışarı baktım. Bunu her sabah yaparım, sanki dışarıda farklı bir şey görecekmişim gibi ya da bir şey bekliyormuşum gibi. Ardından tekrar banyoya gidip abdest aldım. Sabah namazını kıldım. Tam dua kısmındaydım ki cep telefonunun alarmı çaldı. Normalde bu alarm sesi ile uyanırdım. Ancak bu sabah alarm sesinden önce uyanmıştım. Çünkü gece erken yatmıştım. Normalde gece yarısı uyuyan ben dün gece saat on civarında uyumuştum. Bunu sigara içmemek için yapmıştım. Çünkü ne kadar geç uyursam o kadar çok sigara içiyorum. Dün işten eve geldikten sonra sigara içmemeye karar verdim. Hiç de sigara içmedim. Normalde yarım saatte bir sigara içerdim. Canım sıkıldıkça balkona kaçardım. Ama dün akşam bunu yapmadım. Hiç de sigara içmedim.

Son zamanlarda çok sigara içtiğimi fark ettim. Bu gidişe bir dur demenin vaktinin geldiğini düşündüm. Önceki sigara bırakma maceralarımda herkese sigarayı bıraktığımı söylüyordum. Sonra iradesizlik edip de sigaraya başlayınca herkesin kınamasıyla karşılaşıyordum. Bu durum da kendimi kötü hissetmeme neden oluyordu. Bende bu kez sigarayı bıraktığımı kimseye söylememeye karar verdim. İlk saatlerde elbette biraz zorlandım. Akşam bir film izledim ve film izlerken de tütün sardım. Şimdi hem sigarayı bırakmam hem de bir yandan tütün sarmam saçma gelebilir. Şöyle ki sigaram bitmişti ve eğer tütün sarmazsam yanımda hiç sigara kalmayacaktı. Böyle bir durumda sanki sigaram olmadığı için sigara içmiyormuşum gibi bir hisse kapılıyor ve sigara temin etmenin yollarına başvuruyorum. Çoğunlukla da kendime sigara buluyorum. Ancak ben sigara bulamadığım için değil sigarayı bırakmak istediğim için sigarayı içmiyorum. Böyle olmasını istiyorum. Saçma gibi görünebilir ama bence sebepler önemlidir. Bir de tütün sarmamın şöyle bir nedenleri vardı; evdekilere evet sigarayı bıraktım ama istediğim zaman içerim beni baskı altına almayın mesajını vermek istedim ve sigarasızlıktan çok daralıp bunalırsam bir başkasından sigara dilenmemek istedim. Sigara tiryakiliği çok ama çok kötü bir bağımlılıktır. Öyle bir bağımlılıktır ki insan sigarasız kaldığında en sevmediği adamdan ve hatta düşmanından bile sigara isteyebilir, dilenebilir. İşte sigara bağımlılarının “özgüven problemi” de tam olarak buralarda başlar. Ben sigarayı bırakmaya karar verdim belki ama ya çok daralır ya da bunalırsam? O zaman bir başkasından sigara mı isteyeceğim? İşte bu duruma düşmemek için de tütün sardım. Zaten evde az bir miktar tütünüm ve makaronum vardı. Tütünden yaklaşık otuz beş dal sigara çıktı. Sigaraları sardım ama içmedim. Ardından baktım içecek gibi oluyorum, vurdum kafayı yattım. Hatta büyük umutlarla oynadığım loto sonuçlarına bile bakmadım. İyi ki de bakmamışım, zaten bir şey isabet etmemiş.

Yaklaşık iki yıldır düzenli olarak loto oynuyorum ve hiçbir şey isabet etmiyor maalesef. Normalde arada sırada bir oynardım. Şansıma isabet ederse eder diye düşünürdüm. Ancak iki sene önce ev sahibinin ev kirasına fahiş bir biçimde zam yapmasıyla birlikte kiradan kurtulmak için ev sahibi olmam gerektiğini acı bir şekilde fark ettim. Fakat maalesef bu farkındalıkla tetiklenen bilinç bana ıstırap vermeye başladı. Çünkü ev sahibi olmak için ev satın almak gerekiyordu ve av satın almak için de para gerekiyordu. Bende ise para yoktu. Tek maaşla zaten zar zor geçiniyordum. Geçen yıllarda ev geçindirmekten çocuk büyütmekten de kenara köşeye herhangi bir miktar para biriktirememiştim. Maaşımdan başka hiçbir gelirim yoktu. Bunun dışında annesiz babasız büyümüştüm. Beni yetiştiren aile ekonomik olarak benden daha kötü durumdaydı. Tüm bunların dışında yeni bir gelir kaynağı oluşturacak durumum da yoktu. Varsa da ben bulamıyordum. Geriye her yerde boy boy reklamları çıkan loto oyunları kalmıştı. Zaten ben on sekiz yaşına girer girmez loto oynamıştım. O zamanlar da ekonomik olarak oldukça kötü durumdaydım. Büyük ikramiyenin oynadığım sayılara isabet etmesi hayali beni benden alıyordu. İşte ev sahibi ev kirasına fahiş bir zam yapınca ve benimde ev sahibi olabilmek için hiç b ir gelirim olmayınca bende talih oyunları oynamaya başladım. Hem de düzenli olarak her çekilişe katıldım. Ama elbette talihli birisi değildim. Zaten talihli birisi olsaydım böyle bir ailede doğar mıydım ya da böyle bir coğrafyada? İki sene içinde oynadığım sayılara bırakın büyük ikramiyeyi amorti bile isabet etmedi. Ama ben ısrarla oynamaya devam ettim. Bu sene eylül ayında da ev sahibi evinden çıkmamı istedi. Durum böyle olunca ben daha çok oynamaya başladım. Ben oynadıkça o çıkmadı. Halbuki tek istediğim bir ev sahibi olmaktı, kiradan kurtulmaktı o kadar. İşte dün geceki çekiliş içinde loto oynamıştım ama sonuçlarına bile bakmadan uyudum.

Normalde sabahları ilk işim sigara içmek olurdu. Tuvalete gittikten sonra önce bir bardak su içerdim ve ardından balkona çıkıp sigara içerdim. Ama bu kez sigara içmedim. Hatta sabah namazından sonra bile sigara içmedim. Sabah namazından sonra her zamanki duamı ettim; “Allah’ım bana mal, mülk, para, zenginlik ve servet ver! Ev almayı, ev sahibi olmayı bana nasip eyle!” Önceleri dualarımda bu kadar keskin isteklerde bulunmazdım esasında. Yani “Allah’ım rızkımı bereketlendir, bollaştır.”, “Allah’ım bana rızık kapılarını aç”, “Allah’ım bana rızık ver.” “Allah’ın fakirlikten, fukaralıktan, düşkünlükten, miskinlikten ve muhannet kullarına muhtaç olmaktan beni muhafaza eyle.” gibi dualar ederim. Zira tanıdığım bir cami hocası ben küçükken Allah’tan direk para istemenin ayıp olacağını, rızık istemenin daha doğru olacağını söylemişti bana. Ancak bu ev sahibi ile yaşadığım olaylardan sonra o kadar daraldım o kadar bunaldım ki dualarımda direk istemeye karar verdim. Zaten Allah yerleri ve gökleri yaratan, biz söylesek de söylemesek de, istesek de istemesek de açıkta olanı da gizli olanı da bilen değil miydi? Her şeyi bilen ve her şeyi yaratan Allah’tan utanmak olur muydu? Bende Allah’tan açık açık ne istiyorsam söylemeye, istemeye kadar verdim. Sonuçta bir yaratılmıştan, bir kuldan istemiyordum ki; Kâinatın Yaratıcısı Allah’tan istiyordum. Bu sabah da öyle yaptım. Ama yalan söylemeye gerek yok, usanmıştım. Defalarca aynı duayı etmiştim, ediyordum ama içinde bulunduğum sıkıntılardan darlıklardan kurtulamıyordum.

Sabah namazının diğer vakit namazları arasında ayrı bir yerinin olduğunu biliyordum. Sabah namazı şahitli namazdı. Sabah namazını vaktinde kılan kimse akşama kadar kazalardan belalardan korunurdu. Sabah namazında edilen dualar kabul olunurdu. Bu yüzden elimden geldiğince sabah namazlarını kılmaya ve sabah namazlarında yalvara yakara dua etmeye dikkat ediyordum. Bir de korunmak için yeni bir dua ezberlemiştim; “Bismillahillezi la yedurru measmihi şeyun fil ardi Vela fissema ve hüvessemiyyul aliym.” Manası; “Yüce Allahın ismi ile hareket ederim. O Yüce Allah ki Onun mübarek ismiyle hareket edildiğinde gökte ve yerde hiçbir şey onu okuyana zarar vermez.” Sabah akşam bu duayı okuyordum. Hırsız, hain, sapık, sakın, münafık, fasık, kıskanç, fesat, haset, katil ve kafir insanlardan bu şekilde korunabilmeyi umut ediyordum. Çünkü bu dünyada kendimi yoksul ve kimsesiz hissediyorum. Öyleydim de. Bari bir evim olsaydı.

Her sabah yaptığımı bu sabah yapmadım. Aç karnına balkonda sigara içmedim. Bunun yerine çayı ısıttım, küçük tavada kendime yumurta kırdım ve kahvaltı ettim. Kahvaltı ederken cep telefonumla internetten videolar açtım ve izledim. Kahvaltıdan sonra da sigara içmedim. Normalde hem kahvaltı öncesi hem de kahvaltı sonrası sigara içmek bana oldukça keyif verirdi. Kahvaltıdan sonra ikinci bardak çayımı içerken kuvvetli bir öksürüğe tutuldum. Öyle ki ciğerlerim sökülecekti sanki. Rutinimi bozarak sigara içmediğim için böyle oluyor diye düşündüm bir ara. Sonra öyle şiddetli öksürdüm ki sırtımda iki kürek kemiğimin arasında bir acı saplandı. Ne kollarımı ne bedenimi hareket ettiremedim. Acaba kalp krizi mi geçiriyordum? Çok acı çekiyordum. Bir süre öylece kaldım. Nefes alıp vermede zorlanıyordum. Sanki tutulmuş gibiydim. Usulca oturdum sandalyeye. Tansiyon ilacımı içtim. Bilinçliydim, gözüm kararmıyordu, bayılacak gibi de olmuyordum. Yalnızca acı çekiyordum. Sonra düşündüm. Bu beni öldüren bir kalp krizi olsaydı ve ben ölseydim, o zaman ne olurdu?

Muhtemelen küt diye yere düşerdim. Yere düşme sesimle eşim koşa koşa yanıma gelirdi. Bağırır, çağırırdı. Onun sesine çocuklar da uyanırdı. Ardından ambulans çağırırlardı. Bu sırada benim yüzüme su çarpılırdı, tokat atılırdı ayılmam için. Ben çoktan ölmüş olurdum. Komşular gelirlerdi. Eşim ağlamaya devam ederdi. Sonra ambulans gelirdi. Ambulansla gelen ekipler benim öldüğümü bilirlerdi ama yine de ambulansa koyup hastaneye götürürlerdi. Hastanede önce bir muayene ve ardından morg. Hasta yakınlarına hastanın öldüğü söylenirdi. Ardından ölüm haberim önce apartmana, sonra işyerine yayılırdı. “Mesut ölmüş.” Derlerdi. “Ya Mesut ölmüş öyle mi?”, “Neden ölmüş?”, “Kalp krizinden ölmüş.”, “Yapma ya, daha dün konuşmuştuk.”, “Genç yaşta gitti, görüyor musun?”, “Daha dün burada şakalaşmıştık, iyi görünüyordu.”, “Cenazesi Konya’ya mı kaldırılacakmış?”, “Allah rahmet eylesin.” ve daha bir sürü şey. Bilmiyorum beni nereye gömerlerdi? Doğduğum yerde kimim kimsem yok. Babam öldü, annem zaten hiç yoktu. Beni büyüten babaannem ve dedem de öldü. Kardeşim var ama başka bir şehirde uzun zamandır görüşmüyoruz. Amcalarım, amca çocuklarım var ama onlarla da yabancı gibiyiz. Eşimin tarafı da beni pek sevmez, muhabbetimiz yok. Cenazem ortada kalacak değil ya, Kırşehir’e gömülürdüm herhalde, Boztepe yolundaki asri mezarlığa. Cenazemde işyerinden arkadaşlar filan olurdu. En çok eşim ve çocuklarım üzülürdü ölümüme. Yirmi senelik devlet memuruyum, herhalde devlet benden sonra ailemi açta açıkta bırakmaz. Çocuklarında bu sene sınav senesiydi. Muhtemelen babalarını kaybetmenin travmasıyla sınavda da başarılı olamazlar. Erken öldüm gerçekten. En azından ölmeden önce bir ev sahibi olabilseydim. Eşimi ve çocuklarımı kira köşelerinde bırakmazdım. Allah’a her namazdan sonra dua ettim, ısrarla yalvardım, yakardım ama maalesef muradıma kavuşamadım. Her çekiliş için loto da oynadım. Oradan da bir şey çıkmadı. Yoksul doğdum ve yoksul öldüm. Ömrüm boyunca itildim, kakıldım, ötelendim, hor görüldüm. Zaten pek talihli birisi sayılmazdım. Annem ve babam sağ iken bana annesizliği ve babasızlığı yaşattılar. Yoksul bir aileydi zaten benim ailem. Annem ve babamın ilk erkek çocuğuydum, babaannem ve dedemin ilk erkek torunuydum. Ama hiçbir zaman özel olmadım, olamadım. Beş yaşındayken annem ve babam boşandılar. Ben babaannem ve dedemin evinde bir sığıntı gibi büyüdüm. Bana ait hiçbir şey olmadı hiçbir zaman. Hayatta bana ait değildi zaten öldüm gittim işte. Bir hiç gibi doğdum, bir hiç gibi yaşadım ve bir hiç gibi öldüm. Benden geriye hiçbir şey kalmadı. Belki çocuklarım ki onların hafızalarında da erken ölen bir baba travması olarak kalacağım, ne yazık. Malım mülküm yok, çocuklarıma bırakacak mirasım da yok. Yalnızca daraldığım, bunaldığım, hayal ettiğim zamanlarda yazdığım şiirlerim, öykülerim ve yazılarım var. İnternette çeşitli edebiyat sitelerine yükledim. Ben öldükten sonra değer kazanır mı? Muhtemelen unutulur gider. Bilemiyorum.

Lakin tüm bunlar olmadı. Sabah kahvaltısından sonra mutfak masasının yanındaki öksürük krizi sırasında sırtımda iki kürek kemiğimin arasına giren sancı kalp krizi değildi. Beni öldürmedi. Ben hayatta kaldım. Günlük rutinime devam ettim. Kıyafetlerimi giydim. Her sabah olduğunu gibi evden dışarı çıktım. Ev sahibi ile aynı katta oturuyorum ve eve girip çıkarken karşılaşmamak için çaba sarf ediyorum. Ama bu saatte ev sahibi uyur dışarı çıkmaz bunu da biliyorum. Bu yüzden dışarı çıkarken rahatım. Apartman kapısında çıktıktan sonra dışarıda hafif yağmur serpiştirdiğini görüyorum. Arabam apartmanın karşısındaki boş arsada park halinde. Ama arabaya binmeyip yürümeyi tercih ediyorum. Yağmur damlaları suratıma düşüyor. Derin bir nefes alıyorum, nefes alırken sırtımdaki ağrı sızlıyor. Sonbaharın kokusunu alıyorum. Bu koku beni çocukluğuma götürüyor. İlkokul birinci sınıfa giden siyah önlüklü bir çocuk; kafası üç numara traşlı, kulakları kepçe. Anne ve babası boşanmış. Annesi İzmir’e gidip yeniden evlenmiş, babaAnkara’ya gidip yeniden evlenmiş. Çocuk sanki bir günah gibi doğduğu yerde bırakılmış. Babaannesi ve dedesi bakıyor çocuğa. Cılız ve sağlıksız bir çocuk; çıtkırıldım ve hemen hastalanıveriyor. Pek de güzel bir çocuk sayılmaz. Elleri üşüyor çocuğun, elleri çok üşüyor.

Paylaş:
6 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Yaşam hapishanesinde bir gün daha Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Yaşam hapishanesinde bir gün daha yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Yaşam Hapishanesinde Bir Gün Daha yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL