0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
100
Okunma

VATAN SAĞ OLSUN
Evin önüne yanaşan ambulanstan bir şeylerin ters gittiği belliydi.
Gözlerim bir an o kırmızı sirenlere takıldı; yüreğimde garip bir sıkışma…
Ama asıl yüreğimi delen, ambulansın önünde duran o askeri araç oldu.
Demek ki haber gelmişti.
Demek ki o kelime "şehit" bizim kapımıza dayanmıştı.
Asker gelmişti evime; ayağa kalkmamak olmazdı.
Bacaklarım titreyerek doğruldum, kalbim göğsümde çırpınan bir kuştu.
Kapıyı araladım.
Karşımda gözleri yere bakan, omuzları ağır bir teğmen duruyordu.
Bir an konuşamadı.
Sonra boğazındaki düğümü yutkunarak çözdü:
“... sen artık bir şehit babasısın.”
O an zaman durdu.
Dünyanın bütün sesleri sustu; sadece kalbimin sesi kaldı, o da kırık dökük. Ağlasam mı, gurur mu duysam bilemedim. Sol yanımdan bir sızı geçti; sanki göğsümün içi paramparça olmuştu.
Hatun, arkamdan bir feryat kopardı:
“Oğlum!”
Öyle bir çığlıktı ki… duvarlar bile yankısında çatlayacak sandım.
Dağ olsa yıkılırdı, deniz olsa taşardı.
O ses, ananın yüreğinden değil; insanlığın kalbinden kopan bir haykırıştı.
Asker, kalbini kalbimin üzerine koydu; sımsıkı sarıldı.
O an gökyüzü karardı, dağın başını duman sardı.
Olduğum yere çöktüm.
Dilim “Vatan sağ olsun” diyordu ama yüreğim…
yüreğim bir yangın yeriydi.
Öyle bir yangın ki, içinde ne su dururdu ne söz.
Oysa belliydi aslında.
O sabah güneş içimi ısıtmamıştı.
Kuşlar susmuş, sokaklar sessizdi.
İnsan, bazen felaketi kokusundan anlar, o gün havada ölümün kokusu vardı.
Sonra bir baktım, pencerelerin kenarındaki çiçekler toplanmış, yerlerine al bayraklar asılmış.
Bir anda bütün mahalle kırmızıya bürünmüştü.
Yirmi ana evlatsız, yirmi baba evlatsız kalmıştı.
Yirmi evlat babasız büyüyecekti.
Ve bazıları eşsiz.
Ben sessizliğin ortasında, yüreğimde açılan boşluğun sesini dinlemeye çalışıyordum.
Bir yanım, şehitlik mertebesine ulaşan o kahramanları imreniyordu; diğer yanım, arkasında kalanların gözyaşlarını gördükçe yanıyordu.
Artık sadece bir aile değildik. Şehidin annesi, şehidin babası, şehidin evladı, şehidin eşi…
Her yürekte titreyen tek bir umut vardı:
“Vatan sağ olsun.”
Cenaze günü geldiğinde, köy meydanı al bayraklarla dolmuştu. Toprak bile sessizdi.
Küçük çocuklar ellerinde karanfillerle yürüyordu,
kadınların gözleri kızarmış, ama bakışlarında bir gurur parlıyordu.
Hoca tekbir getirirken, kalabalıktan bir uğultu yükseldi:
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez!”
Oğlumun tabutu omuzlarda süzülüyordu.
Küçükken de hep yükseklere tırmanırdı,
“Baba, bulutlara dokunabilir miyim?” derdi.
Şimdi bulutların arasına karışmıştı. Eşimin titreyen elleriyle tabutun üzerindeki bayrağa dokunuşunu hiç unutamıyorum.
O an gözyaşlarıyla değil, sanki yüreğiyle ağlıyordu.
“Sen git oğlum,” dedi kısık bir sesle, “ben seni dualarımla sararım.”
Toprak kapandı, kalabalık dağıldı.
Ama benim içimde bir şey hâlâ açık kaldı bir yara, bir eksiklik, bir sızı…
Geceleri bazen rüzgârın uğultusunda onun sesini duyuyorum.
“Baba, nasılsın?” diyor sanki.
Adını her ezanda işitiyorum.
Evde bıraktığı botlar hâlâ kapının önünde,
sanki birazdan içeri girecekmiş gibi.
Ama ben biliyorum:
O gitmedi aslında.
Sadece gökyüzüne karıştı.
Bayrağın dalgalandığı her yerde yaşıyor şimdi.
Her sabah, güneş doğarken gökyüzüne bakıyorum.
Kızıl ışıklar arasında onun siluetini görür gibi oluyorum.
Ve içimden yine aynı söz dökülüyor,
yürekten, acıyla, ama gururla:
“Vatan sağ olsun.”
Kuzusunun şehâdet haberini aldığında bin kere ölen bir anne, bin kez dizlerinin üzerine çöktüğü halde, ayakta görünen bir baba, bütün duvarları ağlayan kerpiçten bir ev, bir nişân yüzüğü, süt kokan bir bebek, vatan sağolsun diyen bir nine, her gün içi sızlayan bir millet...
Milletimin başı sağ olsun, VATAN SAĞ OLSUN...
Ismahan Çeribaşı
5.0
100% (2)