Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Dünya Yükünün Hamalı
Dünya Yükünün Hamalı

İnsan Merkezli Uygarlık ile Otoriter Rejimler Arasında Atatürk’ün Projesi: Rıza, Sorumluluk ve “Köpek” Metaforunun Siyaset Felsefesi Açısından İncelenmesi

Yorum

İnsan Merkezli Uygarlık ile Otoriter Rejimler Arasında Atatürk’ün Projesi: Rıza, Sorumluluk ve “Köpek” Metaforunun Siyaset Felsefesi Açısından İncelenmesi

0

Yorum

3

Beğeni

0,0

Puan

111

Okunma

İnsan Merkezli Uygarlık ile Otoriter Rejimler Arasında Atatürk’ün Projesi: Rıza, Sorumluluk ve “Köpek” Metaforunun Siyaset Felsefesi Açısından İncelenmesi

Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Özet:
Bu makale, bireysel kemale erme yolunu "köpek" metaforu üzerinden açıklayan felsefi bir çerçeveden yola çıkarak, bu çerçevenin toplumsal ve siyasi organizasyonlara nasıl yansıdığını incelemektedir. Çalışmanın temel sorusu, bir toplumun "rıza"yı (consent) ve "sorumluluk"u (accountability) merkeze alan bir sistemle, bunları dışlayan otoriter ve baskın rejimler arasındaki temel ayrımın nerede yattığıdır. Makale, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa etmeye çalıştığı laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelini, "insan-ı kâmil" idealinin kolektif tezahürü olarak yorumlamakta; bu modeli, günümüz Rusya ve Belarus örnekleriyle temsil edilen "illiberal demokrasi" ve açık otoriter rejimlerle felsefi, psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla karşılaştırmaktadır. Temel argüman, Atatürk’ün projesinin, bireyi özgür iradeli ve sorumlu bir özne ("sûrette ve sîrette insan") olarak inşa etmeyi hedeflerken; otoriter rejimlerin ise, metaforik olarak, eylemlerinin ahlaki ve hukuki sonuçlarından habersiz, "kümesin tavuklarını yiyen köpek" konumundaki bir yurttaşlık anlayışını pekiştirdiği yönündedir.

Anahtar Kelimeler: Atatürk, Rıza, Rızalık Yolu, Otoriterizm, İlliberal Demokrasi, Rusya, Belarus, Siyaset Felsefesi, Sorumluluk, İnsan-ı Kâmil.

Giriş: Metaforun İzdüşümü: Bireyden Devlete

“Köpek” metaforu, insan olma halini, içgüdüsel bir varlık olmaktan çıkıp, eylemlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarının bilincinde olan, hatalarını telafi etme ve rıza arama erdemine sahip bir varlığa dönüşme süreci olarak tanımlar. Buradaki kritik kavramlar; bilinç, sorumluluk, telafi ve rızadır. Bu çalışma, bu dört kavramın siyasi bir sistemde nasıl kurumsallaştığının, o sistemin niteliğini belirlediği tezinden hareket eder.

Bir siyasi sistem, yurttaşlarını:

Eylemlerinin (veya seçimlerinin) sonuçlarını anlama bilinci ile donatıyor mu?

Yöneticilerini ve kurumlarını yanlışlarından dolayı sorumlu tutabiliyor mu?

Verilen zararları (maddi, manevi, özgürlükler bağlamında) telafi edebilecek mekanizmalara sahip mi?

Yönetimin meşruiyetini, yönetilenlerin özgür iradesiyle verilmiş sürekli bir rıza üzerine mi inşa ediyor?

Bu sorulara "evet" yanıtı veren sistemler, metaforik olarak "insan-ı kâmil"e ulaşma yolundaki bir toplumu inşa eder. "Hayır" yanıtı verenler ise, toplumu "sûreten" modern ama "sîreten" itaatkâr, sorumsuz ve içgüdüsel tepkilerle yönetilen bir sürü konumuna indirger. Atatürk’ün vizyonu birinciye, Tek Parti/Baskın Rejimler ise ikinciye örnek teşkil eder.

1. Felsefi Temel: Aydınlanma, Akıl ve Rıza Kavramı

Atatürk’ün siyasi projesi, köklerini Aydınlanma felsefesinden alır. Kant’ın "Aklını kullanma cesaretini göster!" sözü, bu projenin temel taşıdır. Burada akıl, sadece teknik bir araç değil, aynı zamanda ahlaki bir rehberdir. Birey, aklı sayesinde iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırma kapasitesine kavuşur. Bu kapasite, onu metaforumuzdaki "içgüdüsel köpek" olmaktan kurtarır.

Rıza (Consent) kavramı, bu aklın siyasetteki tezahürüdür. John Locke ve Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürler, yönetimin meşruiyet kaynağının tanrısal irade veya hanedan hakkı değil, yönetilenlerin rızası olduğunu savunmuştur. Atatürk’ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi, bu felsefenin somutlaşmış halidir. Millet, aklı ve iradesiyle seçim yapar, yöneticilerini belirler ve onları denetler. Tıpkı "tavukların parasını ödeyen" birey gibi, toplum da yönetimden hesap sorar, hataların telafisini ister. Bu, kolektif bir "rızalık yolu"dur.

Buna karşılık, Rusya ve Belarus’taki baskın rejimlerin felsefi temeli, daha çok Hobbesyen bir mutlak otoriteye ve "illiberal" bir yaklaşıma dayanır. Bu modelde, istikrar, düzen ve devletin bekası, bireyin özgürlükleri ve rızasının önüne geçer. Yurttaş, devletin gücünü ve birliğini temsil eden Lider’in (Putin veya Lukaşenko) himayesindeki bir "tebaa"dır. Akıl, liderlikte tekelindedir; sıradan yurttaşın rolü, bu akla itaat etmektir. Bu durum, yurttaşı metaforumuzdaki "eyleminin sonucunu bilemeyen köpek" konumuna iter. Siyasi katılım, bir rıza beyanı olmaktan çıkar, içgüdüsel bir sadet gösterisine veya korkuya dayalı bir kabullenişe dönüşür.

2. Psikolojik Boyut: Özerklik, Sorumluluk ve İtaat Psikolojisi

Psikolojik açıdan, iki model arasındaki fark, özerk birey ile bağımlı tebaa arasındaki farktır.

Atatürk’ün idealindeki birey, Erich Fromm’un tarif ettiği "özgürlükten kaçış" yaşamaz. Tam tersine, özgürlüğün getirdiği sorumluluğu omuzlar. Kendi kaderini tayin hakkına sahip olmanın psikolojik yükümlülüğünü taşır. Bu, olgunlaşmış, yetişkin bir psişenin halidir. "Ayağına taş dolansa, kendinden bilir," çünkü kontrol kendindedir, dışarıda bir günah keçisinde veya mutlak bir kurtarıcıda değil. Bu birey, sürekli özünü yoklayarak kusurunu arar (ârif ve kâmil tavrı).

Rusya ve Belarus modellerinde ise, Fromm’un ve daha sonra Stanley Milgram’ın (otoriteye itaat deneyleri) ve Philip Zimbardo’nun (Stanford hapishane deneyi) çalışmalarıyla anlaşılan bir psikolojik dinamik işler. Birey, sorumluluğu otoriteye (Lider’e, Devlete) devreder. Bu, bilişsel bir rahatlama sağlar. Hata yapma, yanılma, karmaşık kararlarla boğuşma riski ortadan kalkar. Lider "en iyisini bilir". Bu, çocuksu bir bağımlılık ilişkisini besler. Yurttaş, eleştirel düşünme, sorgulama ve sorumluluk alma yetilerini köreltir. Bu sistem, "cahiller"in, yani metaforumuzda "daima kendini aklayan"ların psikolojik ihtiyacına hitap eder. Kusur daima dışarıdadır: "düşmanlar", "batılı lobiler", "hainler". Kolektif bir öz-eleştiri ve telafi mekanizması işlemez.

3. Sosyolojik Yapı: Sivil Toplum, Yurttaşlık ve Sosyal Kontrat

Sosyolojik olarak, Atatürk’ün modeli güçlü bir sivil toplumu ve aktif yurttaşlığı hedefler. Çok partili hayata geçişte yaşanan sıkıntılar olsa da, temel hedef, kul değil, yurttaş yetiştirmektir. Sendikalar, dernekler, meslek örgütleri, bağımsız medya; yönetimi denetleyen, hesap soran, rıza gösteren veya göstermeyen özerk yapılardır. Bu, toplumsal sözleşmenin (social contract) canlı ve işler olduğu bir modeldir.

Rusya ve Belarus’ta ise, sivil toplum ya devlet kontrolü altındadır ya da baskıyla sindirilmiştir. Bağımsız medya yok edilmiş, muhalif sesler susturulmuş, seçimler meşru bir muhalefet alternatifi sunmayan bir ritüele dönüştürülmüştür. Max Weber’in tanımladığı "geleneksel otorite" ve "karizmatik otorite" formları, "hukuki-rasyonel otorite"nin önüne geçmiştir. Yönetim, kurumlara değil, liderin şahsına endekslenmiştir. Toplum, "vertikal vlast" (dikey iktidar) olarak adlandırılan, her şeyin tepedeki lider etrafında örgütlendiği bir piramittir. Bu yapıda, kolektif bir "rızalık yoluna" girme imkânı yoktur. Çünkü zarar veren taraf (devlet) ile zararı telafi etmesi gereken taraf aynıdır ve hesap vermez. Toplum, mağduriyetlerini içselleştirir veya bastırır.

4. Tarihsel ve Kurumsal Karşılaştırma: Atatürk’ün Tek Parti Dönemi ve Günümüz Baskın Rejimleri

Önemli bir ayrım, Atatürk dönemindeki tek parti yönetimi ile günümüz Rusya ve Belarus rejimleri arasındaki tarihsel bağlam ve niyet farkıdır.

Atatürk Dönemi (1923-1945): Bu dönemdeki tek parti uygulaması, bir istisna dönemiydi. Amacı, kalıcı bir diktatörlük tesis etmek değil, çökmüş bir imparatorluk enkazından, emperyalist işgalden yeni kurtulmuş bir ulus-devleti inşa etmekti. Hedef, hukuk devrimi, laiklik, eğitim birliği, kadın hakları gibi radikal reformları hızla hayata geçirerek, çok partili demokratik hayata geçişin altyapısını hazırlamaktı. Nitekim 1945’te çok partili hayata geçiş denemesi yapılmış, süreç kesintilere uğrasa da nihayetinde konsolide olmuştur.

Rusya ve Belarus Modeli: Buradaki baskın rejimler ise, demokratik bir geçiş sürecinin çıktısı değil, Sovyetler Birliği’nin otoriter mirasının yeniden paketlenmiş halidir. Amaç, iktidarı belirli bir şahıs veya klik elinde sürekli kılmaktır. Kurumlar (anayasa mahkemesi, seçim komisyonu, parlamento) demokratik bir görünüm sağlamak için vardır ancak özünde iktidarın devamlılığını sağlayan araçlara dönüşmüştür. Bu, kalıcılık iddiasındaki bir sistemdir.

Sonuç ve Tez: İnsan İnşa Etmek ile İtaat İnşa Etmek Arasındaki Uçurum

"Köpek" metaforu, nihayetinde bir olgunlaşma ve insan olma hikayesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün projesi, bu hikayeyi kolektif bir düzleme taşıma, bir "ulusu" sorumluluk sahibi, özgür iradeli, aklı ve vicdanı ile hareket eden "yurttaşlar" topluluğuna dönüştürme çabasıydı. Sisteminin merkezine insanı, onun aklını, emeğini, hukukunu ve nihayetinde rızasını koydu. Bu, zorlu, uzun vadeli ve asla tamamlanmamış bir "medeniyet projesi"dir.

Rusya ve Belarus örneklerinde somutlaşan Tek Parti/Baskın Rejimler ise, bu olgunlaşma sürecini engelleyen sistemlerdir. İnsanı, eylemlerinin sonuçlarından sorumlu olmayan, eleştirmeyen, itaat eden, çocuksu bir özne konumuna hapseder. Lider, tüm sorumluluğu ve aklı üstlenirken, kitleler metaforik "köpek" haline gelir: varlıkları içgüdüsel (ekonomik refah, ulusal gurur) dürtüler ve korku ile yönetilir, ahlaki ve siyasi sonuçlarının tam bilincinde değillerdir.

Bu iki model arasındaki fark, insan inşa etmek ile itaat inşa etmek arasındaki kadim farktır. Birincisi, rızalık yolunda ilerleyen, kusurunu arayan, telafi eden "kâmil" bir toplumu; ikincisi ise, daima kendini aklayan, hatayı dışarıda arayan, "cahil" bir kalabalığı üretir. Gerçek anlamda insani ve uygar bir topluma giden yol, Atatürk’ün işaret ettiği gibi, aklın, vicdanın ve nihayetinde karşılıklı rızanın yoludur.

Kaynakça:

Arendt, H. (1963). Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil. Viking Press.

Fromm, E. (1941). Escape from Freedom. Farrar & Rinehart.

Keane, J. (2009). The Life and Death of Democracy. Simon & Schuster.

Locke, J. (1689). Two Treatises of Government.

Milgram, S. (1974). Obedience to Authority: An Experimental View. Harper & Row.

Rousseau, J-J. (1762). The Social Contract.

Weber, M. (1919). Politics as a Vocation.

Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B.Tauris.

Paylaş:
3 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
İnsan merkezli uygarlık ile otoriter rejimler arasında atatürk’ün projesi: rıza, sorumluluk ve “köpek” metaforunun siyaset felsefesi açısından incelenmesi Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz İnsan merkezli uygarlık ile otoriter rejimler arasında atatürk’ün projesi: rıza, sorumluluk ve “köpek” metaforunun siyaset felsefesi açısından incelenmesi yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
İnsan Merkezli Uygarlık ile Otoriter Rejimler Arasında Atatürk’ün Projesi: Rıza, Sorumluluk ve “Köpek” Metaforunun Siyaset Felsefesi Açısından İncelenmesi yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL