0
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
102
Okunma
Yine önümde kalem, kâğıt ve ben; yine aynı duyguyu anlatmak istiyorum: özlem duygusunu. Hayatta “büyük” diye nitelendirdiğimiz duyguların en temelinde yer almalı bence özlem. Ya da ben hayatımda ona gerçek bir yer verdiğim için bu şekilde düşünüyorum, bilemiyorum.
Bu sabah kalktım, yine herhangi bir güne başladığım şekilde devam ederken, düşünceden düşünceye atlayan beynimin bir oyunuyla çok sevdiğim ama artık hayatımda olmayan bir kişiyi, o kişinin belki de düşünmeden yaptığı ama benim çok sevdiğim bir eylemini hatırladım. Gülümsedim önce, acının tatlı hatırasıyla; sonra soldu dudaklarım, donup kaldı gözlerim. Ağlayabilecek bir gücümün dahi olmadığını hissettim o an. Çünkü ağlasam neye yarardı ki? Gideni mi döndürürdü gözyaşım, tatlı hatıramı yeniden mi yaşatırdı? Yoksa yalnızca, boğazımdaki yumru ve elimde ıslak bir mendille şu anımda kalacaktım yine. Hasretin verdiği o esefle bir başıma çırpınmaktan başka ne çarem vardı ki? İşte özlem tam da böyle bir duygu aslında; içine nice “çünkü”leri sığdırır ve siz, bir gözyaşını bile kendinize hor görerek bunu kabul etmek zorunda kalırsınız.
Ve normal sanılan herhangi bir günün akışında, birbirinden uzakta, habersiz iki insan arasına kocaman bir ateş düşürür. Zaman akar, hayat değişir, ateş söner belki ama küllerinin bıraktığı siyahlık griden öteye geçemez. Ve beyaz gördüğünüz her yer kanatmasın diye, grinizi bir parça bulaştırarak devam edersiniz yolunuza, çare olmayacağını bile bile…