0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
85
Okunma
Osman b. Affân: Hayanın ve Işığın Sahibi
Yazar: Murat Kerem
Bir Sessizliğin İçinde Doğan Nur
Mekke’nin taş sokaklarına sabahın ince bir serini düşüyordu.
Şehir, putların gölgesinde sessizdi ama kalpler huzursuzdu.
O kalplerin arasında biri vardı ki; vakarını sessizlikle, asaletiyle taşıyordu:
Osman bin Affân.
Kureyş’in en nezih ailelerinden birine mensuptu.
Elbisesi kadar kalbi de temizdi.
İçinde bir eksiklik vardı ama ne aradığını bilmiyordu.
Bir gün, en yakın dostu Ebû Bekir’le buluştu; işte o gün hayatının yönü değişti.
Ebû Bekir’in Daveti
Ebû Bekir (r.a.), her zamanki zarafetiyle söze başladı:
“Ey Osman, sen akıllı, asil ve dürüst bir adamsın.
Vallahi, şu an insanlar içinde Muhammedü’l-Emîn’den daha doğru birini tanımıyorum.
O, Allah’ın elçisi olduğunu söylüyor. Gel, onunla konuş.” [1]
Osman başını eğdi, kalbi hızlandı:
“O’na güvenirim. Muhammed’in yalan söylediğini hiç duymadım.”
Ertesi sabah Ebû Bekir onu Dârü’l-Erkam’a götürdü.
Kapıdan içeri girdiklerinde, Resûlullah (s.a.v.) onları karşıladı.
Yüzünde bir tebessüm, sesinde sükûnet vardı:
“Hoş geldin ey Osman. Allah seni yaratılışta haya ile süslemiş.
O hayayı imanla taçlandırmak ister misin?”
Osman’ın gözleri doldu:
“Şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur;
ve sen O’nun elçisisin.” [2]
İşte o an, nur bir kalbe daha dokundu.
Söz bitti, sessizlik konuştu;
ve İslâm’ın en zarif ruhu, artık bu davanın içindeydi.
Meleklerin Haya Ettiği Adam
Günler geçti.
Bir gün Resûlullah (s.a.v.) evinde oturuyordu.
Yanında Ebû Bekir ve Ömer vardı; içeri serbestçe girdiler.
Sonra Osman kapıdaydı. Efendimiz (s.a.v.) hemen toparlandı, elbisesini düzeltti.
Hz. Âişe (r.a.) sordu:
“Yâ Resûlallah, Ebû Bekir ve Ömer girince böyle yapmadınız,
Osman girince neden toparlandınız?”
Resûlullah (s.a.v.) tebessümle buyurdu:
“Melekler bile Osman’dan haya eder.” [3]
O günden sonra herkes Osman’a baktığında,
onun gözlerinde dünyadan kaçan bir edep,
kalbinde göğe uzanan bir sükûnet görürdü.
O susardı; susuşu öğüt olurdu.
Konuştuğunda ise kelimelerinden rahmet taşardı.
Tebük Günleri ve Cömertliğin Zirvesi
Zaman Tebük Seferi’ne gelmişti.
Kıtlık vardı, orduya erzak yetmiyordu.
Resûlullah (s.a.v.) mescitte ayağa kalktı:
“Kim Tebük ordusunu donatırsa, Allah onu cennete koyar!” [4]
Bir sessizlik oldu.
Sonra Osman kalktı, elinde bir kese:
“Yâ Resûlallah, yüz deve!”
Biraz durdu, sonra bir kese daha getirdi:
“Yüz daha…”
Ve bir üçüncüsünü getirdi: “Yüz daha…”
Üç yüz deve, altın semerleriyle Mescid-i Nebevî’nin önüne dizildi.
Resûlullah (s.a.v.)’in gözleri doldu; ellerini kaldırdı:
“Allah’ım! Osman’dan razı ol.
Bugünden sonra yaptığı hiçbir şey ona zarar vermez!” [5]
Sahabe şaşkındı; çünkü cömertlik bile hayadan pay almıştı Osman’da.
Ne gösteriş vardı, ne övünç — sadece huzur…
Bir Mushafın Işığı
Yıllar geçti.
Resûlullah (s.a.v.)’den sonra İslâm yayıldı, diller farklılaştı.
Kur’ân okuyuşlarında ihtilaflar başladı.
Halife Osman (r.a.) bir gün minbere çıktı, cemaate baktı:
“Ey insanlar! Kardeş kardeşe ‘benim kıraatim seninkinden üstündür’ demeye başladı.
Vallahi bu, ümmetin kalbine düşen bir ayrılıktır.”
Sonra Zeyd b. Sâbit’i çağırdı:
“Ey Zeyd, Kur’ân’ı Resûlullah’tan duyduğun şekilde birleştir.
Diğer okuyuşları bu mushafa uygun hâle getirin.” [6]
Nüshalar çoğaltıldı, beldelere gönderildi.
O günden sonra Kur’ân, kıyamete kadar bir harf bile değişmeden korundu.
Kılıçla değil, kalemle kurulan bir birliğin adıydı bu.
Bir Nurla Veda
Fitne yılları kapıyı çaldığında Osman (r.a.) seksen yaşını geçmişti.
Evinin etrafı kuşatılmış, halk kışkırtılmıştı.
Oysa elinde sadece bir mushaf, dilinde sadece dua vardı.
Kapıdan bir sahabe seslendi:
“Ey Emîrü’l-Mü’minîn, izin ver, kılıç kuşanalım!”
Ama Osman başını salladı:
“Ben Rasûlullah’tan duydum:
‘Kim fitne günlerinde kılıç çekerse, o fitnenin paydaşı olur.’
Vallahi ben kan dökmem.” [7]
Son sabah, Kur’ân okuyordu.
Ayeti mırıldanıyordu:
“Allah sana yeter; O, senin yardımcındır.”
Kapı kırıldı.
Osman’ın kanı mushafın sayfalarına damladı.
O gün tarih, “Kur’ân uğruna can veren halife”yi kaydetti.
Haya ile Parlayan Işık
Osman (r.a.), sessiz bir çınar gibiydi.
Kökü hayâ, gövdesi sadakat, meyvesi cömertlikti.
Hiçbir zaman bağırmadı, ama ümmetin kalbine adını kazıdı.
O, sözüyle değil, duruşuyla anlattı İslâm’ı.
Her ümmetin kahramanı olur;
ama her çağ, bir Osman b. Affân doğurmaz.
Onun yüzünde nur, kalbinde emanet, elinde sadaka vardı.
Ve hâlâ her müminin içinde bir Osman sesi yankılanır:
“İyilik gizlense de ışık olur.”
Kaynakça
[1] İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebî, c.1, s.298.
[2] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, c.3, s.175.
[3] Sahîh-i Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 2401.
[4] Tirmizî, Menâkıb, 3703.
[5] İbn Hanbel, Müsned, I/70.
[6] Sahîh-i Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 4987; İbn Ebî Dâvûd, Kitâbü’l-Mesâhif, s.41.
[7] Taberî, Târîhü’l-Ümem ve’l-Mülûk, c.4, s.334–340; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c.7, s.186.