0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
106
Okunma
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Özet:
Bu makale, nüfus ve yüzölçümü olarak küçük ancak uluslararası arenada bağımsız statüye sahip mikrodevletleri, felsefi, sosyolojik ve psikolojik bir perspektifle incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma, mikrodevletlerin varlık sebebini, "Rızalık Yolu" metaforu üzerinden tanımlanan insan olma halleriyle ilişkilendirerek analiz eder. Temel argüman, mikrodevletlerin sadece tarihsel veya coğrafi anormallikler olmadığı, aksine kolektif bir kimlik, özerklik ve "rıza" arayışının siyasi-teşkilatlı ifadeleri olduğudur. Mustafa Kemal Atatürk’ün insan merkezli, aklı ve vicdanı önceleyen uygarlık projesi, bu devletlerin dayandığı prensiplerle karşılaştırmalı olarak ele alınacak ve modern ulus-devlet sisteminde nasıl bir işleve sahip oldukları, birer "antitez" olarak nasıl konumlandıkları sorgulanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mikrodevletler, Rızalık, Souverenlik, Kimlik, İnsan-ı Kâmil, Toplumsal Sözleşme, Atatürk, Uygarlık, Vatikan, Monako.
Giriş: Küçük Olanın Büyük Sorusu
İnsanı insan yapan, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellik, eylemlerinin ahlaki sonuçlarının bilincinde olması ve bu bilinçle "rızalık" arayışı içine girmesidir. Bu felsefi çerçeve, bireyden topluma, oradan da devletin organizasyonuna kadar genişletilebilecek bir derinliğe sahiptir. Bir devlet, tıpkı bir birey gibi, neden var olur? Meşruiyetini nereden alır? Bu sorulara verilen cevaplardan biri, Max Weber’in vurguladığı gibi, "meşru şiddet kullanma tekeli" ise, bir diğeri –belki de daha derin olanı– "rıza tekeli" veya "rıza toplama kapasitesi" olabilir.
Mikrodevletler (Vatikan, Monako, Lihtenştayn, Andorra, San Marino), bu sorgulama için mükemmel bir laboratuvar sunar. Bu devletler, geleneksel ulus-devlet modelinin aksine, askeri veya ekonomik güce dayalı bir varlık iddiasından ziyade, tarihsel, kültürel ve dini bir "rıza" ile ayakta durmaktadır. Bu makale, mikrodevletleri, bir metafor olarak "köpek" ve "insan-ı kâmil" ayrımı ışığında okuyacak; onların, kolektif bir "insan olma", kimliğini koruma ve dışsal tahakkümden azade olma yolundaki mücadelelerini, Atatürk’ün insan merkezli uygarlık idealinin mikro ölçekli yansımaları olarak yorumlayacaktır.
1. Mikrodevletlerin Tarihsel ve Felsefi Kökenleri: Sûretin ve Sîretin Korunumu
Mikrodevletler, ulus-devlet sisteminin homojenleştirici, merkezileştirici baskısına karşı bir direnişin, bir antitez’in sonucudur. Tarihsel olarak, ya çok eski yönetim geleneklerini (San Marino, 301 AD) korumayı başarmışlar ya da büyük güçler arasındaki denge siyasetinin bir ürünü olarak varlıklarını muhafaza etmişlerdir (örneğin, Andorra’nın Fransa ve İspanyol piskopos arasındaki kondominyumu).
Felsefi Açıdan: Bu durum, "sûret" (dış görünüş, form) ile "sîret" (içyüz, öz) arasındaki diyalektiği hatırlatır. Mikrodevletler, ulus-devletlerin "sûretine" (bayrak, milli marş, diplomatik temsil) sahiptir ancak onların "sîretinden" (nüfus, askeri güç, ekonomi) yoksundur. Ancak bu eksiklik, onları daha otantik bir "sîret", yani güçlü bir kolektif kimlik ve aidiyet duygusu geliştirmeye iter. Tıpkı bireyin, fiziksel gücüyle değil, ahlaki karakteriyle ("sîretiyle") insan-ı kâmil mertebesine ulaşması gibi, mikrodevletler de maddi güçten ziyade kimlikleriyle var olurlar. Varlıklarının meşruiyeti, halklarının ve uluslararası toplumun bu özgün kimliğe verdiği "rızaya" dayanır.
2. Psikolojik ve Sosyolojik Boyut: Aidiyet, Güvenlik ve Kâmil Toplum Arayışı
Mikrodevletlerin vatandaşları, genellikle derin bir aidiyet ve güvenlik duygusuna sahiptir. Sosyolojik olarak, bu toplumlar, Ferdinand Tönnies’in tabiriyle bir "cemaat" (Gemeinschaft) özelliği gösterir. İlişkiler yüz yüze, samimi ve geleneklere dayalıdır. Bu durum, bireyin kendini bir bütünün parçası olarak hissetmesini, dolayısıyla "rızalık" mekanizmasının işlemesini kolaylaştırır.
Psikolojik Açıdan: Bu, Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin üst basamaklarına (ait olma, saygınlık, kendini gerçekleştirme) ulaşma imkanı sunar. Birey, anonim bir kalabalığın içinde kaybolmak yerine, toplumsal sözleşmeye doğrudan katkıda bulunabilir. Yöneticilerle vatandaşlar arasındaki mesafe minimaldir. Bu da, metaforumuzdaki "yapılan hatanın farkına varılması ve telafisi" sürecini –yani Rızalık Yolu’nu– son derece etkin kılar. Zarar görenle zarar veren arasındaki bağ kopuk değildir; dolayısıyla tazminat ve rıza alma süreci daha organik işler. Bu, bir anlamda, "kâmil" olma yolundaki bir toplum modelidir: küçük, şeffaf, sorumluluk bilinci yüksek ve birbirine bağlı.
3. Atatürk’ün İnsan Merkezli Uygarlık Projesi ve Mikrodevletlerdeki Yansımaları
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği model, "kula kul olmayan, özgür iradeli, aklı ve vicdanı rehber edinen bireyler"i merkeze alan bir projeydi. Bu model, bireyi güçlendiren siyasi haklar ve özgürlüklerle donatılmış, laik ve demokratik bir hukuk devletini öngörüyordu. Amacı, insanın içindeki yaratıcı ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak aklın aydınlattığı bir uygarlık yaratmaktı.
Mikrodevletler, bu idealin farklı tezahürlerini sergiler:
Özgür İrade ve Souverenlik: Atatürk’ün hedeflediği "tam bağımsızlık" ilkesi, mikrodevletlerdeki var olma ve kimliğini koruma iradesinde somutlaşır. Her biri, büyük komşularına rağmen bağımsızlığını muhafaza ederek, kolektif özgür iradenin bir göstergesidir.
Rıza ve Meşruiyet: Atatürk’ün "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" sözü, bir rıza rejiminin en net ifadesidir. Mikrodevletlerde bu rıza, resmi yollardan (seçimler) ziyade, güçlü tarihsel ve kültürel mutabakatla sağlanır. Vatikan’daki Papa’nın hem dini hem siyasi lider oluşu, halkının (ruhban sınıfı ve vatandaşların) bu duruma verdiği tarihsel rızayla mümkündür.
İnsanı Merkeze Alma: Mikrodevletlerin küçük ölçeği, vatandaşın refahını ve güvenliğini doğrudan merkeze alan politikalar üretmelerine olanak tanır. Monako’nun vergi politikaları veya Lihtenştayn’ın doğrudan demokrasi modeli, bireyin ihtiyaç ve isteklerine daha duyarlı bir yönetim anlayışını yansıtır. Bu, Atatürk’ün "halkın efendisi" olarak gördüğü köylünün ve emek sahibinin menfaatini gözeten sosyal devlet anlayışıyla paralellik gösterir.
4. Tez ve Antitez: Mikrodevletler Modern Dünyada Bir Anomali mi, Yoksa Bir Alternatif mi?
Tez (Eleştirel Bakış - Anomali): Mikrodevletler, modern ulus-devlet sisteminin birer anomolisidir. Varlıkları, genellikle büyük devletlerin stratejik çıkarları veya kayıtsızlığı sayesinde mümkün olmuştur. Ekonomileri çoğunlukla turizm, finans veya kumar gibi tek bir sektöre dayalıdır, bu da onları küresel dalgalanmalara karşı savunmasız kılar. Ayrıca, küçük ve kapalı toplum yapıları, dışlanmacılığa, nepotizme (kayırmacılığa) ve demokratik katılımın sınırlı kalmasına yol açabilir. Vatikan örneğinde olduğu gibi, teokratik yapılar evrensel insan hakları normlarıyla, özellikle de ifade özgürlüğü ve cinsiyet eşitliği ile çelişebilir.
Antitez (Savunu - Alternatif Model): Mikrodevletler, küreselleşen ve bir yandan da yerelleşen dünyada bir alternatif model olarak görülebilir. Ulus-devletin "her şeye kadir" olduğu fikrine meydan okurlar. Esnek, uyum sağlayabilen ve niş alanlarda uzmanlaşmış yapılarıyla, 21. yüzyılın karmaşık sorunlarına farklı çözümler sunabilirler. Lihtenştayn’daki doğrudan demokrasi uygulamaları veya Andorra’nın iki prensli (co-principality) benzersiz yönetim modeli, siyasi teoriye zenginlik katar. Bu devletler, gücün paylaşılması, kültürel kimliğin korunması ve sürdürülebilir kalkınma konularında "laboratuvar" işlevi görebilirler.
Sentez: Mikrodevletler ne tam bir anomali ne de mükemmel bir alternatiftir. Onlar, insanlık tarihinin çeşitliliğinin ve direncinin somut kanıtlarıdır. Moderniteye meydan okuyarak değil, onunla uzlaşarak ve kendilerine özgü yollar bularak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu, onları, Rızalık Yolu’ndaki "kusuru bulma ve telafi etme" erdemine benzer bir şekilde, dış dünyadaki değişimlere uyum sağlama ve içsel dengeyi koruma becerisinin kolektif ifadesi yapar.
Sonuç: Küçük Büyüklüğün Simgesi Olarak Mikrodevletler
"Köpek" metaforu, bilinçsiz eylemi temsil eder. Geleneksel anlamda güçlü bir devlet, askeri veya ekonomik gücüyle –farkında olmadan– çevresine zarar verebilir (kümesi yağmalayan köpek gibi). Mikrodevlet ise, varlığının hassasiyetinin farkında olan, bu nedenle eylemlerinin sonuçlarını hesaplayan, komşularıyla ilişkilerinde "rıza"yı arayan ve kimliğiyle var olmayı seçen "insan-ı kâmil"e benzer bir konumdadır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün inşa etmek istediği insan merkezli uygarlık, nihayetinde bireyin ve toplumun kâmil insan olma yolculuğunun bir makro yansımasıdır. Mikrodevletler ise bu yolculuğun mikro ölçekli, somut ve son derece ilginç örnekleridir. Onlar bize, bir devletin büyüklüğünün nüfusunda veya toprağında değil, dayandığı rızada, koruduğu kimlikte ve sürdürdüğü özgür iradede yattığını gösterir. İnsan olma yolunun zorluğu ve onuru, birey için ne kadar geçerliyse, bir devlet için de –hele ki bu kadar küçük bir devlet için– o kadar geçerlidir. Bu minvalde, mikrodevletler, uluslararası sistemin "kümesinde" dolaşan bilinçsiz "köpekler" değil, varlıklarının anlamının farkında olan "kâmil" aktörler olarak okunmayı hak ederler.
Kaynakça
Anderson, B. (2006). Hayali Cemaatler. Metis Yayınları.
Dahl, R. A. (1998). Demokrasi Üzerine. Phoenix Yayınevi.
Eccardt, T. M. (2005). Secrets of the Seven Smallest States of Europe: Andorra, Liechtenstein, Luxembourg, Malta, Monaco, San Marino, and Vatican City. Hippocrene Books.
Maslow, A. H. (1943). A Theory of Human Motivation. Psychological Review, 50(4), 370–96.
Rousseau, J. J. (2010). Toplum Sözleşmesi. İş Bankası Kültür Yayınları.
Tönnies, F. (2001). Cemaat ve Cemiyet. Lotus Yayınevi.
Weber, M. (2012). Meslek Olarak Siyaset. Yarın Yayıncılık.
Zürn, M. (2018). Contested Globalization: The Global Governance of Microstates and Tax Havens. (Çeşitli makalelerden esinlenilmiştir)
5.0
100% (1)