Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Oğuz Can Hayali
Oğuz Can Hayali

(20) ANTİK İKİ DÜŞ

Yorum

(20) ANTİK İKİ DÜŞ

0

Yorum

4

Beğeni

0,0

Puan

150

Okunma

(20) ANTİK İKİ DÜŞ

Çalıyorlarsa Kaz Dağ’lım
altın arıtmak için
suyunu Bakır Çay’ının;
Acıyıp azalan,
Arsen’e bulanan
da sensin!

" Hades’in kahrımı,
Diyanisos’un çilesimi seni çürüten ?"
Deme Laf Ebem.
Ben anlamam onları;
Ne yeraltı Tanrısı, ne şarabın mucidi,
nede öbürü, Destancı Başı Homer’i.
Ama, anlarım Nazım’ın ne dediğini;

"Yar’in dudağından gayri"()
ye;
İda’da dahildir,
mutluluk da,
şiir de.
(
) İDA’NIN ONURUNA (1) ŞİİRİ. Yana yatık /italik dize; Şeyh Bedreddin Destanı . NAZIM HİKMET . Hasretin Adı . Amman Verlag .S 110

Gerçekten de Phillipp bu serüvenin nereye varacağını kendisi bile bilemiyordu. Bu Antikacı Dükkanı’nı bulanda aslıında o değildi ki! O bundan kesinlikle emindi. Ayrıca Akçe’yi taşıdığından beri, böyle anlamsız olaylarla karşılaşmasını da artık gittikçe normal görmeye başlamıştı. Çünki o; Ne Akçe’nin yaptırımlarına karşı çıkabiliyor, ne ondan kurtulabiliyor, nede kısa beyaz eteklikli Antik Er’lerin onun peşini bırakmamalarını önleyebiliyordu. Gözlerini kapatsa bile; Beyaz gölgeler kaybolmadığı gibi; Çevresi antik filim sahnesine dönüşmeye başlıyor, insanların giyimleri değişiyor, yollar daralıp kalabalık tenteli pazarlar haline geliveriyordu. İşin anlaşılmaz olan yanı ise, bu oyuna onun da, aynı yerde, oradaki insanlarla birlikte katılmasıydı. Tüm konuşulanları duyuyor, anlıyor ve hatta cevabını bilmediği sorulara bile mantıklı karşılıklar verebiliyordu. 40 yıllık dost gibi, karşılaştığı insanlarla yaptığı tartışmalarda; Hiçbir konuşma konusunu zorluk çekmeden konuyu derinleştirebiliyor, ya destekliyor yada çürütmeye çalışıyordu.
Üniversite tahsili süresince öğrendiği Antik Yunanca dili ile, sanatçı ve poltikacı kişilerle, bu tür düş toplantılarda sıkca karşılaşmış ve onlarla tartışmıştı. Oysa o Akçe’yi kısa bir süre önce bulmuştu! “Bunca olay böyle kısa bir zamana nasıl sığar?”diye düşündü. Ayrıca zaman kavramını hiçe sayan bu tür olaylar; Yaşadığı son andan başlayarak, ya onu gerçek yaşamdan koparıyor yada yüzlerce yıl geriye götürüyordu. “Bunu gerçek yaşantı olarak kabullenmek asla akla ve mantığa sığacak bir şey değil.” diye durumu içinden irdelerken, Akçe’nin;
“ Ben sende olduğum müddetçe zaman kavramının yok olduğunu ve iki ayrı dünyada aynı anda yaşadığını unutma!”
Hatırlatması kulaklarına geldi. Yeniden; ”Nasıl yani, ben burada iken aynı anda başka bir yerdede mi yaşıyorum? Tümüyle olanaksız bir şey !” diye düşünürken;
“ Ya roman, hikaye, şiir, film ve tiyatro yazarları?”
Fısıltısı Akçe’den gelince;
“Ne olmuş onlara?
Sorusunu aynı gizlilikle sormak zorunda kaldı. Çünki, gerideki masanın bir sandalyesine oturmuş günlük gazete okuyan Helen’in onu, kendi-kendinle konuşurken görmesini istemiyordu. Ona bakarak konuşmaları dinleyip-dinlemediğini kontrol etti. Akçe’den;
“ Onlarda okuyucuları ile yada seyircileriyle birlikte yarattıkları sanat eserlerinde hep böyle bir yolculuğa çıkmıyorlar mı?“
Cevabı soru şeklinde gelince, kendine geldi. O şimdi düpe-düz bir bronz Akçe ile sohbet etmekteydi. Durumun tuhaflığına kendi bile güldü ve; “Aslında haklı!” yargısıyla yeniden bir bilim adamı gerçekliğine dönerek sustu.
Phillipp Akçeyi yanında taşıdığı müddetçe, bu tür sorulara karşılık arayacak, böyle anlamsız durumlarla daha sıkca karşılaşacak ve günün birinde yaşadıklarının ne düş, nede kabus olmadığını anlayacaktı. Çünki “düş” olarak gördüğü olayların, geçmişte mutlaka izleri vardı ve tüm bunlar; Ya kendisinin yada başkalarının gerçekten yaşanmış olduğu şeylerdi. Nasıl bir kitabı okurken, orada anlatılan olayı gerçek gibi anımsayıp, içine girerek yaşıyabiliyorsak vede ispatlanmış bir ilmi sonucu, yada salt bir formülü şüphe etmeden kabul edip kullanıyorsak, bu “düş” dediklerimizin de “inandırıcı ve gerçek” olan bir yanı vardı. Bu yüzden düşlerinde karşılaştığı filozoflar, şairler, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları ve poltikacıların savundukları fikirler, karşı koydukları yanıtlar, ileri sürdükleri tezler Phillipp’in yaşamı boyunca okuduğu, öğrendiği yada yaptığı tartışmalardan kazanılmış bilgilerdi. Bunları zamanla belleğinde irdelemiş, hafızasında saklamış ve bağzılarını kendi fikri olarak benimsemişti. “Genel kültür” diye adlandırdığımız bu verilerin kanıtlarının; Yazıta geçmiş belgelerde, bilimsel kitaplarda, bu güne kadar yapılan araştırmalarda vede eski eser kazılarında yeryüzüne çıkmış buluntularda var olduklarını görmüştü. Şimdi onun “yeni bir olay” olarak yaşadığı şeyler bu güne kadar kazandığı tecrübe ve bilimsel bulgulardı ki; O dünü, bugünün verileriyle, onlar ile, başka bir mekanda ve Akçe’nin tılsımı yardımıyla belleğinin içinde düş olarak canlandırabiliyordu. “Ama nasıl olurda, bir filmi gerisin-geri seyretmek gibi böyle tuhaf olgunun içine girip, dünü bu kadar hızlı bir şekilde yaşayabiliyorum?” Sorusuna da içinden bir cevap aramaktanda kendini alamadı. Böyle bir şeyin olanaksızlığını bilen Phillipp’i rahatsız eden diğer bir unsurda “Geçen zamanın kısalığı yada hiç olmamasıydı“ Arkasından gelen ;
" Ne zamanı?"
Sorusunu duyan Phillipp, yüksek sesle konuştuğunu sanıp iş yerine dönerek Helen’e baktı. Ses onun sesiydi ama o hayatından memnun bir şekilde gazetesini okumaktaydı; “Mutlaka bu soruyu soran Akçe idi. İyisimi Helen’i rahat bırakayım.” kararını vererek yeniden vitrine dönmesine karşın, yinede içindeki şüpheyi yenemedi ve; “Belkide gazetesini okurken bana bu soruyu sordu?” varsayımını irdelerken, kulaklarına gelen Helen’in;
" Böyle uzun bir yaşamı bu kadar kısa bir zamana nasıl sığdırabilirsin, Phillipp?"
Yanıtını duyunca, sesin azıcık yankılı ve derinden gelmiş olmasına aldırmayarak geri dönüp ona;
" Sen bana birşeymi sordun Helen?"
Sorusunu sormak hatasını yaptı. Helen başını elindeki gazeteden kaldırarak ona baktı. Yüzündeki ifadeden bu soruyu onun sormadığını geçte olsa anlamıştı. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemiyordu.Yinede özür olarak;
“ Biraz önce?”
Demekten kendini ala-koyamadı. Helen ona endişeli gözlerle bakarak;”Hayır” anlamına gelen bir baş ve kaş işareti yapınca;
“ Öyleyse ben yanlış duydum.”
Cevabındaki onun kararlığından şüphelenerek;
“ Neyi?
Sorusu ile ondan bir açıklama bekledi. Phillipp, cevap yerine ona sırtını çevirerek vitrine dönünce de, onun gittikçe sıklaşan bu anlamsız söz ve davranışlarından kaygılanmaya başlayan Helen;
" Bana böyle uyur-gezer gibi sorular sorma lütfen!"
Terslemesi ile bakışlarını yeniden elindeki günlük gazeteye çevirdi. Onun bu tenkidie geç gelen;
" Olur!"
Cevabını ise yine Akçe vermişti. Phillipp ilkin Akçe’yi azarlamayı düşündü. Ama böyle bir cezalandırmanın olanaksız olduğunu bildiğinden ve karışık olan durumu dahada karıştırmamak için susmayı tercih etti. Helen ise ona bakarak başını iki yana salayıp; ”Bir an önce buradan çıkıp bir doktor bulmamız gerek!” düşüncesiyle bakışlarını yeniden elindeki gazeteye çevirerek, sustu.
Phillipp vitrine yarı gövdesini dahada sarkıtarak merdiven boşluğunun yanındaki duvara baktı. Orada Komutanı göremeyince;
“ Çok şükür.”
Rahatlamasıyla tam geri çekilecekti ki, önündeki cam; İlkin buğulandı ve sonra mermer gibi beyazlaştı. Bu beyaz ekranın üzerinde Antik bir sokak görüntüsünü çizgileri belirmeye başladı. Çizgiler dahada kalınlaşarak kontur ve derinlik kazanıp-büyüdüler. Öne doğru gelip, belirli bir uzaklıkta durduktan sonra, netleşip derinleşerek renk ve canlılık kazanmaya başladıkları anda. Phillipp’in;
“ Mutlaka çıldırıyorum!”
Yakınmasıyla, önündeki vitrinin camındaki, antik sokak görüntüsünün çizgleri tamamlanmış olan yere ilgisini odaklayınca; Uzun beyaz elbiseli bir grup genç kızın, sırma şeklinde örülmüş vede “kuş yuvası” gibi başlarının üstüne oturtulmuş saç tuvaletleri ile gülerek ona el salladıklarını gördü, yada düşledi. Bu görüntüye;
“ Hayda!”
Nidası ile karşı çıkar-çıkmaz ansızın kulaklarına; İnsan, hayvan ve at nallarının taş yolda çıkardığı sesler ve araba-teker gürültüleri doluverdi. O; ”Yine Akçe’nin bir oyunu bu.” diye düşünürken, ayakları birden-bire yerden kesili ve bu kalabalığın içine kayıverdi. Kendini genç kızların ortasında bulan Phillipp şimdi bu görüntüsü’nün bir parçası olmuştu artık. Giymiş olduğu şık beyaz kısa etekliği görünce utancından; Kırdığı dizlerinin altına dek uzanmış eteğini yere doğru itip; “ Böyle birşey asla olamaz!” endişesi içinde; Çaprazladığı bacaklarının üstüne eğili direnirken, kızların en güzeli onun bu çümlesini şarkı söyler gibi sesini yumuşatıp, tanınmış bir makama ayak uydurdu ve;
“ Asla olmaz, deme! Asla, asla olmaz.”
Tekerlemesi ile hem gülerek, hemde iki yana açmış kollarıyla birlikte her bir yanını oynatarak ona doğru yaklaştı ve çıplak ayak parmakları ucunda kalkarak boynuna sarıldı. Göbeğini onun göbeğine sıkıca dayadıktan sonra da; İnce beyaz elbisesinin altındaki sütyensiz dik göğüs uçlarını onun göğsüne iyice bastırdı ve diğer ayağını dizinden kırarak kalçasına doğru kaldırdı. Uzun narin kollarıyla Phillipp’in başını kendine doğru çeken bu güzel. utancından kıp-kırmızı olmuş Phillipp’in yüzüne yaklaşarak şaşırmış dudaklarına bir öpücük konduruverdi. Diğer bir genç kızda sırtına doğru gelerek, arkasından başının üstüne elindeki zeytin dalından dosluk tacını geçirdi. Her iki genç kız onun kollarına girdiler ve öne doğru birlikte neşeyle yürümeye başladılar. Arkadan iten vede önünden onun beyaz kısa etekliğini çeken diğer genç kızların şakacı ve cilveli cıvıltılarıyla; Yüksek mermer sütunlu, geniş ağaç kapılı, ihtişamlı bir Aristokrat evinin önünde kadar şarkı söyleyip, dans ederek gelerek durdular. Deri koşumlu semiz bir atın çektiği, iki tekerlekli tek kişilik, arkası açık süslü bir araba yanlarından geçti. Üstünde kısa boylu ve giyiminden zengin olduğu anlaşılan yaşlı bir bey, dizgini;
“ Bırrr!”
Diye çekerek arabasını biraz ileride durdurduktan sonra geri dönerek Phillipp’i uzaktan bir eliyle dostane bir şekilde esenledi. Erkek hizmetli, arkası açık olan bu arabanın yanına koştu, yere diz çökerek elinde tuttuğu ağaç kutuyu arabanın arkasına koyrak başını saygıyla yere eğip geri çekildi. Phillipp’in içinden yaptığı; “Belli ki köle.” irdelemesine zaman bile kalmadan, bu basamağa basarak arabasından inen bey kollarını abartmalı bir şekilde iki yana açarak;
" Dostum Phillipp! Çok şükür kavuşturana..."
Diye ona doğru gelmeye başlayınca Phillipp şaşırdı. Çünki onu özlem dolu hislerle kucaklayan ve sevgiyle sarılıp bağrına basarak sırtını tokmaklayan bu kısa boylu yaşlı adamın; Özenle traşlanmış ve kremle parlatılmış saçsız kafasının her iki yanlarında öbeklenmiş beyaz kıvırcık saçlarının altında, öne doğru kalkık normalden büyük iki kepçe kulak sallanmaktaydılar. Eğer bu kulakları sivri bir keçi sakallı birbirine bağlamasaydı vede bu bey 20 yaş daha genç olsaydı, bu adamın Birinci Dünya Savaşı sonrası Çanakkale’sinde karşılaştığı şapkacı Mösyö Dumont olduğuna yemin bile edebilirdi;
" Anlat bakalım, seni hangi rüzgar attı buraya?”
Sorusuna daha çok şaşıran Phillipp; “Bu adam aynı cümleyi biraz önce şapkacı dükkanında bana sormamışmıydı?” şüphesi ile karşolayan Phillipp, cevap olarak; “Helen’in Truva özlemi.” demedi. Böylece, karışık olan durum, dahada anlaşılmaz hale gelebilirdi.
Kol-kola girerek; Etrafında cıvıldayan genç kızların cilveli sıçramaları eşliğinde, zengin evlerini geçerek geniş bir alana kadar geldiler. Birlikte alanın ortasında yürümeye başladıkları anda Phillipp, yaşadığı bu düşün anlamını çözmeye çalışıyordu.
Karşıdan gelen ve yanlarından geçen kişilerin; Ellerini yüzlerinin önünde birbirlerine birleştirmiş şekilde, alınlarına dik, dua eder gibi tutarak, baş ve gövdelerini eğip, geriye doğru bir adım çekilip onları böyle saygıyla esinlemelerine bakılırsa, bu adamın yüksek mevkide biri olduğu anlaşılıyordu. Phillipp’te, elinde olmadan tıpkı bu bey gibi, onları alkışlayan ve onurlandıran kalabalığa, yanda boş duran kolunu hafifçe yukarı kaldırıp, başını öne eğerek karşılık verdi. Alkış ve “Çok yaşa Phillipp!’”sesleri dahada yükselince bu onun hoşuna gitti ve elinin tersiyle havada sekizler çizip kalabalığa yanındaki bey gibi karşılık vermeyi sürdürdü. Böylece tüm şüphelerinden arınarak hayatından memnun bir şekile kol-kola cadde ortasında ilerlerken, arkasından gelen Helen’in;
" Hayrola Phillipp!”
Sorusunu duyunca başını o yöne çevirir-çevirmez, kendini Antikacı Dükkanı’nın içinde buluverdi. Helen şaşkın ve soru dolu gözlerle ona bakmaktaydı;
“Ne yapıyorsun sen yukarıdaki elinle böyle?"
Sorusuna;
" Ah! benmi?"
Dediğinde, havada sekizler çizen elini görünce kısa bir an düşündü ve;
" Tuna Dalgaları Akerdeon Bestesi aklıma geldi de..."
Hazır cevabunı verdi. Aynı anda da; Çubuksuz bir orkestra şefi gibi, diğer boş elinide, havadaki öbür elininin ritmine ekliyerek her iki eliyle sekizler çizmeye devam etti;
" Sende biliyorsun; Romen Askeri Bando Şefi İon İvanovic’in bestelediği..."
Helen bu yalana tam inanmak üzereydi ki, Phillipp Tuna Dalgaları yapıtını;
“ Naaağ, na-na-na nağğğ...”
Diye müziğine uygun bir şekilde mırıldanarak yukarıdaki her iki kolu ile havayı kucaklarcasına iş yerinin ortasında dans etmeye başladı;
“ Naaaa nağğğ...”
Vals ritmiyle Helen’e doğru kendi ekseninde döne-döne kayarak yaklaştı;
“ Na-na-na nağğğ...”
Onu belinden yakalayıp, kendine çekti ve döndürerek dans etmeye zorladı. Kollarından zorlukla kurulan Helen;
“ Tamam, tamam!”
Diyerek, güldüğünün anlaşılmaması için hızla arkadaki salona girerek kayboldu. O hem gülüyor, hemde içinden; ”Tuhaf!” diye düşünerek onun tüm bu garipliğine hiçbir anlam veremiyordu.
Dans teklifinin karısı tarafından red edilmesine aldırmayan Philipp; Döne-döne ve aynı şarkının musiğini mırıldanarak vitrininn içine girdi ve sokakta onu bekleyen güzeller ile dans etmeyi sürdürdü. Musik bitince de, onlarla kucaklaşıp-öpüştükten sonra, yanlarından ayrıldı. Yada Phillipp’e öyle geldi.
O şimdi, yalnız olarak, her iki yanında sıra-sıra antik heykeller duran, gösterişli ve büyük bir meydanda idi. Üçgen alınlıklı, yüksek yuvarlak mermer sütunlu ve düz damlı kocaman bir yapının önüne kadar giderek durdu. Orada birikmiş olan kalabalığı güçlükle yararak, ön basamaklarına dek ulaştı. Yukarı doğru çıkan bu mermer merdivenin ilk beşi üstüne yüksek ve geniş bir tahta sahne kurulmuştu. Burası esir kadın ve erkeklerin satıldığı bir köle pazarıydı ve oturdukları yerlerinden ellerindeki altın işlemeli ipek torbaları yukarı kaldırıp, içindeki altın akçeleri şıngırdatan zengin aristokratlar, açık artırmada ücret yükselterek vurgun peşinde birbirleriyle yarış etmekteydiler. Köle Pazarı satıcısı;
" Bakın şu güzele!"
Diye bir yandan bağırıyor, öte yandan da kolundan tutuğu güzel kadın köleyi ekseninde döndürerek, alıcıların iştahını arttıracak sözlerle onun güzelliğini övüyordu. Phillipp merdivenleri hızla çıktı, tahta sahnenin önüne kadar geldi. Köle satıcısına ve açık arttırmaya katılan tüm bu asil zenginlere tam; “Bu yaptığınız iş, insan hakları ve onuruna aykırı bir şeydir!” diye bağıracaktı ki, iş yerinin kapısı açıldı, elindek 4 çaylı tepsisi ile genç içeri girdi. Phillipp o yöne doğru dönünce de, gördüğü bu antik düşte böylece sona ermiş oldu.

Paylaş:
4 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
(20) antik iki düş Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz (20) antik iki düş yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
(20) ANTİK İKİ DÜŞ yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL