Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
Koray Kzlcan
Koray Kzlcan

Pazarın son beş dakikası

Yorum

Pazarın son beş dakikası

( 2 kişi )

2

Yorum

14

Beğeni

5,0

Puan

199

Okunma

Pazarın son beş dakikası

Pazar günleri insanın kendiyle baş başa kalma günüdür diyorlar ya, külliyen yalan
“Çünkü kendinle kalmak, kalabalıktan kaçmak değil — kalabalığın içindeyken de kaçamadığın tek kişiye yakalanmak demektir.”
Benimki biraz fazla baş başa kalıyor.

Kendi iç sesimle tartışıyorum; o da kolay pes etmiyor.
“Sen hiçbir şeyi tamamlayamıyorsun,” diyor.
Haklı, ama sinir bozucu.
Yine de susmuyor, çünkü ben de haklı olduğumda susturulmayı sevmem.

Pazar sabahları hep iyimser uyanırım ben, çünkü henüz pazartesi olmadığını fark ettiğim bir mucizeyle başlar gün.
Yatağın içinde bir zafer kazanmış gibi gerinirim; sanki dünya bana bir günlüğüne tatil vermiş edasıyla… Bir kahramanlık değil bu aslında; daha çok, hayatta kalmanın minik kutlaması diyelim.
Yastığın köşesi saçımı başımı darmadağın etmiştir, ama o da umurunda değil; pazar sabahı kimse güzel görünmek zorunda değil hele ben hiç değilim.

Tavana bakış,-yatağın içinden her hafta aynı sahnede buluşuruz avizeyle-
Onun kendine gökyüzü olan o tavan, benim meditasyonumdur.
Tavanda bir örümcek varsa selamlaşırız; o da tembel bugün belli ki.
Birlikte bir anlaşmamız var gibi: o ağını örüyor, ben hayallerimi.
Aramızdaki tek fark şu: onunki işe yarıyor.

Yorganın altından sadece bir ayak dışarıda olmazsa olmazımdır, çünkü bütün vücutla üşümemek ama tamamen de ısınmamak gerek…
Tam sınırda yaşamak gibi bir şey — ne tam uyanığım, ne tam uykuda.
İşte o aralık insanın en dürüst hâlidir.
Ne yapmadıklarını düşünür, ne de yapacaklarını.
Sadece “o an”ın miskinliğinde salınır…

Bir süre öyle kalırım… Ne uyuyorum ne kalkıyorum, arada bir yerlerde sürünüyorum.
Yastıkta biriken salyaya bile duygusal bağ kuruyorum artık — işte bu kadar sevgi doluyum, salyama bile sadığım; pazar sabahı insanın en derin ilişkisi yastığıyla oluyor çünkü.

Kalkmam gerek biliyorum, ama vücudum “bir beş dakika daha” diye yalvarıyor.
O beş dakika, insanlık tarihinin en uzun beş dakikasıdır zaten — orada zaman bile tereddüt eder.
Bir noktada vicdan sesini yükseltir:
“Kalk, kahve yap, hayata karış, biraz insana benze.”
Ama bir başka ses — o miskin, tatlı, tembel tarafım — hemen karşı çıkar:
“Ne gereği var şimdi? Dünya sensiz de dönüyor zaten.”

İki ses kavga ederken ben battaniyeyi biraz daha düzeltirim, diplomatik bir çözüm gibi.
Sonra bir hareketlenme başlar; önce bir el yorganın dışına çıkar, sonra bir kol.
Ayak zaten öncü birlikti…
Kendimi hayata döndürürken pazarlık yapıyorum:
“Sadece mutfağa kadar, sonra yine dönerim.”

Kalkıyorum, ama sanki ayağa değil de zamana basıyorum.
Yerçekimi fazla çalışıyor pazar günleri; galiba haftanın ağırlığı çamaşır gibi üzerime asılı kalıyor.

Mutfağa giriyorum (kendime gelmem lazım).
Bulaşıklar bana bakıyor, sessiz bir suçlama ile.
Bir kupayı seçiyorum; en sevdiğim olana sıra yine gelmemiş — kaşlarını çatıp bakması yok mu, çok korkuyorum.
Kettle’ın düğmesine basıyorum; o cızırtı, pazarın başlangıç müziği benim için.

Su ısınırken dolap kapağını açıyorum, sırf içindekilere bakmak için.
Bazen insan tok bile olsa açlığa değil, boşluğa bakar.
Benim dolap da boşluğu gayet iyi temsil ediyor, maşallah.

Kahve kabarmaya, ben de yavaş yavaş kendime gelmeye başlıyorum.
Ama hâlâ tam değilim.
Bir yandan kahvemi karıştırıyorum, bir yandan aklım “bugün ne yapsam ki?” diye dolanıyor.
Cevap belli: hiçbir şey.
Ama insan yine de sormadan edemiyor, sanki bir planı varmış gibi.

Kahveyi elime alıyorum; ilk yudum, umutla yanık arasında kalmış bir karar gibi.
Ne tam güzel, ne de dökmelik.
Dilim hafif yanıyor ama iyi geliyor o acı — sanki “yaşıyorsun hâlâ” diyor.
Bir yudum daha alıyorum, kendimi ikna etmeye çalışır gibi.

Kupa elimde, bakışlarım pencerede.
Sokak yavaş yavaş uyanıyor…

Sokağa çıkıyorum; hava güzel.
Mahallede bir teyze süpürgeyle kaderini süpürüyor gibi; önünde biriken yapraklara “siz de mi gittiniz” der gibi bakıyor.
Bir köpek uzanmış, hayattan emekli olmuş (benim gibi).
Bir çocuk bağırıyor: “Anneeee, topum kaçtı!”
Benim top da yıllar önce kaçtı ama hâlâ “belki döner” diye bekliyorum (daha çok beklerim).
İnsan bazı şeyleri aramayı bıraksa bile, içinde bir yer hâlâ arıyor işte…

Bir kafeye oturuyorum. İster istemez kulak misafiri oluyorsun — insanlık hâli, napayım…
Yan masada sevgililer tartışıyor (klasik).
Kız: “Beni anlamıyorsun.”
Çocuk: “Yanındayım işte.”
İçimden: “Yanında olmakla anlamak aynı şey değil,” diyorum ama araya giremiyorum, pazar sonuçta.

Garson geliyor, kahve siparişimi alıyor, ama gözüm başka yerde.
Bir köşede yalnız oturan biri var, yüzüme benziyor gibi.
Bir an ürküyorum; aynadaki yansımammış meğerse (rezilim).

Kahvem de geldi. Evden çıkmadan muhatap olduğum şeyle, yeniden dışarıda muhatap olmak biraz enteresan değil mi?
Köpüğü güzelmiş ama tadı değil (benim yaptığım daha güzel sanki, e tabi sevgi var içinde, ticari menfaat değil).
Bu düşünce bile beni iki yudumluk olgunlaştırıyor.

Ama insan bazen hayatın tadına değil, görüntüsüne alışıyor.
Cheesecake söylüyorum yanına; çünkü mutluluk satın alınabiliyor diye düşünüyorum — bir dilimlik de olsa (ama sadece düşüncede kalıyor).
İlk lokma: “oh be.”
İkinci: “keşke.”
Üçüncü: “neden?”
Tatlı bitiyor, depresyon başlıyor, hayda…
Yine de kalkmıyorum oturduğum yerden; çünkü kalkarsam pazar bitecek, pazartesi yaklaşacak.

Kafeden ayrılmayı bile erteleyen bir insanım ben (sırf zaman geçmesin diye, iyi mi?).
Kalkıyorum sonunda (yani fiziksel olarak).
Ruh hâlim hâlâ sandalyede oturuyor; cheesecake’in kırıntılarına bakıyor, bakıyor, bakıyor…

Dışarı adım atıyorum, bakışma seansı bitince.
Şehrin sesi kulağıma değil, içime doluyor sanki.
Arabalar geçiyor yanımdan, sağımdan, solumdan… Kimisi aceleyle, kimisi amaçsızca; ben ikisinin arasında bir yerlerdeyim.

Yürürken vitrinlere bakıyorum; sanki camlar bana değil de içimdeki boşluğa yansıyor.
Bir mağazada “indirim var” yazısı göz kırpıyor bana.
İçimden: “Keşke hayat da bazen yüzde elli ucuzlasa,” diyorum (benimkisi temenni sadece, olmayacak da, neyse!).

Köşe başında bir simitçi, “taze taze!” diye bağırıyor.
Ama öyle böyle bağırmıyor, sabah çiğ yumurta içmiş gibi sesi de gür, maşallah…
Tazelik… ne tuhaf kelime değil mi?
İnsan da bazen bayatlıyor ama kimse “tazeledik” diye bağırmıyor onun için!

Bir an gülüyorum buna, sonra fark ediyorum:
Gülmek de bazen refleks, tıpkı nefes almak gibi (yapmazsan patlarsın güm diye!).

Eve yaklaştıkça adımlarım ağırlaşıyor.
İçimde biri frene basıyor sanki.
Bütün sokaklar pazartesiye çıkıyor.

Kapının önüne geliyorum; anahtarı çevirirken aklımdan geçiyor:
“Keşke hayatın da böyle bir kapısı olsa — çevirdin mi, bir gün geride kalsın.”
Hayal işte!

Sonunda eve döndüm. (Kürkçü Dükkanı).
Ev sessiz, ama o sessizlikte bir uğultu var.
Bulaşıklar konuşuyor, çamaşırlar bana trip atıyor, masa üstü kağıtlar “Bizi hatırladın mı?” diye soruyor (hatırladım diyemiyorum).
Hepsiyle aramda pasif-agresif bir ilişki var.
Kimse kimseyle kopamıyor, ama kimse de memnun değil (nesnede olsa, memnuniyetsizlik her şeyde diz boyu).

Televizyonu açıyorum, biraz vakit öldürüp sıradakini beklemek için.
Fonda bir Yeşilçam filmi (en sevdiğim).
Adam kadına: “Seni bir ömür beklerim.”diyor.
Ulan biz mesaj beklerken bile sinir oluyoruz.
Bizde sabır bile online oldu artık oğlum!

Zaman ne ara bu kadar aceleci oldu, hiç anlamıyorum, hiç…
Sanki hepimiz geç kalıyoruz bir yerlere (ama nereye olduğunu kimse bilmiyor).

Artık her şey “okundu” bildirimiyle ölçülüyor; aşk bile mavi tikli.
Ama pazar günleri, o eski sabrın gölgesi gelir üstüme.
O yüzden Yeşilçam kırmızı çizgimdir: biraz ağlamak, biraz gülmek isterim; ikisi de aynı gözün çocuğu değil mi zaten?

Artık gece vakti yaklaşıyor.
Hiçbir şey yapmayacağımı bile bile bir iki tabak yıkıyorum, sonra “yarına da kalsın” deyip bırakıyorum.
Ne de olsa pazarın son hakkı tembelliktir (kimse sizden kahramanlık beklemiyor).

ve ışıkları kapatıyorum...
O an evin karanlığında kendi iç sesim büyüyor, yankılanıyor:
“Gelecek hafta gerçekten farklı olacak,” diyorum (e, yalan bu).
Olsa da söylüyorum, ama içten söylüyorum.

Yatağa giriyorum.
Yorgan yine omuz hizasında; bir ayağım dışarıda, denge önemli (çok hem de çok önemli).
Telefonu elime alıyorum, ekran ışığı yüzüme vuruyor (modern mum ışığı mübarek).
Biraz mesajlara bakıyorum, sonra birden yoruluyorum; kimseye bir şey yazmadığım hâlde sanki bütün gün konuşmuşum gibi (tembelliğin daniskası).

Yatağın içinde üçyüzaltmış derece dönüyorum (açımı bulamadım da).
Bütün pazar, tıpkı bir film gibi gözümün önünden geçiyor o an.
Kahve, cheesecake, vitrin, sessizlik…
Her şey yerli yerinde ama içimde bir şey eksik —
belki pazartesiye hazır olmama hâli,
belki de hâlâ pazarın bitmediğine inanma umudu…

Gözlerimi kapatırken kendi kendime gülümsüyorum:
“İyi uykular dünya, pazartesiye kadar beni unut.”

Unutur mu sizce?


kızılcan/25

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (2)

5.0

100% (2)

Pazarın son beş dakikası Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Pazarın son beş dakikası yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Pazarın son beş dakikası yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Etkili Yorum
Tüya
Tüya, @tuya
9.11.2025 21:58:42
İnsan artıları, eksileriyle; kafasının içindeki kurtcuklarla, çelişkiler ve beklentilerle en iyi pazar günleri kendi olabiliyor, bana göre. Siz de bu olguyu olabildiğine iyi işlemişsiniz, Koray bey.

Bu yalın anlatıda, bir çoğumuzun pazar gününe "nefreti" ve "aşkı" ritüeller dahilinde gözler önüne seriliyor. Ve kanıksıyoruz ki, negatif hiçbir şey ne tümüyle değiştirilebiliyor - dış etkenlerin de rolü büyük - ne istenilen yönde de sonlandırabilme gücüne sahibiz. Ve kimileyin de, çaresizliğimizin çemberi içerisinde zikazklar çizerek kendi kendimizi oyalama taktiğine gireriz; belki de daha iyi bir günün olabileceğini öngörmekteyizdir. Trajikomik olan, bu yaşam döngüsünü, ironiyle, mizahla geçiştirerek, sırtımızdaki ağırlığın hafifleyebileceği inancını, kendimize yakın tutarız

Evet, bireysel duygu ve düşünceleri görselleştirir gibi, objektif değerlendiren, detayları ve vurgularıyla gülümseten, özgün bir yazı bu.
Keyif alarak okudum bu surreal döngüdeki beni.
Yine de, zaaflarımız ve umutlarımızla yeni bir pazara tutunmayı umut edeceğiz. Ama paradoksal olan, kafamızda idealize ettiğimiz "gün" kaliteli içeriği ile, ne kapımızdan içeri girebilecek, ne de neden ve niçinini tam olarak kabulleniyor olacağız...

Teşekkür ederim, kronolojisiyle fantastik islenmiş bu pazar raporuna.

Selam saygım ile, Koray bey.
Etkili Yorum
Gule
Gule, @gule
9.11.2025 16:23:30
Bence bu bütün pazarların ve özellikle biz kadınların dilemması diyeceğim ama siz de pazar sendromuna yakalananlardansınız Koray bey:)

Ama yazı gerçekten olağanüstü, çok güldüm çok eğlenceli bir yazı yazmışsınız. Çünkü kelimesi kelimesine çok doğruydu yani karşı çıkacağım tek bir cümlem bile yok!

Sesimize ses olmuşsunuz, ben bu yazıyı bütün pazarların yazısı ilan ediyorum ve hatta çerçeveletip duvarımıza asalım, hiç değilse bu ölgün pazarların kayda değer bir tarafı olur. Allah muhafaza şans eseri aynaya bakıp güleriz falan, biz önce yorgun pazarımızı bu monologlarla karşılayalım.

Ben henüz daha kahvaltımı yapmadım ve nerdeyse akşam oldu, yani öğlen ama akşam içtimasında gibi bu iç karartıcı bulutlar.

Yazıdan sonra saate baktım "eyvah!" dedim hiçbir şey yapmadan akşam oldu!

Bütün hafta bugünü hem dört gözle çekiyorum, hem çemkiriyorum, hem de hiç bitsin istemiyorum. Yani mümkünse bugünde robot gibi hiçbir şey yapmadan kalalım bi süre, bu durgunluğun, sessizliğin keyfini çıkarıp sefasını sürelim ve ayaklarımızı uzatıp -ben iki battaniyenin içinden yazıyorum şu an, zaten kış da gelmiş ikidebir çanak tutuyor pazara- bir yeşilçam filmini ya da pazara özgü başka bir nostaljik film de olur, seyredelim keyfini çıkaralım.

Sizden halliceyim demek isterdim ama nerdeee? Dökülüyoruz diyim siz gerisini anlayın.

Ama yazı gerçekten kendiyle barışık doğaçlama, örtüsüz, sade ve içten ve çok samimi, çok keyif aldım okurken.

Şaka maka gerçekten duvara asmalık, her pazar günü bu yazıyı okuyup keyfim yerine gelmeli...

E artık ben diyeceğimi dedim, yavaş yavaş kahvaltımı yapim...müsadenizle:)

Çok teşekkürler yazan kaleminize.
Saygılarımla
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL