Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
Kenan Gündemir
Kenan Gündemir

Bir Gezginin Hikayesi

Yorum

Bir Gezginin Hikayesi

0

Yorum

3

Beğeni

0,0

Puan

100

Okunma

Bir Gezginin Hikayesi

Bir Gezginin Hikayesi

1500’lü yılların ortalarıydı. Yunus, İstanbul’un daracık, çamurlu sokaklarından yukarı doğru tırmanırken, sırtındaki yamalı çantasının ağırlığını bir kez daha hissetti. İçinde, babasından kalma bir pusula, birkaç parça kurutulmuş et, bir tomar kağıt ve en değerlisi -bir Venedikli tüccardan büyük bir servet ödeyerek aldığı- boş bir defter vardı. Onu asıl yoran ise, içindeki bitmek bilmez merak ve keşfetme arzusuydu. Rüyalarında hep görürdü: Görmediği şehirler, aşmadığı dağlar, ulaşamadığı denizler...

Nihayet, Süleymaniye Camii’nin henüz inşa halindeki muhteşem kubbelerini arkada bırakıp şehir surlarının dışına çıktı. Yol, ufka doğru uzanan, tekinsiz ve sonsuz bir şerit gibiydi. İlk durağı, Bursa’ydı. Yol boyunca, defterine ilk notlarını düştü: "İstanbul’dan çıkışımın üçüncü günü. Bir kervana rast geldim. Develerin boyunlarındaki çanların sesi, çöl sıcaklarına dair hikayeler anlatırcasına çınlıyor."

Bursa’da, ipek böcekçiliği yapan yaşlı bir adamla tanıştı. Adam, ona sadece ipek değil, sabrın ve emeğin inceliklerini de öğretti. Yunus, defterine yazdı: "İpek, bir kozanın içinde ölümü bekleyen bir tırtılın, kanatlanma arzusudur. İnsan da öyle değil midir?"

Yolculuğu onu Anadolu’nun kalbine, Konya’ya götürdü. Bir gece, bir dergahta misafir oldu. Semah dönen dervişleri izlerken, defterine şu satırları karaladı: "Burada dönenler sadece bedenler değil, gökleri arayan ruhlardır. Pusulam sadece coğrafyayı değil, kalbin kıblesini de göstermeli."

Doğuya, İpek Yolu’nun kadim izlerini takip ederek ilerledi. Erzurum’un soğuk, rüzgarlı yaylalarında, göçebe bir Türkmen aşiretiyle çadırlarını paylaştı. Onlarla birlikte koyun güttü, ayran içti. Geceleri, ateşin etrafında anlatılan efsaneleri, destanları büyük bir dikkatle dinledi ve defterine kaydetti. "Bu insanlar," diye yazdı, "taşınabilir evleri ve sonsuz gökyüzü altındaki hayatlarıyla, özgürlüğün ne demek olduğunu bana öğretiyor."

Van Gölü’nün mavi sularını gördüğünde, gözlerine inanamadı. Bir sandal kiralayıp Akdamar Adası’na gitti. Kilisenin taş işçiliği karşısında hayran kaldı. "Farklı inançlar," diye düşündü, "aynı topraklar üzerinde nasıl da yan yana yaşayabilmiş?"

Yolculuğunun en zor kısmı, Doğu Anadolu’nun sarp dağlarıydı. Bir geçitte, eşkıyaların saldırısına uğradı. Sırtındaki kıymetli şeyleri almak istediler. Ama Yunus’un çantasında, onların anlayamayacağı en değerli hazine vardı: Bilgi. Neyse ki, yakındaki bir Osmanlı birliği yetişip onu kurtardı. Bu olay, defterine şu notu düşürmesine sebep oldu: "En tehlikeli haydutlar, sadece yolu kesenler değil, bilginin önünü kesenlerdir."

Aylar, yıllar geçti. Yunus, Anadolu’yu baştan başa dolaştı. Bir gün, İstanbul’a dönmeye karar verdi. Artık sırtında, yamalı çanta yerine, yıpranmış bir deri heybe; içinde ise artık boş değil, bin bir macera, tanışıklık ve bilgiyle dolu bir defter vardı.

Şehrin kapısından içeri adımını attığında, aynı sokaklar, aynı dükkanlar duruyordu. Ama her şey farklı görünüyordu. Çünkü artık o, sadece İstanbullu Yunus değildi. O, Anadolu’yu görmüş, dağlarla konuşmuş, nehirlerle arkadaş olmuş, farklı hayatların içinde kaybolup kendi benliğini bulmuş bir gezgindi.

Eve vardığında, ilk işi, babasından kalma pusulayı rafa kaldırmak oldu. Artık onun pusulası, yüreğinin derinliklerinde, keşfetmenin ve öğrenmenin sonsuz arzusuydu. Mürekkep hokkasını açtı ve defterinin son sayfasına, belki de en anlamlı cümlesini yazdı:

"Gerçek yolculuk, dışarıda değil, insanın kendi içindedir. Ve ben, kilometrelerce yol kat ettikten sonra anladım ki, asıl hazine, gidilen yerler değil, yolculuk sırasında dönüşen insanın kendisidir."

Yunus, İstanbul’daki küçük odasında, geçmiş yolculuklarının anılarıyla dolu defterini karıştırırken, içinde yeniden yollara düşme isteği uyandı. Bu sefer rotası daha belirsiz, daha cesurca olacaktı. Anadolu’nun batısına, Ege’nin mavi sularına ve oradan da denizin ötesine, kimsenin gitmeye cesaret edemediği yabancı diyarlara yelken açmaya karar verdi.

Çantasını bu sefer daha farklı hazırladı. İçine, Bursa’daki ipek tüccarından kalan bir parça ipek, Konya’daki dervişin "hoşgörü" nasihatini hatırlatan küçük bir taş ve Türkmen göçebelerinden hediye edilen bir muska koydu. Bunlar, onun için sadece eşyalar değil, yaşanmışlıkların somut hatıralarıydı.

Yola, bir kervanla birlikte çıktı. İzmir’e vardığında, limanın kalabalığı ve farklı dillerin karıştığı sesler onu büyüledi. Burada, Cenevizli bir gemi kaptanıyla tanıştı. Kaptan, Akdeniz’in ötesine, İtalya’ya gitmek üzereydi. Yunus, bir an tereddüt etti. Yabancı bir diyar, bilinmeyen tehlikeler... Ama içindeki ses, "Git!" diye fısıldıyordu.

Gemi, Ege’nin lacivert sularını yararak ilerlerken, Yunus defterine notlar alıyordu: "Deniz, sonsuz bir bilgelik gibi. Bazen sakin, bazen öfkeli. Bize sabrı ve uyumu öğretiyor."

İtalya’ya ayak bastığında, her şey ona inanılmaz geldi. Floransa’da, Rönesans’ın filizlendiği o muhteşem sanat eserlerini gördü. Heykeller, resimler karşısında donup kaldı. Bir heykeltıraşla tanıştı, onunla taşın ruhundan şekil çıkarmak üzerine uzun sohbetler etti. Defterine yazdı: "Buradaki sanatçılar, taşa ve tuvalde ölümsüzlüğü işliyor. Biz ise Anadolu’da, sözü nakış gibi işleriz. Farklıyız, ama aynı arayıştayız: Güzelliğin ve anlamın peşinde."

Yolculuğu onu Venedik’in kanallarına, oradan da Alpler’in karlı zirvelerine götürdü. Her yeni kültür, her farklı insan, onun ufkunu biraz daha genişletiyordu. Bir gün, bir Alman tüccarın kervanına katılıp kuzeye, Orta Avrupa’ya doğru yol aldı. Viyana’da, bir han odasında, farklı diyarlardan gelen gezginlerle tanıştı. Onlara Anadolu’yu, Osmanlı’yı anlattı. Onlar da ona kendi hikayelerini anlattı. Defterine düştüğü not çok anlamlıydı: "Farklı diller konuşsak da, kahkahalarımız ve gözyaşlarımız aynı. İnsan, nerede olursa olsun, insan."

Aylar, belki de yıllar geçti. Yunus, artık yaşlanmıştı. Sırtında yıpranmış bir heybe, elinde ise sayfaları dolup taşmış, cildi yırtık pırtık olmuş defteri vardı. Memleketi İstanbul’a dönmeye karar verdi. Bu seferki dönüş, ilkinden çok daha farklıydı. Artık sadece Anadolu’nun değil, dünyanın bir parçası olmuştu.

İstanbul’a vardığında, şehir aynı şehirdi, ama o artık başka biriydi. Bir kahvede oturmuş, boğazın mavisini seyrederken, yan masada genç bir adamın, arkadaşlarına "Dünyayı görmek istiyorum," dediğini duydu.

Yunus, tebessüm etti. Yavaşça yerinden kalktı, genç adamın yanına gitti. Cebinden, yıpranmış defterini çıkardı ve adama uzattı.

"Al evlat," dedi, sesi biraz titrek ama gözleri pırıl pırıl, "Benim yolculuğum bu defterde. Ama asıl yolculuk senin yüreğinde başlayacak. Git, gör, öğren. Ve unutma, gerçek hazine gördüğün manzaralar değil, dönüştüğün insan olmaktır."

Genç adam, şaşkınlıkla defteri aldı. Yunus ise, hiçbir şey söylemeden kahveden ayrıldı. Sırtında çantası yoktu artık. Onu en ağır yüklerden kurtaran, tüm dünyayı küçük bir deftere sığdırabilme bilgeliğiydi.

Sokaklarda yürürken, artık sadece bir gezgin değil, yaşanmışlıkların ta kendisiydi. Ve biliyordu ki, onun hikayesi, o defterle birlikte, yeni bir gezginin kalbinde yeniden hayat bulacak ve asla bitmeyecekti. Çünkü keşfetmek, öğrenmek ve dönüşmek, insan ruhunun sonsuz yolculuğuydu.

Paylaş:
3 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Bir gezginin hikayesi Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Bir gezginin hikayesi yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Bir Gezginin Hikayesi yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL