0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
115
Okunma
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Özet: Bu makale, Bosna-Hersek’in Dayton Anlaşması ile tesis edilmiş olan karmaşık siyasi yapısını, “insan olma” ve “rızalık yolu” kavramları etrafında şekillenen bir metaforik çerçeveden analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, devletin sürdürülebilirliğinin sadece hukuki ve kurumsal bir mesele olmadığını, aynı zamanda kolektif bir travma sonrasında toplumun farklı kesimleri arasında “öz” (sîret) düzeyinde bir uzlaşı ve karşılıklı rıza inşası gerektirdiğini savunmaktadır. Makale, Bosna-Hersek’i bir “kümes” metaforu üzerinden okuyarak, entiteler ve etnik gruplar arasındaki ilişkileri, sorumluluk, telafi ve nihai bir barış (rıza) arayışı bağlamında psikolojik, sosyolojik ve felsefi boyutlarıyla irdelemektedir. Sonuç olarak, Dayton sisteminin bir “sûret” (görünüşte) barış sağlarken, kalıcı bir “sîret” (öz) barışı için gerekli olan kolektif insan-ı kâmilleşme sürecini nasıl engellediği eleştirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Bosna-Hersek, Dayton Anlaşması, Rızalık, Sûret-Sîret, Travma Sonrası Toplum, Kolektif Kimlik, Sosyal Sözleşme.
Giriş: Metaforik Bir Çerçeve: Kümes, Köpek ve Rıza
“Bir köpek kümese girer ve tavukları yer... Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.”
Bu güçlü metafor, bireysel düzeyde olduğu kadar kolektif düzeyde de derin bir analiz sunar. 1992-1995 Bosna Savaşı, modern Avrupa’nın göbeğinde yaşanmış, bir ulusun “kümes”ine girmiş ve onun en temel “tavuklarını” – insan hayatını, kültürel mirası, toplumsal dokuyu – hedef almış bir trajedidir. Bu eylemi gerçekleştiren aktörler, metaforik anlamda “köpek” statüsündedir; yani eylemlerinin ahlaki ve insani sonuçlarının tam bilincinde olmayan, etnik nefret ve milliyetçi içgüdülerle hareket eden bir güç.
Ancak savaş biter ve bir düzen tesis edilmesi gerekir. İşte Dayton Barış Anlaşması, bu noktada devreye girer. Dayton, temelde, saldırgan “köpeğin” artık kümese girmeyeceğine dair bir güvence vermeye çalışan, karmaşık bir kilit mekanizmasıdır. Fakat bu mekanizma, asıl kritik soruyu cevapsız bırakır: Yaşanan zararın telafisi ve nihai bir rıza hali nasıl sağlanacaktır? Dayton, savaşı durduran ancak barışı inşa edemeyen, “sûrette” bir çözüm sunarken “sîrette” bir uzlaşma sağlayamayan bir antlaşmadır. Bu makale, Bosna-Hersek’in mevcut durumunu, bu “rızalık yolunun” tıkanmışlığı üzerinden anlamayı hedeflemektedir.
1. Tarihsel Arka Plan: Kolektif Kimliğin İnşası ve Parçalanışı
Bosna-Hersek, tarih boyunca farklı medeniyetlerin (Roma, Bizans, Osmanlı, Avusturya-Macaristan) kesişme noktasında olmuş, bu da onun çoğulcu ve heterojen kimliğinin temelini atmıştır. Osmanlı döneminde İslamlaşma, Bogomilizm, Ortodoks ve Katolik Hristiyanlık iç içe geçmiş, “Bosnalı” üst kimliği altında bir arada yaşama kültürü gelişmiştir. Bu durum, “insan-ı kâmil” idealindeki çeşitlilik içinde birlik fikrine benzer bir toplumsal yapıyı işaret eder.
Ancak 20. yüzyılın milliyetçilik akımları, bu sîret birliğini “sûret” düzeyinde parçalama sürecini başlattı. Yugoslavya’nın dağılması sürecinde, “Boşnak”, “Sırp” ve “Hırvat” etnik kimlikleri, “Bosnalı” üst kimliğinin önüne geçirildi. Bu, metaforik olarak, kümesin sakinlerinin artık “tavuk” olarak değil, “şu ırktan tavuk” veya “bu ırktan tavuk” olarak tanımlandığı bir süreçti. Bu ayrıştırma, içgüdüsel düzeydeki hayvani nefretin önünü açan en temel psiko-sosyal zemini hazırladı. Kimlikler, birbirinin rızasını arayan özneler olmaktan çıkıp, birbirini ötekileştiren ve nihayetinde yok etmeye çalışan nesnelere dönüştü.
2. Dayton Anlaşması: Sûrette Barış, Sîrette Çıkmaz
Dayton Anlaşması (1995), acil bir amaca hizmet etti: kan dökülmesini durdurmak. Bu anlamda, “köpeğin” kümesten çıkartılması başarılmıştı. Ancak anlaşmanın yapısı, derinlemesine bir analizle, bir “rıza” anlaşması olmaktan ziyade bir “ateşkes” anlaşması olduğunu gösterir.
İki Entite, Bir Devlet: Boşnak-Hırvat Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska) şeklindeki yapı, savaş öncesi etnik temizlik politikalarını meşrulaştıran ve kalıcı hale getiren bir düzenlemeydi. Sırp Cumhuriyeti, büyük ölçüde etnik temizlik yoluyla elde edilmiş topraklar üzerinde kuruldu. Bu durum, metaforumuzdaki “köpeğin”, yediği tavukların parasını ödemeden, kümesin yarısının mülkiyetini elde etmesine benzer. Bu, telafi ve rıza ilkesine tamamen aykırıdır. Mağdurlar (Boşnaklar), zalimleriyle aynı devlet çatısı altında, ancak onların savaş ganimetlerini meşru sayan bir sistemde yaşamaya zorlanmıştır.
Karmaşık Yönetim Yapısı: Rotasyonlu üçlü başkanlık sistemi ve her entitenin kendi hükümeti, meclisi ve polis teşkilatına sahip olması, devleti işlevsiz kılmaktadır. Bu yapı, “özünü yoklayarak kusurunu arayan ârifler” yerine, “daima kendini aklamaya çalışan cahillerin” siyaset yapmasına olanak tanır. Siyaset, kolektif iyiyi inşa etmekten ziyade, etnik blokların birbirini veto ettiği, sorumluluğu daima diğer tarafa attığı bir arenaya dönüşmüştür. Bu, toplumsal düzeyde bir “öz yoklama”nın (nefs muhasebesi) önündeki en büyük engeldir.
3. Psiko-Sosyal Analiz: Travmatize Olmuş Bir Toplumun Sîreti
Bosna toplumu, derin ve kolektif bir travma yaşamıştır. Travmanın psikolojisi, bireylerde olduğu gibi toplumlarda da inkâr, öfke ve pazarlık gibi aşamalardan geçer.
Mağdurlar (Boşnaklar ve Diğer Mağdur Gruplar): Onlar için Dayton, adaletsiz bir uzlaşmadır. Srebrenitsa soykırımı gibi bir insanlık suçunun failleri yeterince cezalandırılmamış, toprak kazanımları geri alınmamıştır. Bu durum, travmanın “telafi” ve “tanınma” aşamasının yaşanmasını engellemektedir. Mağdurun, “incitmeyen, incinmeyen” bir insan olma mertebesine ulaşabilmesi için, adaletin tesis edilmiş olması gerekir. Adaletin olmaması, sürekli bir öfke ve güvensizlik hali yaratır.
Failler ve Onların Temsilcileri (Aşırı Sırp Milliyetçileri): Republika Srpska’daki siyasi söylem, sıklıkla savaş suçlarını inkâr etme, hatta failleri kahramanlaştırma üzerine kuruludur. Bu, metaforumuzdaki “köpeğin”, yaptığı eylemin farkında dahi olmaması, onu içgüdüsel bir davranış olarak görmesi durumudur. “Kusurunu aramak” bir yana, eylemlerinden gurur duyulmaktadır. Bu, toplumsal düzeydeki “insan olma” yolundan en uzak noktadır.
Sessiz Çoğunluk: Her üç tarafta da, etnik milliyetçi siyasete destek vermeyen, daha çok ekonomik refah ve Avrupa Birliği geleceği peşinde olan bir kesim vardır. Ancak Dayton’un getirdiği siyasi sistem, bu sesin siyasette karşılık bulmasını neredeyse imkansız kılar. Bu kesim, “rızalık yolunun” asıl potansiyel taşıyıcıları olmalarına rağmen, sistematik olarak dışlanmaktadır.
4. Felsefi ve Etik Bir Sorgulama: Nasıl Bir Sosyal Sözleşme?
Dayton, felsefi anlamda “toplum sözleşmesi” kavramına aykırıdır. Rousseau’nun tanımladığı anlamda bir “genel irade” (volonté générale) değil, farklı etnik iradelerin (volonté de tous) zorla bir araya getirilmesidir. Sözleşme, bireylerin özgür iradeleriyle katıldığı, ortak yaşam kurallarını birlikte belirlediği bir mutabakat değildir. Dışarıdan (uluslararası toplum) dayatılan, içerideki tarafların ise çoğunlukla boyun eğmek zorunda kaldığı bir düzenlemeler bütünüdür.
Gerçek bir sosyal sözleşme, ancak “rızalık yolu” üzerinden inşa edilebilir. Bu da:
Yüzleşme: Tüm tarafların, geçmişte yaşananların ahlaki sorumluluğunu üstlenmesi. (Köpeğin, tavukları yediğinin farkına varması)
Telafi: Maddi ve manevi zararın tazmin edilmesi için somut adımlar atılması. (Yenen tavukların parasının ödenmesi)
Af ve Rıza: Mağdurun, telafiyi kabul ederek affedicilik yoluna girmesi ve nihai bir uzlaşıya (rıza) varılması.
Dayton, bu sürecin ilk adımını bile engellemektedir. Çünkü sistem, yüzleşmenin önünü tıkayacak şekilde, etnik temelli siyaseti ödüllendirmektedir.
Sonuç: İnsan-ı Kâmil Topluma Doğru
Bosna-Hersek’in geleceği, Dayton Anlaşması’nın teknik revizyonundan çok daha derin bir meseleye bağlıdır: Toplumun farklı kesimlerinin, kolektif olarak “insan-ı kâmil” olma mertebesine doğru bir yolculuğa çıkabilmesine. Bu yolculuk, Mustafa Kemal Atatürk’ün hedeflediği gibi, aklın, vicdanın ve sorumluluğun merkeze alındığı, “kula kul olmayan” özgür bireylerden oluşan bir toplum inşasını gerektirir.
Bosna’da bu, etnik aidiyetlerin ötesinde, “Bosnalı” vatandaşlık kimliğinin güçlendirilmesi; eğitim sistemlerinin barışı, hoşgörüyü ve ortak yaşamı öğreten bir içeriğe kavuşturulması; ve nihayetinde, tüm tarafların tarihle yüzleşebileceği, telafi mekanizmalarını işletebileceği ve nihai bir rızaya varabileceği siyasi iradenin ortaya çıkmasıyla mümkün olacaktır.
Dayton’un “sûreti” ancak bu “sîret” değişimiyle anlam kazanabilir. Aksi takdirde, Bosna-Hersek, dışarıdan dayatılmış bir barışın gölgesinde, içeride derin bir rıza eksikliğiyle yaşamaya devam edecek; kümesin kapısı kilitli kalacak ancak içerideki tavuklar, birbirine olan güvensizlik ve korkuyla yaşayacaktır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, bu zorlu ama onurlu yolda, yani kolektif rıza yolunda gizlidir.
Kaynakça
Bringa, Tone. Being Muslim the Bosnian Way: Identity and Community in a Central Bosnian Village. Princeton University Press, 1995.
Campbell, David. National Deconstruction: Violence, Identity, and Justice in Bosnia. University of Minnesota Press, 1998.
Donia, Robert J., ve Fine, John V.A. Jr. Bosnia and Hercegovina: A Tradition Betrayed. Columbia University Press, 1994.
Gagnon, V.P. Jr. The Myth of Ethnic War: Serbia and Croatia in the 1990s. Cornell University Press, 2004.
Huntington, Samuel P. The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. Simon & Schuster, 1996. (Eleştirel bir kaynak olarak)
Judt, Tony. Postwar: A History of Europe Since 1945. Penguin Press, 2005.
Rousseau, Jean-Jacques. The Social Contract. (1762) (Türkçe: Toplum Sözleşmesi, İş Bankası Kültür Yayınları)
Sells, Michael A. The Bridge Betrayed: Religion and Genocide in Bosnia. University of California Press, 1998.
Toal, Gerard (Gearóid Ó Tuathail), ve Dahlman, Carl T. Bosnia Remade: Ethnic Cleansing and Its Reversal. Oxford University Press, 2011.
ICTY (UN International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia) Kararları ve Belgeleri.