1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
119
Okunma
Zübeyr b. Avvâm: Kılıç Gibi Parlayan Sadakat
Yazar: Murat Kerem
“Kılıçla değil, kalple yazılmış bir sadakat destanı.”
Bir Çocuğun Kalbinde Doğan Işık
Mekke’nin ufkunda sabahın ilk ışığı yükseliyordu.
Taş evler sessizdi, ama gökler bir doğuma tanıklık ediyordu.
Henüz kimse bilmiyordu; fakat bir evde tarih değişmek üzereydi.
O ev, Dârü’l-Erkam’ın nuruyla yoğrulacak ilk kalplerden birine ev sahipliği yapacaktı:
Zübeyr bin Avvâm.
Henüz on altı yaşındaydı.
Gençti ama yüreğinde bir dağın metaneti vardı.
Kureyş’in asil ailelerinden birine mensuptu; fakat o günlerde soy değil, sadakat konuşuyordu.
Ve o, soyun değil, hakikatin yanında yer almayı seçti.
Bir sabah, sessiz adımlarla Safâ Tepesi’nin eteklerindeki Erkam’ın evine geldi.
Kapı aralandı; içeriden Kur’ân tilâveti yükseliyordu.
Söz, kalplere işliyor; her harf, gönüllerde nurdan bir iz bırakıyordu.
Rasûlullah (s.a.v.) başını kaldırdı, gülümsedi:
“Hoş geldin, ey Zübeyr. Kalbin bir nur arıyordu, değil mi?”
Zübeyr başını eğdi:
“Evet yâ Resûlallah, içimde uzun zamandır bir sızı var.
Sözlerinde başka bir ses duyuyorum. O sesi aradım, seni buldum.”
Efendimiz (s.a.v.) Kur’ân’dan bir âyet okudu; sesi yüreğe işleyen bir rüzgâr gibiydi:
“De ki: Hak geldi, bâtıl yok olup gitti.
Zira bâtıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ, 17/81)
Zübeyr’in gözlerinden yaşlar süzüldü.
Söz değil, hakikat konuşmuştu.
Ve o an, kalbinden bir “evet” yankılandı:
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah.”
O gün, Dârü’l-Erkam’ın kandillerine bir ışık daha eklendi.
Ve o ışık, kıyamete kadar sönmeyecek bir sadakatin başlangıcıydı.
Ateşin Üzerinde İman
İman ettiğini duyan amcası öfkeyle doldu.
Onu evin damına çıkardı; elinde yanan bir meşaleyle bağırdı:
“Ey Zübeyr! Atalarının dinini terk ettin mi sen?”
Zübeyr dik durdu; alev yüzünü yalarken bile sesi titremedi:
“Ben, Muhammed’in Rabbine iman ettim.
Artık atalarımın değil, Hakk’ın yolundayım.” [1]
Amcası onu dövdü, bastırdı, hakaret etti.
Ama Zübeyr susmadı, geri adım atmadı.
O an gökyüzü, bir çocuğun yüreğinde doğan iman cesaretini kaydetti.
Yıllar sonra Rasûlullah (s.a.v.) onun hakkında şöyle buyurdu:
“Zübeyr, ümmetimin havarilerindendir.” [2]
Bu söz, bir çocuk kalbinin imanla nasıl devleştiğinin ilahî şahidiydi.
Kılıçtan Evvel Kalemle İman
Dârü’l-Erkam’ın o sade evinde, Zübeyr’in ruhu olgunlaşıyordu.
Rasûlullah (s.a.v.), her birine Kur’ân’ı öğretirken, kalplerine merhamet, vakar ve nezaket ekiyordu.
Zübeyr bazen diz çöküp dinler, bazen gözyaşı dökerdi.
Bir gün Efendimiz (s.a.v.) ona dönüp buyurdu:
“Ey Zübeyr, kalbinde iman yer etmiş.
Bil ki, iman bir nurdur; o nur, ancak adanmış gönüllerde parlar.”
Zübeyr başını eğdi:
“Yâ Resûlallah, ben bu nuru söndürmemek için yaşarım.”
O andan itibaren orada bir sır yeşerdi:
İman, sadece yaşanacak bir hakikat değil; taşınacak bir emanetti.
Zübeyr, bu emaneti ilk taşıyanlardan biri oldu —
nur, kalbinden kalbe, evden eve, çağdan çağa onunla aktı.
Bedir’de İlk Kılıç
Yıllar geçti. Hicretle birlikte nur Medine’ye taşındı.
Bedir günü geldiğinde, kılıcını ilk çeken oydu.
Rasûlullah (s.a.v.) ona baktı ve tebessüm etti:
“Senin kılıcın, hakkın yanındadır, ey Zübeyr.” [3]
Bedir’in kızıl toprağında, imanla parlayan bir gençti o.
Zırhını giydiğinde bile kalbi mütevazıydı.
Zaferden sonra diz çöküp secdeye vardı:
“Bu benim değil, Rabbimin lütfudur,” dedi.
Bir başka seferde, Hayber kaleleri önünde yine sancağı o taşıdı.
Duvarın üstünden atladığında Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu:
“Zübeyr, ümmetimin en emin kahramanlarındandır.” [4]
Onun kahramanlığı, kılıcının keskinliğinde değil, niyetinin saflığındaydı.
Dostlukta Sadakat, Fitnede Sükûnet
Rasûlullah (s.a.v.)’in vefatıyla Medine sessizliğe büründü.
Ama Zübeyr, bu sessizliğin içinde davasını kaybetmedi.
Ebû Bekir’e, Ömer’e, Osman’a aynı sadakatle hizmet etti.
Kılıcını dünya için değil, adalet için çekti.
Fakat fitne yılları geldiğinde, o büyük yürek bir kez daha sınandı.
Ali (r.a.) ile karşılaştığında, ikisi de sustu.
Sonra Ali (r.a.) şöyle dedi:
“Ey Zübeyr, çocukken Rasûlullah bana,
‘Zübeyr bir gün haksızlıkla karşında duracak; o gün dön, çünkü hak sende değil,’ demişti.” [5]
Zübeyr’in gözleri doldu.
Kılıcını yavaşça kınına koydu ve dedi ki:
“Öyleyse ben dönerim, yâ Ali.
Benim kılıcım kardeşimin kanına değemez.”
O günden sonra o kılıç bir daha bir mü’minin üzerine doğrulmadı.
Sükût etti; ama o sükût, bir ümmetin vicdanı oldu.
Son Nefes: Kılıcın Gölgesinde Bir Dua
Bir gece çölde, su kenarında atını dinlendirirken yıldızlara baktı.
Rüzgâr, sanki bir dua taşıyordu.
Ellerini kaldırdı:
“Rabbim, ben bu kılıcı hiç zulüm için kaldırmadım.”
Sabaha karşı haince bir saldırıda şehit edildi.
Oğlu Abdullah, babasının kılıcını eline aldığında ağladı.
Çünkü o kılıç, hiçbir masumun kanına değmemişti.
Rasûlullah (s.a.v.)’in şu hadisi, onun ömrünün özeti gibiydi:
“Zübeyr, benim havarimdendir; her peygamberin bir havarisi vardır.” [6]
Bu söz, Zübeyr’in hayatına mühür; ümmetin hafızasına nur oldu.
Nurun Mirasçıları
Zübeyr’in adı sadece bir kahramanın adı değildir.
O, imanın onurunu taşımış bir gönül eri,
hakikat yolunda dimdik durmuş bir nur neferidir.
O, Dârü’l-Erkam’ın ilk halkasında yanan kandillerden biriydi.
Ve o kandiller sönmedi; kalpten kalbe hâlâ ışık taşımaya devam ediyor.
Bugün de o mirasın sessiz varisleri var:
Bir genç gözünü harama kapatıyorsa,
bir öğretmen ilmiyle gönül aydınlatıyorsa,
bir anne çocuğuna Allah sevgisini öğretiyorsa —
onlar da Zübeyr’in yolunda yürüyen gizli kahramanlardır.
Bir gün, bir ev daha aydınlanacak.
O evin penceresinden yine iman ışığı sızacak.
Ve hikâyemiz, o ışıktan doğan yeni bir kalbe dönecek…
Nurdan silsile hiç bitmeyecek.
Kaynakça
[1] İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebî, c.1, s.304.
[2] Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 3720.
[3] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, c.3, s.90.
[4] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c.4, s.45.
[5] Taberî, Târîhü’l-Ümem ve’l-Mülûk, c.3, s.52.
[6] Tirmizî, Menâkıb, 3730; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/165.
5.0
100% (1)