1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
148
Okunma
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Öz: Bu makale, insan olma halini "rızalık" kavramı üzerinden açıklayan bir köpek metaforundan yola çıkarak, bireysel ahlaki olgunluğun (insan-ı kâmil) toplumsal bir sisteme nasıl dönüştürülebileceğini sorgulamaktadır. Çalışmanın temel tezi, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelinin, metaforik dilde ifade edilen "rızalık yolunu" kurumsallaştıran bir "insan merkezli medeniyet projesi" olduğudur. Bu proje, akıl, vicdan, sorumluluk ve öz-eleştiriyle kemale ermiş bireyleri hedefler. Makale, bu modeli, Avrupa Birliği’nin (AB) primarily rasyonalist, bürokratik ve ekonomik temeller üzerine kurulu entegrasyon paradigması ile karşılaştırmalı olarak analiz etmekte; her iki modelin insan doğası, toplum ve nihai hedefleri hakkındaki varsayımlarını felsefi, psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla irdelemektedir. Sonuç olarak, küresel ve ulusal sorunların çözümünde, salt rasyonalite ve hukuki normlardan ziyade, "rıza" etiğine dayalı bir toplumsal sözleşmenin daha sürdürülebilir bir model sunduğu argümanı geliştirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Metafor, Atatürk Devrimleri, Avrupa Birliği, Medeniyet, Ahlak Felsefesi, Sosyal Sözleşme, Öznelik.
Giriş: Metaforik Bir Çerçeve Olarak Köpek ve İnsan
Felsefi düşünüş, soyut hakikatleri somut imgelerle (metaforlarla) kavrama çabasıdır. Verilen köpek metaforu, insan olma durumuna dair derin bir ontolojik ve ahlaki sorgulamayı başlatır. Köpeğin kümese girip tavuk yemesi ve bu eylemin ahlaki boyutundan bihaber oluşu, "sûret" (görünüş) ile "sîret" (öz) arasındaki kadim ayrımı hatırlatır. İnsan, biyolojik bir varlık (sûreten insan) olmanın ötesinde, eylemlerinin ahlaki anlam ve sonuçlarının bilincinde olan, bu bilinçle hatalarını telafi etme ve "rıza" arama iradesini gösterebilen bir varlıktır (sîreten insan-ı kâmil).
Bu bireysel yolculuk, toplumsal düzlemde yankı bulmadığı sürece eksik kalır. Buradaki temel soru şudur: "Rızalık yolu" bireysel bir erdem olmaktan çıkıp bir toplumun, hatta bir medeniyetin kurucu ilkesi haline gelebilir mi? İşte bu noktada, iki büyük siyasi proje –Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti projesi ve Avrupa Birliği projesi– farklı varsayımlar ve yöntemlerle bu soruya cevap aramışlardır. Bu makale, her iki projeyi, "rıza" kavramı merkezinde psikolojik, sosyolojik ve felsefi açılardan karşılaştırmalı olarak inceleyecektir.
1. Bölüm: Metaforun Anatomisi: Sûret, Sîret ve Rızanın Psikolojik Temelleri
Metaforumuz üç kritik aşamayı tanımlar:
İçgüdüsel Eylem (Hayvani Hal): Köpeğin tavuk yemesi. Birey, eyleminin etik boyutundan habersizdir. Psikolojik olarak, Piaget’nin bilişsel gelişim modelindeki "heteronom ahlak" evresine veya Freudyen terminolojide sadece "id"in haz ilkesiyle hareket etmesine benzetilebilir. Toplumsal düzeyde, bu, normların sadece ceza ve otorite ile dayatıldığı, bireyin öznel ahlaki yargısının gelişmediği bir durumu temsil eder.
Ahlaki Farkındalık (İnsan Olma Yolculuğu): Bireyin yaptığı eylemin başkaları üzerindeki olumsuz etkisini idrak etmesi. Bu, Kohlberg’in ahlak gelişim modelindeki "geleneksel düzey"e geçiştir. Birey, toplumsal beklentileri ve karşılıklı ilişkileri içselleştirmeye başlar. Sosyolojik olarak, toplumsal normlara uyum sağlama evresidir. Ancak bu, kâmil insan için yeterli değildir.
Telafi ve Rıza Arayışı (Kemal Mertebesi): Hatayı kabul etme, maddi/manevi tazmin etme ve mağdurun rızasını alma iradesi. Bu, Kohlberg’in "evrensel ahlak ilkeleri" düzeyine yakındır. Adalet, eşitlik ve insan onuru gibi soyut ilkeler, kişinin içsel rehberi haline gelir. Psikolojik açıdan bu, "öznelik" (agency) kazanmanın en üst halidir. Birey, artık pasif bir kural takipçisi değil, aktif, sorumlu ve ilişkilerini onarıcı bir güçle yöneten bir öznedir. Buradaki "rıza", sadece bir af dileme değil, ilişkinin yeniden ve daha adil bir temelde inşasıdır.
2. Bölüm: Toplumsal Sözleşme ve Rıza: Atatürk’ün İnsan Merkezli Medeniyet Projesi
Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin derin felsefesi, yukarıdaki metaforun toplumsal düzeyde kurumsallaştırılması çabası olarak okunabilir. Onun projesi, Hobbes, Locke veya Rousseau’nun "toplumsal sözleşme" teorilerinden farklıdır. Klasik teoriler, bireylerin doğa durumundaki güvensizlikten kurtulmak için özgürlüklerinden bir kısmını bir "egemen"e devretmesini içerir. Atatürk’ün projesi ise, daha ziyade, bireyi "egemen" haline getirmek, onu "kula kul" olmaktan çıkarıp "özgür iradeli, sorumlu bir özne" (yani insan-ı kâmil adayı) yapmak üzerine kuruludur.
Aklı ve Bilimi Merkeze Alma (Sîreti Aydınlatma): "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" vecizesi, toplumu dogmalardan, batıl inançlardan ve içgüdüsel tepkilerden (köpek metaforundaki ilkel hal) kurtararak, aklın ve eleştirel düşüncenin rehberliğine davettir. Bu, bireyin eylemlerinin sonuçlarını öngörebilme kapasitesini geliştirmeyi hedefler.
Hukuk Devleti (Telafi Mekanizmasının Kurumsallaşması): Laik ve bağımsız bir hukuk sistemi, metaforumuzdaki "tavukların parasını ödeme" eyleminin toplumsal karşılığıdır. Haksızlığa uğrayan bireyin, devletin gücüne başvurarak hakkını arayabilmesi ve zararının tazmin edilebilmesi, kolektif bir rıza zemininin olmazsa olmazıdır.
Demokratik Katılım (Rızanın Sürekli Üretimi): Cumhuriyet, salt bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bir "rıza rejimi"dir. Seçimler, meclis, siyasi katılım; halkın, yönetenlerden sürekli hesap sormasını, yönetime ortak olmasını ve nihayetinde yönetimin meşruiyetini sürekli onaylamasını (rıza göstermesini) sağlayan mekanizmalardır.
Eğitim (Kâmil İnsan Yetiştirme Projesi): Maarif reformunun nihai amacı, sadece meslek sahibi bireyler değil, "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller yetiştirmektir. Bu, tam da metaforumuzdaki özünü yoklayan, kusurunu arayan, sorumluluk sahibi "ârif" ve "kâmil" bireyin prototipidir.
Atatürk’ün modeli, topyekün bir toplumsal dönüşümle, bireyi içgüdülerinin esiri olmaktan kurtarıp, aklın, vicdanın ve sorumluluğun öznesi haline getirmeyi amaçlayan normatif bir medeniyet projesidir.
3. Bölüm: Rasyonalitenin Egemenliği: Avrupa Birliği’nin Ekonomik ve Bürokratik Entegrasyon Paradigması
Avrupa Birliği, II. Dünya Savaşı’nın yıkımından sonra, bir daha savaş çıkmamasını garantilemek amacıyla ekonomik bağımlılık ve hukuki entegrasyon üzerine kurulmuş benzersiz bir siyasi deneyimdir. Ancak AB’nin kuruluş felsefesi, Atatürk’ün "insan-ı kâmili merkeze alan" yaklaşımından temel bir farklılık gösterir.
Ekonomik Rasyonalite: AB’nin temel taşı, kömür ve çelik gibi savaş endüstrisinin ham maddelerinin ulusüstü bir otorite tarafından yönetilmesiydi (AKÇT). Bu, "içgüdüsel savaş eğilimini" (köpek metaforu) ortadan kaldırmak için, aktörleri ekonomik çıkar üzerinden rasyonel bir işbirliğine zorlayan fonksiyonalist bir mantıktı. Hedef, ahlaki bir dönüşümden ziyade, çıkarı savaşta değil, işbirliğinde gören "homo economicus"u yaratmaktı.
Hukuki-Bürokratik Normativizm: AB’nin entegrasyon motoru, Brussels merkezli kurumların (Komisyon, Adalet Divanı) çıkardığı ve üye devletlerin uymak zorunda olduğu binlerce yönetmelik ve direktiftir. Bu, son derece rasyonel, teknik ve bürokratik bir süreçtir. Metaforik dilde, "tavuk yememek" için konulmuş son derece detaylı, yazılı kurallar bütünüdür. Ancak, bu kuralların arkasındaki "rıza" etiği, vatandaşlar nezdinde çoğu zaman hissedilmez; kurallar, uzak ve anlaşılmaz bir bürokrasinin dayatmaları olarak algılanır.
Demokratik Açık ve Kimlik Krizi: AB, "demokratik meşruiyet açığı" (democratic deficit) ile sürekli eleştirilir. Vatandaşlar, kendileri hakkında karar veren Komisyon üyelerini seçemezler. Bu, rızanın kurumsal düzeyde üretilememesi sorunudur. Ayrıca, AB’nin "ever closer union" hedefi, bireylerin ulusal ve kültürel kimliklerini aşan ortak bir "Avrupalı kimlik" ve ortak bir "Avrupa kamusal alanı" yaratmakta zorlanmaktadır. Normlar ekonomik ve hukukidir, duygusal ve ahlaki bağlar zayıftır.
Kısacası, AB projesi, büyük ölçüde "dışsal bir rasyonalite" üzerine inşa edilmiştir. Kurallar ve ekonomik çıkar, bireyleri doğru davranmaya yönlendirir. Atatürk’ün projesi ise, "içsel bir ahlaki dönüşüm"ü hedefler; bireyin içinden gelen aklı ve vicdanıyla doğruyu bulmasını ve eylemesini amaçlar. Birincisi "yapma, ceza alırsın" mantığına, ikincisi "yapma, çünkü o senin kardeşindir, onun rızasını kaybedersin" ahlakına dayanır.
4. Bölüm: Karşılaştırmalı Analiz ve Eleştiri: İki Proje, İki Farklı İnsan Modeli
A. Atatürk’ün İnsan Merkezli Projesi:
Temel İtici Güç; Ahlaki ve kültürel bir diriliş (Anadolu Rönesansı)
İnsan Modeli: İnsan-ı Kâmil: Akıl, vicdan, sorumluluk sahibi, öz-eleştirel, rıza arayan özne
Entegrasyon Yöntemi: İçselleşme: Değerlerin eğitim ve kültür yoluyla benimsetilmesi
Merkezdeki Kavram: Rıza (Consent) & Hak (Right)
Zayıf Noktası: Projenin jakoben bir seçkinler tarafından yukarıdan aşağıya uygulanmış olması; toplumun tüm kesimlerinde içselleştirilememe riski.
Güçlü Yönü: Sürdürüldüğü takdirde, daha derin, otantik ve dayanıklı bir toplumsal uyum ve kolektif öznelik yaratma potansiyeli.
B. Avrupa Birliği Projesi:
Temel İtici Güç: Ekonomik ve siyasi bir gereklilik (Savaşı önleme)
İnsan Modeli: Homo Economicus: Rasyonel, çıkarını maksimize eden, kural-takipçisi birey
Entegrasyon Yöntemi: Dışsal Norm Koyma: Brüksel merkezli hukuki ve bürokratik düzenlemeler
Merkezdeki Kavram: Kural (Rule) & Pazar (Market)
Zayıf Noktası: Demokratik meşruiyet açığı; bürokratik oligarşi riski; vatandaşlarda aidiyet ve duygusal bağ eksikliği.
Güçlü Yönü: Kısa vadede istikrar, öngörülebilirlik ve refah sağlama konusundaki etkinliği.
İki Medeniyet Tasavvuru: Rızanın İnşası ile Kuralların İmparatorluğu Arasında
Tarih, büyük toplum projelerinin laboratuvarıdır. Bu laboratuvarda, 20. yüzyılın başında Anadolu coğrafyasında yeşeren Atatürk’ün insan merkezli projesi ile yüzyılın sonunda küresel bir güç olarak yükselen Avrupa Birliği projesi, insana ve topluma dair iki farklı, hatta zıt medeniyet tahayyülünü temsil eder. Biri ruhtan ve ahlaktan neşet eden bir dirilişi, diğeri ise akıl ve çıkar üzerine inşa edilmiş bir barış ve refah düzenini simgeler.
Anadolu’nun Ruhani Rönesansı: İnsan-ı Kâmil’in Yolculuğu
Mustafa Kemal’in projesi, bir varoluş mücadelesinden doğmuştur. Temelinde, çökmüş bir imparatorluğun enkazı arasından, ahlaki ve kültürel bir dirilişi, bir "Anadolu Rönesansı"nı gerçekleştirme arzusu yatar. Bu projenin merkezinde, kendini aşmakla görevli bir insan modeli, yani "İnsan-ı Kâmil" yer alır. Bu model; aklı ve vicdanı rehber edinen, topluma ve tarihe karşı sorumluluk hisseden, öz-eleştiri meleğine sahip ve nihayetinde hakikati arayarak "rıza"ya ulaşmaya çalışan bir öznedir. Entegrasyon, bir yasa maddesi gibi dayatılmaz; bilakis, eğitim ve kültürün derin sularında, değerlerin yavaş yavaş içselleştirilmesiyle, "benimsenmesiyle" sağlanır. Burada kilit kavramlar, bireyin onuruyla buluşan "hak" ve toplumsal sözleşmenin ruhu olan "rıza"dır.
Ancak bu yüksek ideali, onun en büyük zaafiyetinin de tohumlarını taşır. Proje, jakoben bir seçkinler grubu tarafından, yukarıdan aşağıya bir aydınlanma hamlesi olarak uygulanmıştır. Bu durum, "rıza"nın temel dayanak olduğu bir sistemde, bu rızanın tüm toplum katmanlarında gerçek anlamda oluşup oluşmadığı sorusunu beraberinde getirir. Fakat sürdürülebildiği takdirde, bu projenin gücü, sunduğu derinliktedir: Suni değil, otantik; kırılgan değil, dayanıklı; bireyciliğe değil, kolektif bir özneliğe dayalı bir toplumsal uyum potansiyeli barındırır.
Avrupa’nın Rasyonel Düzeni: Homo Economicus’un Krallığı
Diğer yanda, Avrupa Birliği projesi, II. Dünya Savaşı’nın küllerinden, bir daha asla savaş çıkmasın diye doğmuş, soğukkanlı bir siyasi ve ekonomik gerekliliğin ürünüdür. Bu projenin kahramanı, "Homo Economicus"tur: Daima rasyonel seçimler yapan, çıkarını maksimize etmeye çalışan ve bu yolda konulmuş kuralları takip eden bir birey. Burada bütünleşme, ortak değerlerin içselleştirilmesinden ziyade, Brüksel merkezli, hukuki ve bükratik bir "dışsal norm koyma" faaliyetidir. Bu dünyanın kutsalları "kural" ve "pazar"dır. Bu sistem, kısa vadede istikrar, öngörülebilirlik ve refah sağlama konusunda son derece etkilidir.
Fakat bu etkinliğin bedeli, bir "ruh yoksunluğu" olarak tezahür eder. Proje, demokratik meşruiyet açığından mustariptir; bürokratik bir oligarşiye dönüşme riski taşır. En önemlisi, vatandaşlarında güçlü bir aidiyet ve duygusal bağ, yani bir "Avrupa rüyası" yerine, menfaate dayalı, kırılgan bir bağlılık yaratabilmiştir.
Ruh ile Akıl Arasında
Bu iki proje, modern dünyanın temel gerilimini yansıtır: Ruh ile akıl, ahlak ile çıkar, içsel dönüşüm ile dışsal düzenleme arasındaki diyalektik. Atatürk’ün projesi, bir medeniyetin ahlaki ve kültürel kodlarıyla yeniden inşasını hedeflerken, Avrupa Birliği, farklı ulusları ortak kurallar çerçevesinde bir arada tutmayı amaçlar. Biri, insanı "olmaya" çağırır; diğeri ise "sahip olmaya" ve "etkileşime girmeye" davet eder. İlkinin zaafı, yukarıdan inmeciliğinde; ikincisininki ise, fazla aşağıdan yukarı, menfaate dayalı oluşundadır. Tarihin nihai yargısı, hangi modelin insan doğasının karmaşık dokusuna daha nüfuz edebildiğini gösterecektir.
Eleştirel Tez: AB’nin bugün karşı karşıya olduğu popülizm, aşırı milliyetçilik, Brexit ve demokratik açık krizleri, salt rasyonalite ve ekonomik çıkar temelinde inşa edilmiş bir birliğin, nihayetinde bir "rıza krizi" yaşayacağının kanıtıdır. Vatandaşlar, kendileri için konulan kurallara rıza göstermediklerinde, proje krize girer. Atatürk’ün projesi ise, tam da bu "rıza"nın nasıl üretileceği sorusuna cevap vermeye çalışır. Ancak, onun projesinin riski de, bu yüksek ahlaki ve entelektüel ideallerin, günlük siyasetin, çıkar çatışmalarının ve eğitimdeki nitelik sorunlarının girdabında sıradanlaşma ve içi boşaltılma tehlikesidir.
Sonuç ve Öneriler: Rıza Medeniyetine Giden Yol
Köpek metaforu, bize insan olmanın ve kemale ermenin yolunun, nihayetinde diğeriyle olan ilişkimizde yattığını öğretir. Hakikat, ilişkisellikte ve diyalogdadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonu, bu bireysel hakikati, bir ulusun ve bir medeniyetin kurucu ilkesi haline getirmeye cesaret eden, 20. yüzyılın en özgün projelerinden biridir. Bu proje, insanı merkeze alarak, onun aklını, emeğini, vicdanını ve nihayetinde birbirinden rızasını esas alan bir toplumsal sözleşme önermiştir.
Avrupa Birliği ise, insan doğasına dair daha az iyimser, daha rasyonalist ve daha güvenlik odaklı bir yaklaşımla, barışı ve refahı primarily kurallar ve ekonomik bağımlılık yoluyla garanti altına almaya çalışmıştır. Ancak, birliğin geleceği, bu ekonomik-rasyonalist temelin üzerine, daha güçlü bir "ahlaki ve duygusal entegrasyon" katmanı inşa edilmesine bağlıdır. Yani, AB’nin Atatürk’ün projesinden öğrenebileceği şey, hukukun ve ekonominin, nihayetinde insanın aklına, vicdanına ve rızasına hizmet etmesi gerektiğidir.
Öneri, iki modelin sentezine yöneliktir: Hem Atatürk’ün idealist "insan-ı kâmil" projesinin, hem de AB’nin rasyonalist ve hukuki başarılarının sentezi. "Rıza Medeniyeti", sadece ulusal değil, küresel ölçekte de inşa edilmelidir. Bu, vatandaşlarına sadece "kurallara uy" diyen değil, onları eleştirel düşünce, öz-eleştiri ve diğerkâmlıkla donatarak "ilişkilerini onar ve rıza için çaba göster" diye teşvik eden bir sistemdir. Gerçek uygarlık yolunun, nihayetinde bu zorlu ama onurlu yoldan geçtiği unutulmamalıdır.
Kaynakça (Örnek)
Aristoteles. (MÖ 4. yy). Nikomakhos’a Etik. (Çev: Z. Özcan). Kabalcı Yayınevi.
Avrupa Komisyonu. (1992). Maastricht Antlaşması.
Göle, N. (2011). İç İçe Girişler: İslam ve Avrupa. Metis Yayınları.
Habermas, J. (1975). Legitimation Crisis. (Çev: T. McCarthy). Beacon Press.
Kohlberg, L. (1981). The Philosophy of Moral Development. Harper & Row.
Morin, E. (1987). Penser l’Europe. Gallimard.
Rousseau, J.J. (1762). Toplum Sözleşmesi. (Çev: V. Günyol). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Tekeli, İ. & İlkin, S. (2003). Cumhuriyetin Harcı: Modernitenin Altyapısı Oluşurken. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Topçu, N. (1998). Türkiye’nin Maarif Davası. Dergah Yayınları.
Weber, M. (1922). Economy and Society. University of California Press.
Zürcher, E.J. (2004). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İletişim Yayınları.
5.0
100% (1)