0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
153
Okunma
“Bağrıma her 18 Mart’da;
Arap ve Suriyeli ayak basabiliyorsa bugün,
ne sen gel, ne bu bayramı kutla,
nede kahramanlığınla övün!
Eğer sen TÜRK değilsen,
payın da yoksa DOĞRU olmaktan,
ÇALIŞKAN’lıkta değilse hedefin,
hele birde YASAM’ı yasaklamışsan...
18 Martta kim-kimin,
Hangi “Çanakkale Zaferi” yıl dönümünü
ve Kurtuluş Savaşı Şehitler gününü,
vede neyin-nesini kutlar bu memleketin?
(oğuz can hayali İDA’NIN UĞRUNA (26) şiiri.
Öykümün içinde yana yatık/içeri olarak yazılı cümleler; Sayın yazar TURGUT ÖZAKMAN’’ın “ŞU ÇILGIN TÜRKLER” adlı kitabının; 20.nci sayfasındaki son 19 satırından alıntıdır. Kurtuluş Savaşlarını ve bu uğurda verilen politik uğraşları daha iyi anlayabilmeniz için bu eseri okumanızı ivedelikle öneririm.)
Helen, uzun zamandır görüşemediği Üniversite arkadaşı vede aynı zamanda Şapkacı Mösyö Dupont’un hanımı Dorethe’ye gitmek için onların yanından ayrılırken elini sallayarak;
" Öyleyse birazdan görüşmek üzere."
Dedikten sonra sokağın köşesine kadar geldi ve;
“Öğlen yemeğine geç kalmayın sakın ha!”
Öğüdü ile köşeyi dönüp kayboldu. Henüz olan-biteni kavrayamamış olan Phillipp, karısının arkasından dağınık bir şekilde; Bu sokağa, arkasındaki Şapkacı İş Yeri’ne ve karşısında onu izleyerek piposunu içen Mösyö Dumont’a bakmaktaydı. Çünkü o; “Nasıl olur da, ansızın bugünün Çanakkale’sinden, yeniden İkinci Dünya Savaşı sonrası Çanakkale’sine geri dönülebilir ki?” sorusunun getirdiği tuhaflıkların sarsıntısı içindeydi. Mösyö Dupont’un;
“ Nerde kalmıştık?"
Sorusuyla kendine gelen Phillipp, vereceği cevabı hatırlamaya çalışırken, parmaklarının arasında yanık duran sigarasından zaman kazanmak için bir nefes çekti. Aynı anda ceketinin iç cebindeki Akçe’den;
" Mustafa Kemal adlı bir kurmay albay’dan bahsediyordun."
Hatırlatması kendi sesiyle gelince, oda dudaklarını oynatarak bu söze eşlik etmek zorunda kaldı. Böylece tüm kurguların içinde Akçe’nin parmağı olduğunu kesinlikle anlamıştı;.
" Eveeeeeet."
Sesinin uzantısında; Sönmüş piposunu paltosunun yan cebine koyan ve diğer cepten bir gazete parçası çıkaran Mösyö Dumont, kağıdı gözlüklerinin önüne getrirerek başlayacağı yeri aradı. Phillipp ise elindeki sigarasına bakarak; “Biraz önce Helen’n kucağına başımı dayamış, yeşil bir bank üstünde yarı baygın yatarken, acaba elimde bu sigara varmıydı?” sorusuna içinden karşılık arıyordu. Sonunda da böyle bir şeyin olmadığını hatırlayınca; “Nasıl olsa hepsi düş!” diye düşündü ve elindeki kağıdı okumaya başlayan Mösyö Dumont’u dinlemeye koyuldu;
“ Tımes gazetesi Türk kıpırdanışını şöyle karşılar;
Bütün cihanın kuvvetlerine karşı milli bir hareket yaratmak ne çocukça bir hayal!”
“Sencede öyle mi?”
Diyerek Phillipp onun sözünü kesti;
“ Yazının devamını dinle hele.”;
“Yazar Refik Halit Karay Milli Mücadele’nin başlamasını alayla karşılar;
“ Bir patırtı, bir gürültü. Beyannameler, telgraflar...Sanki birşeyler okuyor, bir şeyler olacak...Ayol şuracıkta her işimiz, her kuvvetimiz meydanda. Dört bir yanımız açık. Dünya vaziyetimizi biliyor. Hâyalin, blöfün sırası mı? Hangi teşkilat, hangi kuvvet, hangi kahraman? Hülyanın bu derecesine, uydurmasyonun bu şekline bende dayanamıyacağım. Bari kavuklu biri gibi bende sorayım;
“Kuzum Mustafa, sen delimisin?”
Phillipp; Onun iyi bir tiyatro oyuncusu gibi, okuduğu metne sesiyle böyle güzel yorum getirmesine yüksek sesle güldü. Mösyö Dumont’da bu gülüşe katılınca;
“Kimin deli, kimin akıllı olacağını zaman gösterir.”
Diyen Phillipp bitmek üzere olan sigarasından son nefesi çekti, yere attı, ayakkabısının ucuyla basarak söndürdü ve tam izmariti yerden almak üzereydi ki, her ikiside;
“Milli mücadele işte bu mucizenin, bu onurlu, güzel çılgınlığın eseridir!”
Diyen bir ses duydular. Ses onun sesiydi ama, o anda yerden izmariti alan Phillipp bu cümleyi söylememişti ki! İçinden; “Durum gittikçe karışmaya başlıyor!” diye yakınan Philipp doğruldu, sırtını Mösyö Dumont’a dönük tutarak sönmüş sigarasını işaret ile baş parmağının fiskesiyle kaldırım kenarındaki elektrik direğinde asılı duran çöp kutusuna fırlattı. İzmarit kutuya çarpıp yere düşünce de hiçbirşey olmamış gibi onu yerden almaya gitti. Mösyö Dumont; Bir yandan onun tüm bu tuhaf hareketlerini izliyor, aynı zamanda da elindeki kağıtta harfi-harfine yazılı olan bu cümleyi onun nasıl söylemiş olabileceğini düşünüyordu. Emin olmak için kağıda yeniden bakarak kontrol ettikten sonra;
“ Ama dostum! Söylediğin cümle bu kağıtta harfi-harfine yazılı?”
Karşı çıkmasını duyan Phillipp;
„ Herkesin bildiği şeyler bunlar dostum!“
Cevabıyla izmariti yerden aldı ve kutuya koyduktan sonrada ona döndü. Mösyö Dumont’un ona şaşkın gözlerle baktığını görüncede;
“ Evet, oku dinliyorum.”
Diyerek yanına kadar geldi ve gülümseyerek elini dost bir şekilde onun omuzuna koydu. Bu içten davranış ve aldığı cevapla durumun tuhaflığını unutan Mösyö Dumont elindeki kağıdı yukarı kaldırarak tekrar okumaya başladı;
“Elde avuçta hiçbirşey yokken, emperyalistlere, galip devletlere, Yunan ordusuna, Ermenilere, Pontus çetelerine karşı silahlı mücadeleye girmeyi çılgınlık sayanlar çoktur.”
O okumasını sürdürürken ikinci bir sesin;
“Silahlanmış Türk ordusunun bu tarihteki gücü 30-40 bin kişidir...”
Kelimelerini onunla birlikte birisininde tekrarladığını duyan Mösyö Dumont durdu, o sesde durdu;
“Oda kağıt üstünde.”
Kelimelerini okuduğu anda başını kaldırmadan göz ucuyla Phillipp’e bakarak kontrol etti. Onun ilgiyle dinlediğini görünce de, okumasına devam ederek;
“Oysa Türkiye’deki silahlı işgalcilerin sayısı giderek 400 bin kişiyi bulacaktır.”
Yine ikinci sesin ona eşlik ettiğini sezince, başını hızla yukarı kaldırarak Phillipp’e baktı. Onun aynı cümleyi dudaklarını oynatarak söylediğini görünce de;
“ Phillipp, ne oluyor burada?”
Karşı çıkmasıyla okumayı bıraktı ve ondan bu tuhaflığı için mantıklı bir açıklama bekledi;
“ Pardon! Sözünü kestiysem özür dilerim.”
Diyerek durumu geçiştirmek isteyen Phillipp, aynı zamanda da dostunu kırmak istemiyordu;
“ Önemli değil ama...”
Cümlesiyle Mösyö Dumont sözüne devam ettiyse de, lafının sonunu getiremedi. Şakacı Phillipp’in onunla yine bir oyun oynadığını sanmasına karşın, kağıttaki yazıları nasıl okuduğuna bir türlü akıl erdiremiyordu. Gülümseyerek başını iki yana salladı ve içinden; “Hayırdır inşallah!’ dedikten sonra okumasını sürdürdü;
“ ...Yoksul, bitik Anadolu 400 bin işgalciyi ve... “
İkinci sesin yine laf yetiştirmeye devam edip-etmediğini kontrol etmek için sözünün burasında durarak, kısa bir ara verdi ve bekledi. Hiçbir ses gelmediğini görünce de rahatladı ve yeniden okumaya başladı;
”...Onbinlerce silahlı silahsız haini...”
Kelimelerinde yine yankı başladığını sezen Mösyö Dumont, sesini kıstı ve duyduğu ikinci sese daha özenle kulak verdi. Bu ikinci sesin;
”...Yenmeyi başaracaktır!”
Kelimelerinin Phillipp ile birlikte yinelediğini sezince, okumayı bırakarak;
“ Phillipp, bu tiyatronun anlamı ne?”
Diye sorarak yüzüne baktı;
“ Ne tiyatrosu?”
Elindeki kağıdı uzatarak;
“ Söylediklerinin hepsi bu kağıtta aynen yazılı!”
“ Bilinen şeyler bunlar dostum.”
Mösyö Dumont ister-istemez bunada inanmak zorunda kaldı. Yazının sonunu okumak için tam kağıdı gözlüklerinin önüne getirmişti ki, her ikiside;
“Bağımsızlık savaşını yalnızca haklılar kazanır!
Diyen bir ses duydular. Phillipp bu sese ayak uydurmaya çalıştı ama, ne yazık ki dudaklarını birazcık geç oynatmıştı. Bunu gören ve gülümseyen Mösyö Dumont; Seslerin yükselip alçalmasına, kelimelerin birbiri üstüne binerek ikilenmesine, gördüğü ve işittikleri arasındaki farklılıklara aldırmadan;
" Poltikacı gibi konuşuyorsun!"
Demekten başka söyliyecek bir şey bulamadı. Eğer o; Bu sözleri söyleyen kişinin Phillipp değilde “Akçe” adlı sanal bir şey olduğunu bir bilebilseydi, onu poltikacı değilde, sihirbaz yada deli olarak suçlardı. Ansızın her ikisininde kulaklarında yankılı ve yüksek bir şekilde çınlayan bir çocuk sesinin:
„ MİLLİ MÜCADELE BÖYLE MUCİZE, ONURLU VE GÜZEL BİR ÇILGINLIĞIN ADIDIR !”
Dediğini duydukları anda Phillipp ve Mösyö Dumont şaşkın bir şekilde birbirlerine baktılar. Bu sesle birlikte; Çevre birden-bire aydınlandı, sokakta insan görüntüleri belirdi ve kulaklarına gürültüler dolmaya başladı. Her ikiside bu değişiklikliğin sebebini ve sesini duydukları çocuğu çevrede ararlarken, onun kulağında kısık bir sesle Helen’in;
„Phillipp!“
Fısıltısı geldi ve bu ses ile birlikte tüm görüntü fotoğrafları; Arka arkaya gözlerinin önüne gelip, hızla gerisin-geri gidip-küçülerek kayboldular. En üstte duran Çanakkale Saat Kulesi fotoğrafı ise; Gittikçe büyüyüp renklenerek; Güneşli bir günde, yeşil bir bank üzerine oturan Helen’in kucağına başını yaslamış yatan Phillipp’i içine alınca o;
„ Efendim?“
Diyebildi;
„ Milli Mücadele diye ne mırıldanıyordun sen öyle?“
" Yo-yo yok bir şey..."
Karşı çıkmasıyla etrafına bakındı. Şimdi o yine aynı parktaydı ve yine burada her şey ap-aydınlıktı. Zaman, yer ve kişilerin böyle ansızın hızla değişmesi başını döndürmüştü;
“ Helen?”
Diyerek soru sormak için başını çevirip ona bakınca; Şimdi onun ince Şile bezinden beyaz, uzun kollu gömlek giymiş olarak karşısında durduğunu gördü;
" Demek hepsi düş imiş!"
Diye sayıklayarak derin bir nefes aldı;
" Düş olan ne?"
" Hiç! Yüksek sesle düşündüm de..."
" Şimdi iyisin ya?"
" E, evet."
Bu karşılıktaki karasızlığı sezen Helen;
" Bir doktora yada hastahaneye gitmeye ne dersin?"
Diye sordu;
" Niye?"
" İğneni yaptırmış oluruz."
" Lüzum yok Helen, ben iyiyim."
" Biraz dağınık görünüyorsun da."
" Hayır-hayır! Yok öyle bir şey."
" İstersen burada bir süre daha oturalım."
" Neden?"
" Biraz daha dinlenmiş olursun."
" Ben yorgun değilim ki!"
" Öyleyse ilkin bir otel arayalım."
" Nasıl istersen."
" Benim bir sıcak banyo yapıp, dinlenmeye o kadar çok gereksinmem varki."
" Olur."
" Yarında Truva’ya gideriz."
" Ben bugün gitmek istiyorum ama!"
Onun bu kararlı sözünden şüphelenen Helen, yinede karşı çıkmadı. Meydanın ortasındaki saat kulesine baktı. Nasıl olsa yeterince zamanları vardı;
" İyi öyleyse kalk! Sırt çantalarımızı giyelimde karşıya geçelim. Saat 9 da kalkacak olan Truva minibüsünü kaçırmak istemiyorum."
„ Saat 9 da mı?“
Sorusuyla zamanı kontrol etmek için kendi saatine göz attı. İçinden Helen’e hak vermesine karşın, 1.nci Dünya Savaşı düşünü yaşarken zamanın durmuş olabileceğini bir türlü kavrayamıyordu.
Oturduğu yerden güçlükle kalkan Phillipp, Helen’in tuttuğu sırt çantasını giydi ve önündeki kemeri bağlayıp yerde duran küçük valizi aldı. Ama yürürken sürekli olarak Mösyö Dumont und Kosta Tevlidis’i düşünmekteydi. Kaldırımdan inmiş olan Helen’in;
“ Lütfen biraz hızlı yürürmüsün?”
Ricasına
" Olur!"
Derken bile, boşta duran elini ceketinin iç cebinden uzak tutmaya çalıştığı ve orada duran Akçe’nin yeni bir oyuna gelmemeye özen gösterdiği belliydi.