2
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
198
Okunma

Düşüş sessizdir... Bir kırılma, bir çöküş, bir uçurumun dibinde toz bulutu... Hepsi derinden gelen bir gürültüyle başlar belki, ama sonrası mutlak bir sessizliktir. İnsan öyle bir düşer ki, düştüğü yer artık zamanın kör noktasıdır. Burası, kronolojinin dışında, takvim yapraklarının arasında kaybolmuş saatlerin anlamsız kaldığı bir boşluktur. Bir kara delik gibi emer ışığı. Düşen, burada görünmez olur.
İlk başta fark etmezler. Belki bir sarsıntı, bir dalgalanma hissederler uzaktan. Bir eksilme... Ama hemen ardından, o muazzam sosyal mekanizma devreye girer: Görmezden gelme refleksi. En yakınlar bile, o boşluğa bakmamak için bilinçli bir çaba sarf eder. Gözler kaçar, bakışlar başka yönlere saplanır. Telefonlar sessize alınır, kapı zilleri duyulmaz olur. Sohbetler, düşenin etrafında dolaşır ama asla dokunmaz. "İyi mi acaba?" sorusu havada asılı kalır, cevap beklemeden kaybolur. Çünkü cevap, o kör noktaya girmeyi gerektirir. Onlara göre oraya giren de görünmez olma riski taşır.
Düşen kişi, artık bir hayalet gibidir. Aynı sokaklarda yürür, aynı duvarlara dokunur, aynı havayı solur. Ama varlığı bulanıklaşmış, erimiştir. Karşılaştığı tanıdık yüzlerde bir şaşkınlık, bir tanıyamama ifadesi belirir. "Merhaba"lar kısa, gülümsemeler zorakidir. İyi günlerde omuz omuza yürüdükleri dostlar, şimdi onu bir yabancı, bir hatırlanamayan anı gibi karşılar. O eski kahkahalar, paylaşılan sırlar, birlikte kurulan hayaller... Hepsi, bu kör noktanın dışında kalmıştır. Burada sadece şimdi vardır: Yıkıntı... Düşen kişi, kör noktada donmuş, hareket etmeyen bir andır.
Bu görünmezlik fiziksel değil, metafiziktir. Bir tür zamansal kayma. Dünya dönmeye, hayat akmaya devam ederken, o kişi bir zaman sığınağında, hapishanede mahpus kalır. Dışarıdakiler, bir film şeridinin hızla ilerleyen karelerini izler gibi geçip giden günleri seyreder. O ise, tek bir karede sıkışmıştır: Düştüğü o an. Zaman onun için akmaz , sadece kanar. Yavaş, acılı, bitmek bilmez bir sızı. Diğerleri için ise zaman bir nehirdir; hızlı, umutlu, unutturucu. Bu uyumsuzluk, aşılmaz bir uçurum yaratır. Ne onlar onun durduğu yere inebilir, ne o onların hızına yetişebilir.
Felsefe, bu kör noktayı şçyle tanımlar: Kierkegaard’ın "ölüm hastalığı"dır bu - umutsuzluğun dibi. Camus’nün "absürt" dediği şeyin kişiselleşmiş halidir: Anlamsızlıkla yüz yüze kalıp, dünyayla olan bağların kopması. Ama hiçbiri, bu düşüş anında hissedilen o radikal yalnızlığı, o görülmeme işkencesini tam olarak kavrayamaz. Sartre’ın "Cehennem başkalarıdır" sözü burada ters yüz olur: Cehennem, başkalarının olmamasıdır. Varoluşun temel ihtiyacı olan "tanınma", "görülme", "kabul edilme" iptal edilmiştir. Kişi, kendi varlığını bile sorgular: "Gerçekten düştüm mü? Yoksa hep bu görünmez boşlukta mıydım?"
Kör nokta, acıyı da dönüştürür. Sıradan acılar paylaşılabilir, anlaşılabilir. Ama burada, içerideki fırtına dışarıya bir esinti olarak bile yansımaz. Çığlık atarsın, ama sesin kör noktanın süngerimsi duvarlarını delip geçemez. Gözyaşların havada buharlaşır, kimse nemi hissedemez. Acın, seninle birlikte hapsolmuş, görünmez bir ikiz olur. Onunla aynı hücrede, aynı sessizlikte, aynı zamansızlıkta yaşarsın. Kimse seni görmediği gibi, kimse acını da görmez, duymaz, bilmez. Bu, acının en yalın, en katıksız, en yalnız halidir.
Bazen biri, belki bir anlık bir dalgınlıkla, o kör noktaya doğru bakıverir. Bir göz teması kurulur. İçinde bir şey kıpırdar düşenin: "Gördü! Tanıdı!" Ama o bakış, çabucak bir panikle kaçar. Yüzde bir tedirginlik belirir. Sonra, o kişi hızla "normal" zamana, güvenli akışa geri döner. Kör noktaya bakan gözler, orada gördüklerini hemen unutmak, bastırmak zorundadır. Çünkü o boşluğun varlığını kabul etmek, kendi dünyalarının kırılganlığını da kabul etmek demektir. Kimse kendi düşüş ihtimaliyle yüzleşmek istemez.
Bu yüzden, zamanın kör noktasında kalanlar, orada kalır. Dünya onları unuturken, onlar da dünyayı unutur. Dışarıdaki zamanın gürültüsü, kör noktada sadece bir uğultuya dönüşür. İnsan ilişkilerinin karmaşıklığı, uzaktan seyredilen anlamsız bir gölge oyunu gibidir. Tek gerçek, içerideki sessizlik ve donmuş andır. Belki bir gün, kimsenin tahmin edemeyeceği bir iç kuvvetle, o kör noktadan çıkıp yeniden zamanın akışına karışırlar. Ama çoğu zaman, düştükleri o nokta, onların son durağı olur. Bir mezar taşı olmadan, bir anı olmadan, bir fısıltı olmadan sessiz ve kimsesiz göçüp giderler... Sadece zamanın kayıtlarındaki küçük, görünmez bir boşluk olarak kalırlar.
İşin özü sevgili dostlar , sevdiklerimize ve dost dediklerimize hatta hiç tanımadığımız bir insana kör gözle bakmayalım. Zira insanı zamanın kör noktasına iten toplumun kendisidir.
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (4)