0
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
114
Okunma

Küçük dükkânın duvarları, yamalı deri parçaları ve paslanmış çivi kutularıyla doluydu. Her sabah aynı ritüelle başlardı güne Selim Usta. Demir çaydanlıkta demlettiği çayın kokusu, taban derisinin keskin kokusuyla karışır, dükkânın loş ışığında yükselen buhar, yılların tozunu taşıyan raflarda kaybolur giderdi.
O gün, kapının tokmağı vurulduğunda güneş henüz tam anlamıyla yükselmemişti. Kapıda, elleri titreyen, gözlerinde derin bir hüzün taşıyan genç bir adam duruyordu. Kollarında, bembeyaz kundurasıyla küçük bir kız çocuğu vardı.
"Usta," dedi genç adam, sesi adeta bir fısıltıydı, "Leyla’nın ayakkabısı... Yürümeye yeni başladı, ama bu ayakkabılar ayağını acıtıyor. Babam, sizden başka kimsenin bu ayakkabıyı tamir edemeyeceğini söyledi."
Selim Usta, gözlüklerini burnunun ucuna doğru iterek küçük kızın ayaklarındaki kundurayı inceledi. Beyaz deri, nazikçe yürümeye çalışan küçük ayakları sarmış, fakat sol topuk kısmında küçük bir çatlak oluşmuştu. Bu sadece bir çatlak değil, bir babanın endişesi, bir kız çocuğunun ilk adımlarının engellenişiydi.
"Pekâlâ," dedi Selim Usta, sesi yılların yorgunluğuyla ağır, "Bırak şu küçük hanımefendiyi, ben hallederim."
Adam küçük Leyla’yı bıraktı, teşekkür ederek ayrıldı. Selim Usta, çekmecesinden en ince iğneleri, en yumuşak deri iplikleri seçti. Makasının ucu, çatlağın kenarındaki fazlalıkları alırken, elleri titremiyordu artık. Her bir dikiş, bir ninni gibi sıcak ve emin dokunuşlarla kunduranın yarasını sarmaya başladı. Leyla, köşede oturmuş, büyük bir merakla ustanın ellerini izliyordu.
Tam o sırada, kapı bir kez daha çalındı. İçeriye, pahalı markalı bir ayakkabı giymiş, takım elbiseli bir girdi. Yüzünde, acele ve önem ifadesi vardı.
"Şu ayakkabıyı bir bakar mısınız?" diye sordu, ayağındaki parlak siyah ayakkabıyı göstererek. "Önemli bir toplantım var, topuğu sürtünüyor."
Selim Usta, başını kaldırıp adama baktı. Sonra, elindeki minik kundurayı gösterdi.
"Görüyorsunuz," dedi yumuşak ama kararlı bir sesle, "Şu an hayatımın en önemli işiyle meşgulüm. Bu küçük hanımın ilk adımlarının sıkıntısız olması için çalışıyorum. Sizin için bir numara küçük yara bandı verebilirim, ama bu kunduraya bir dikiş daha atmam gerek."
Adam, bir an afalladı. Önce kızardı, sonra bozuldu. Ama Leyla’nın masum bakışlarını ve ustanın asil duruşunu görünce, söyleyecek bir şey bulamadı. Hafifçe başını sallayıp çıktı dükkândan.
Selim Usta, işine döndü. Son düğümü atıp, kundurayı Leyla’ya giydirdi. Küçük kız, ayağa kalktı. Yüzünde beliren geniş bir gülümsemeyle, hiç acımadan, sekerek yürümeye başladı dükkânın içinde.
O an, Selim Usta’nın yüreğine bir sıcaklık yayıldı. Onlarca yıldır tamir ettiği onca ayakkabı arasında, belki de en önemli işi buydu. Çünkü o, sadece deri ve çivi değil, insanların hayatlarındaki küçük ama anlamlı yürüyüşleri de tamir ediyordu. Ve biliyordu ki, bir çocuğun ilk adımları, bir gencin yürüyüşünden, bir yetişkinin koşusundan daha değerliydi. Dükkânına düşen güneş ışığı, o gün her zamankinden daha parlaktı.
5.0
100% (2)