0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
401
Okunma

Beyinleri, geçmişin pas tutmuş raylarında, tarihi kalıntıların tortusunu taşıyan bir vagon gibi sürüklenen bir gençlik değilse aradığımız;
O hâlde bugünden geç kalamayız.
Ayağa kalkmalı, kendimize bir ayna tutmalı, kendimizi yoklamalı ve silkelenmeliyiz.
Çünkü gençlik; sadece konuşularak çözülecek bir mesele değil,
hayatın tam ortasında, inandırıcı eylemlerde, merhamette, sevgide ve kuşatıcılıkta filiz veren bir gerçektir.
Bugün ülkemin her köşesinde —düşünce, inanç, ideoloji fark etmeksizin—
her sivil oluşumun bir “gençlik çalışması” vardır.
Peki, böylesine geniş bir yankıya rağmen neden hâlâ arzulanan sonuçlara ulaşamıyoruz?
Cevabı dışarıda değil, zihinlerimizin içinde aramalıyız.
Çünkü bazı zihinler, tıpkı paslı bir mıknatıs gibi, hiçbir uyarıcıyı çekmez;
duymaz, anlamaz, kıvılcımı göremez.
Önce bu zihinlerin haritasını çıkarmalı,
bilginin, eylemin ve düşüncenin hangi atmosferde soluk alıp verdiğini sorgulamalıyız.
Ancak o zaman doğru bir denklem kurabiliriz.
Gençliği bir fizikçinin laboratuvarda incelediği madde gibi ele almak,
onu anlamanın değil, kaybetmenin ilk adımıdır.
Çünkü gençlik, laboratuvarların soğuk tüplerinde değil,
hayatın sıcak damarlarında dolaşan canlı bir akıştır.
Ne zaman, nerede, ne yapacağını kestiremezsiniz;
karmaşıktır, çünkü anlaşılmak için ön hazırlık ister.
Ama aynı zamanda sadedir, çünkü ikna olacağı değerlere açık bir kalptir.
Direnişi azdır, çünkü değişimi kolay kabullenir —
işte bu onun en kıymetli yanıdır.
Hayatın doğasına aykırı her çırpınış, çırpınanı kendi gölünde boğar.
Kimi hayvanlar, harekete duyarlıdır —
bir kedinin bakışını nereye çekmek istiyorsanız, orada bir hareket yeterlidir.
İnsanı da sadece harekete duyarlı bir varlık gibi görmek,
onu basit bir refleks canlısına indirgemektir.
Oysa biz, “nerede tıngırtı varsa orada buluntu” mantığından kurtulmak zorundayız.
Gençliği; kendi dünyasını keşfeden, zaaflarını bilen,
yetilerini tanıyan, içten yanmalı bir motor gibi
kendi gemisinin kaptanı olacak bilinçte yetiştirmeliyiz.
Ama önce bu bilinci taşıyacak bir öncü ruh inşa etmeliyiz.
Eğitim ve yönlendirme, herkesin işi değildir;
çünkü herkes kendi karanlığını aydınlatmayı bile beceremezken
başkasına ışık olamaz.
Kendi ideolojik saplantılarını, kendi başarısızlıklarını “hayatın gerçeği” gibi sunanlar,
gençliği sadece kendi gölgelerine zincirler.
Bu zinciri kırmanın zamanı geldi.
Zira insan üzerine projesi olanlar,
insanın anlama, sevme, kavrama, kendini ifade etme ve özgürce yaşama hakkını
temel almak zorundadır.
Çünkü birey olmadan toplum olmaz;
ferdi inşa etmeden cemiyeti inşa edemezsin.
Tıpkı bazı anne babaların çocuklarını kendilerinin kopyası gibi görmek istemeleri gibi,
kurumlar da çevrelerindeki insanlardan kendi kalıplarını taşımalarını bekler.
Ve bu yüzden “insan”, sistemin içinde boğulur.
Oysa insanın doğası; özgürlüğü, kendini ifade edebilmeyi ve ait hissedebileceği bir alanı arzular.
Bu yönü görmezden gelen ebeveynler,
çocuklarının başarısızlığından yakınırken aslında kendi tahakkümlerini fark etmezler.
Çocuk, kendi potansiyelini sergileyemediği yerde
kendi içinde çatışır, sessizce uzaklaşır,
ya kendi yolunu açar ya da başkasının gemisine atlar.
Sorun gençte değil, geçmişin dogmalarını kutsayan zihinlerdedir.
O hâlde, gençleri bir masal kahramanı gibi yetiştirmekten vazgeçelim.
Çünkü masallaşan bir hayatın, gerçek dünyada bir karşılığı yoktur.
Gerçek olan, inandırıcı olandır.
Ve inandırıcılık, ancak bilgiyle yoğrulmuş adımlarla mümkündür.
Doğru bir yapı, sağlam bir düşünce zemini olmadan kurulmaz.
Söylemlerimiz, hayatta görmek istediğimiz dünyanın izdüşümüdür;
eğer söz çelişkili, davranış güvensizse,
ekranın arkasındaki hayat da bir yalandan ibarettir.
Bu yüzden,
“Bir başlayalım bakalım, belki olur” türü anlayışlar
ancak çaresizliğin ve zihinsel dağınıklığın sesidir.
Sağlam düşünceler, net hedefler ve yönteme dayalı istikrar olmadan
yol almak, kumdan kaleler kurmaktır.
Unutmayalım:
Kervan yolda dizilmez; kervan yolda ancak büzülür.
Kendi kabuğuna çekilir, korkularına esir olur,
çaresizlik sendromlarıyla gölgelenir.
Oysa biz, düşünceyle eylemi birleştiren gençlerle,
aynı gök kubbenin altında
farklı nefeslerle ama aynı yürek atışıyla buluşabiliriz.
Yeter ki,
herkes kendi göğünde parlayan yıldızını fark etsin.
Yolunuz açık olsun.
Dağlar yoldaşınız, umutlarınız pusulanız olsun.
Ve unutmayın:
Gençlik, bir yaş değil; bir uyanıştır.
09.10.2018 – Erol Kekeç