0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
129
Okunma
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Özet:
Bu makale, insan olma halini "rızalık" kavramı üzerinden tanımlayan bir metaforik çerçeveden yola çıkarak, bireysel ahlaki olgunluğun (insan-ı kâmil) toplumsal düzene nasıl aktarılabileceğini sorgulamaktadır. Çalışma, öncelikle sûret/sîret ayrımı, sorumluluk bilinci ve tazmin etme erdemi üzerinden felsefi ve psikolojik bir analiz yürütmektedir. Ardından, Mustafa Kemal Atatürk’ün inşa ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelini, bu bireysel erdemlerin kolektif bir projeye dönüşmüş hali olarak yorumlamakta ve teorik temellerini incelemektedir. Son olarak, Soğuk Savaş sonrası dünyada bir güvenlik örgütü olarak NATO’nun yapısı, "rıza" ve "sorumluluk" kavramları ışığında eleştirel bir bakışla analiz edilmekte; realpolitik ile idealist ahlak felsefesi arasındaki gerilim ortaya konmaktadır. Makale, bireysel kemal ile toplumsal kemal arasındaki diyalektik ilişkiyi, tarihsel ve güncel örneklerle tartışmayı hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Sûret-Sîret, Atatürk Modernizmi, Sorumluluk Etiği, NATO, Eleştirel Teori, Kolektif Güvenlik.
Giriş: Metaforik Bir Çerçeve Olarak Köpek ve İnsanın Ontolojik Durumu
Felsefenin kadim sorusu “İnsan nedir?” sorusuna verilen cevaplar, onu diğer varlıklardan ayıran nitelikler üzerinden şekillenir. Akıl, dil, ahlak, vicdan, öz-bilinç gibi kavramlar, bu ayrımın temel taşlarıdır. Metinde sunulan “köpek metaforu”, bu ayrımı son derece çarpıcı ve pratik bir şekilde ortaya koyar: Bir köpek, içgüdüsel bir dürtü ile kümese girer ve tavukları yer. Bu eylem, köpek için ne ahlaki ne de gayriahlakidir; sadece olan bir durumdur. Köpek, eyleminin sonuçlarının, mağduriyet yarattığının ve bu mağduriyeti gidermek için bir sorumluluğu olduğunun farkında değildir.
İnsanı insan yapan, işte tam da bu noktada başlar. Sûreten (biçimsel olarak) insan olan bir varlık, eğer eylemlerinin ahlaki sonuçlarından bihaberse, özü itibarıyla (sîreten) hayvani düzlemde kalmaya mahkumdur. İnsan olma yolculuğu, Kant’ın deyimiyle “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır” sözüyle paralellik gösterir. Bu ergin olma hali, eyleminin sonuçlarını idrak etme, onları üstlenme ve ortaya çıkan zararı tazmin ederek mağdurun rızasını alma iradesidir. Bu, bireyin kendisini aklaması değil, kendisini arayıp kusurunu bularak sorumluluk almasıdır. Psikolojik açıdan bu, Abraham Maslow’un “kendini gerçekleştirme” basamağına erişmiş, bütünleşmiş bir kişiliğin göstergesidir. Sosyolojik olarak ise, toplumsal düzenin ve sosyal uyumun en sağlam zeminidir.
I. Bölüm: Bireysel Kemalden Kolektif Projeye: Atatürk’ün Rıza Toplumu İnşa Etme Vizyonu
Metinde ifade edilen bireysel erdemler, bir toplumun temel taşı olarak kabul edildiğinde, ortaya nasıl bir siyasal ve sosyal model çıkar? Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında şekillendirdiği Türkiye Cumhuriyeti projesi, bu soruya verilmiş tarihsel bir yanıt olarak okunabilir.
Atatürk’ün hedefi, metinde tasvir edilen “ârif” ve “kâmil” bireylerden oluşan bir toplum yaratmaktı. Bu proje, bireyi güçlendiren, onu kul olmaktan çıkarıp özgür iradeli, sorumluluk sahibi bir yurttaş haline getirmeyi amaçlıyordu. Laiklik, dogmalardan arınmış, aklı ve vicdanı ön planda tutan bir birey inşasının temel taşıydı. Hukuk devleti anlayışı, bireyler arasındaki anlaşmazlıkları keyfiliğe değil, evrensel hukuk kurallarına göre çözmeyi ve böylece “rıza”nın zorbalıkla değil, adaletle tesis edilmesini hedefliyordu. Demokratik haklar, bireye kendi kaderini tayin hakkı verirken, aynı zamanda toplumun genelinin rızasını almak için mecburi bir müzakere zemini yaratıyordu.
Bu model, metaforik anlamda, toplumdaki her bireyin bir diğerine ve devlete karşı olan “tavuk zararlarını” ödemekle yükümlü olduğu bir sistemdir. Bu, sosyal devlet anlayışıyla somutlanır: Toplumun daha az şanslı üyeleri için sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik ağı oluşturmak, kolektif bir sorumluluk ve rıza toplumunun gereğidir. Atatürk’ün “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet, işte bu felsefi temel üzerine oturtulmuştu: İnsanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve aklın ve vicdanın aydınlattığı bir uygarlık yolu inşa etmek.
II. Bölüm: Realpolitik’in Sınavı: NATO ve Rıza Kavramının Uluslararası Arenadaki Gerilimi
Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi, ideal anlamda uluslararası ilişkilerin de bir “rızalık” zemininde yürümesi gerektiğini işaret eder. Ancak, uluslararası ilişkiler teorisinde Realizm ekolünün hakim olduğu bir düzlemde, bu ideali pratiğe geçirmek son derece zordur. NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), bu gerilimi anlamak için mükemmel bir örnektir.
NATO, teoride, üye ülkelerin kolektif savunma için rıza gösterdiği, demokratik değerleri, birey haklarını ve hukukun üstünlüğünü taahhüt ettiği bir ittifaktır. 5. Madde (“Birimize yapılan saldırı hepimize yapılmış sayılır”), üyeler arasında karşılıklı bir sorumluluk ve dayanışma sözleşmesidir. Bu açıdan bakıldığında, NATO, üye devletleri metaforumuzdaki “kâmil insanlar” topluluğu gibi, birbirinin güvenliğinden sorumlu, birine yapılan haksızlığı (zararı) tazmin etmek için kolektif irade gösteren bir yapı olarak tasvir edilebilir.
Ancak, eleştirel bir analiz, bu ideal tablonun pratikte çatladığı noktaları ortaya koyar:
Güç Asimetrisi ve Rızanın Doğası: NATO’da karar alma mekanizmalarında ABD’nin ağırlığı tartışmasızdır. Bu durumda, küçük bir ülkenin “rızası”, gerçekten özgür iradesiyle mi verilmiştir, yoksa güçlü bir aktörün jeopolitik çıkarlarına rıza göstermek zorunda mı kalmıştır? Bu, metaforumuzdaki tavuk sahibinin, zararını ödeyen ama aynı zamanda bir daha asla itiraz edemeyeceği koşulları dayatan kişiye karşı durumuna benzetilebilir.
Sorumluluğun Seçiciliği: NATO müdahaleleri (ör. Kosova 1999), insani gerekçelerle meşrulaştırılsa da, eleştirmenler tarafından çoğunlukla jeopolitik çıkar odaklı olmakla suçlanmıştır. Neden bazı insani krizlere müdahale edilirken diğerlerine edilmez? Bu “zararı tazmin etme” eyleminin tutarlı ve evrensel bir ahlaki ilkeden ziyade, çıkar odaklı ve seçici olduğu eleştirisine yol açar.
Üye Olmayanlarla İlişkiler: NATO’nun genişleme politikası, Rusya gibi diğer güçler tarafından often bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu durum, ittifakın kendi güvenliğini sağlarken, dışarıdakilerde bir güvensizlik ve tehdit algısı yaratarak bir güvenlik ikilemine neden olmuştur. Bu, kolektif rıza arayışının, dışlayıcı ve kendi dışındakileri “öteki”leştiren bir yapıya dönüşebileceğinin göstergesidir.
Sonuç: İdeal ile Gerçeklik Arasında Süregiden Bir Yolculuk
Köpek metaforu, bize insan olmanın statik bir durum değil, dinamik ve zahmetli bir yolculuk olduğunu hatırlatır. Mustafa Kemal Atatürk’ün projesi, bu bireysel yolculuğu kolektif bir medeniyet projesine dönüştürme çabasının cesur ve vizyoner bir tezahürüdür. Bu model, akıl, bilim, hukuk ve ahlakı merkeze alarak, bireyden topluma uzanan bir “rızalık zinciri” kurmayı hedeflemiştir.
Ancak, NATO örneğinin de gösterdiği gibi, bu idealleri uluslararası veya hatta ulusal düzeyde tutarlı bir şekarak uygulamak, güç, çıkar ve realpolitik ile sürekli bir mücadele gerektirir. İnsan-ı kâmil olma yolundaki birey nasıl ki nefsiyle ve içgüdüleriyle mücadele ediyorsa, kâmil bir toplum veya uluslararası düzen de bencil çıkarlar, güç hırsı ve korkuyla mücadele etmek zorundadır.
Nihai çözüm, belki de her düzeyde – birey, toplum, uluslararası sistem – sürekli bir özeleştiri, sorgulama ve diyalog mekanizmasını canlı tutmaktır. “Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim” diyebilen bir feraset, sadece bireye değil, devletlere ve ittifaklara da gereken bir erdemdir. Gerçek kemalet, kusursuz olmak değil, kusurunu görüp onu düzeltmek için gösterilen çabadır. İnsanlık, bu zorlu ve onurlu yolculukta, hem kendi içindeki hem de kolektif yapılarındaki “köpeği” ehlileştirmek için çabalamaya devam etmelidir. Atatürk’ün işaret ettiği medeniyet yolu, işte bu çabanın ta kendisidir.
Kaynakça:
Aristoteles. (MÖ 4. Yüzyıl). Nikomakhos’a Etik.
Kant, I. (1784). Was ist Aufklärung? (Aydınlanma Nedir?).
Maslow, A. H. (1943). A Theory of Human Motivation. Psychological Review, 50(4), 370–96.
Waltz, K. N. (1979). Theory of International Politics. McGraw-Hill. (Realist bakış açısı için)
Wendt, A. (1992). Anarchy is what states make of it: the social construction of power politics. International Organization, 46(2), 391–425. (Eleştirel ve inşacı teori için)
Atatürk, M. K. (1927). Nutuk.
Mardin, Ş. (1983). Religion and Secularism in Turkey. In Atatürk: Founder of a Modern State. eds. Ali Kazancıgil & Ergun Özbudun. Hurst & Company.
Kaplan, L. S. (2004). NATO Divided, NATO United: The Evolution of an Alliance. Praeger Publishers.
Özel, S. & Gürkan, E. (2021). Türkiye’nin Dış Politikası: Bir Özgürlük-Süreklilik Tartışması. İletişim Yayınları. (Türkiye-NATO ilişkilerinin tarihsel analizi için)
İslam Felsefesi Metinleri (Özellikle insan-ı kâmil kavramı üzerine yazan Muhyiddin İbn Arabi gibi düşünürlerin eserleri).