0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
102
Okunma
Gülhane’de uyandım
Çınar yaprakları taş kaldırımlara düşüyordu
Simitçinin sesi sokaktan geliyordu
Vapur düdüğü uzaklardan cevap veriyordu
İlk nefeste şehir vardı
Sarayburnu’na yürüdüm
Denizin tuzu yüzüme vurdu
Martılar kıyıya çarpmadan süzülüyordu
Balıkçılar ağ çekiyordu
Bir vapur yanaştı iskeleye
İnenin gözünde bir hikaye vardı
Topkapı’ya doğru ilerledim
Körüklü otobüsler ağır ağır geçti
Muavinler bağırdı bir kişi var Aksaray diye
Otogar kalabalıktı sesler birbirine karışıyordu
Mazot kokusu valiz gürültüsü çocuk sesleri hepsi bir aradaydı
Elinde mendil sallayan insanlar vardı
Camdan el sallayan çocuklar yüzleri buğulu
Bir bavulun üstünde uyuyan bir adam gördüm
Yorgundu ama huzurluydu çünkü yolculuk insanı yorar ama umut dinlendirirdi
Otobüsler kalkarken şehir bir an durur gibi olurdu
Herkes birine veda eder ama kimse İstanbul’a el sallayamazdı
Çünkü İstanbul gideni bırakmazdı her zaman birazını içinde tutardı
Akşam olunca mahallede yazlık sinema kuruluyordu
Sandalyeler sıralanırdı
Beyaz bir çarşaf perde olurdu
Işık düştüğünde herkes susardı
Cüneyt Arkın ekranda atına binerdi
Mahalle hep bir ağızdan vur be Cüneyt derdi
Türkan Şoray sahneye çıkınca herkes susardı
O bakış yeterdi anlatmaya
Film bittiğinde kimse hemen kalkmazdı
Bir süre beyaz perdeye bakılırdı
Gazoz şişesinin tık sesi hatırda kalırdı
Dolmuşlar yeniden çalışırdı
Vapur düdüğü uzaktan selam gönderirdi
Sarayburnu’ndan gelen rüzgar saçlarıma dokunur gibi olurdu
O günün her anı bir kayıt gibiydi
Gülhane’deki sabah ayazı
Sarayburnu’nun tuzu
Topkapı’nın uğultusu
Yazlık sinemanın ışığı
Hepsi bir bütün olurdu
Bir zamanlar İstanbul işte böyleydi
Sokaklar hatıra taşırdı
Her ses bir anıydı
Her adım bir şiirdi
Ve ben o şiirin içinden yürüyordum
İsmail Gökkuş