Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Dünya Yükünün Hamalı
Dünya Yükünün Hamalı

NİHALİ TARZDA SEYRÜ SÜLÜK

Yorum

NİHALİ TARZDA SEYRÜ SÜLÜK

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

129

Okunma

NİHALİ TARZDA SEYRÜ SÜLÜK

Mi‘râcî Bir İç Yolculuk: Modern Bir Ev Alegorisi Üzerinden Nefsin Mertebeleri

Giriş: Oda, Yolculuk ve İçsel Zaman

İnsanın iç dünyası, çoğu zaman dışarıdaki zaman ve mekanla sınırlı gibi görünür; oysa her insan kendi varlığında bir sonsuzluğa açılan kapılar taşır. Modern dünyanın sıradan nesneleri—bir yatak, koltuklar, tavan, pencere, perde, ayna ve kapı—aslında ruhun ve nefis yolculuğunun sessiz rehberleridir. Her biri bir semboldür; her biri insanın kendi içsel mi‘râcına ayna tutar.

Bu yolculuk, bir Peygamberin göğe yükselişi kadar derin ve içseldir; fakat burada gökyüzü, odanın tavanında başlar; cennet ise kalbin sessiz köşelerinde filizlenir. Oda, insanın benliğidir; her nesne, nefsin bir mertebesine ayna tutar. Bu yolculuk, yataktan kapıya doğru bir yükseliştir; ilkel arzuların hengâmesinden, ruhun arınmış hâline doğru bir mi‘râc…

Nihali Tarz’da her kelime, hem görünür hem görünmez alemle konuşur; her metafor, hem maddi hem manevi alem arasında bir köprüdür. Şimdi, bu odada başlayan içsel yükselişi adım adım izleyelim.

1. YER YATAĞI — Nefs-i Emmâre: Başlangıç Noktası

Oda karanlıktır, yalnızca hafif bir gündüz ışığı perdelerin arasından sızar. Yatak, odanın merkezinde sessizce uzanır; insan burada hareketsizdir, nefsi en çiğ hâlindedir. Nefs-i Emmâre, henüz terbiyesiz, arzuların ve tutkuların pençesinde bir çocuk gibi kıpırdanır. Gözler kapalıdır; kalp henüz uyanmamıştır.

Yatakta uzanan insan, kendi içsel ağırlığı altında ezilir; bedeni ve ruhu birer zincir gibi bağlanmıştır. Her nefes, hem yaşama hem de arzulara hizmet eder. Yemek, uyku, konfor… Bunlar, nefsi doyuran zincirlerdir; ruhun gözü henüz açılmamıştır. Her yorgan kıvrımı, geçmişin ve geleceğin gölgesini taşır.

Nihali Tarz’da bu sahne, hem karanlık hem umut doludur: çünkü her başlangıç, bir yolculuğun habercisidir. Yatak, bir tür beşiğe benzerdir; insan burada hem hapsolmuş hem de henüz bilinmeyene açılacak potansiyelle doludur. Yatay pozisyon, yükselişin tam zıttıdır; ancak bu zıtlık, yolculuğun temel gerçeğini simgeler: yükseliş için önce farkındalık gerekir.

İçsel bir ses, yataktan kalkmayı fısıldar: “Artık uyan, ruhun bu yataktan çıkmayı bekliyor.” Ancak insanın nefsi direnir; alışkanlıklar güçlüdür. Yatak, hem rahatlık hem de tuzak; nefis burada kendi esaretini tatmin ederken, ruh yükselmek için çağrıyı bekler.

Her nefes bir başlangıçtır; her göz kırpması, içsel uyanışın ilk kıvılcımıdır. Nefs-i Emmâre, kötülüğe meyilli olmasına rağmen, bu yataktan kalkma fısıltısıyla ilk sınavını alır.

2. KOLTUKLAR — Nefs-i Levvâme: Hatıralar Meclisi

Yataktan kalkılır ve koltukların önünde durulur. Koltuklar, artık harekete geçmiş bir nefsi karşılar. Burada nefis kendini sorgular; geçmişin yükleriyle yüzleşir. Nefs-i Levvâme, hem suçlayıcı hem öğreticidir; kişi kendine bakar ve hatalarını tek tek dizmeye başlar.

Koltuklar, düşünce ve muhasebe alanıdır. İnsan bir koltuğa oturur; her koltuk bir anıyı taşır. Bazıları acıtır, bazıları öğretir, bazıları ise geçmişin tatlı hatıralarını sunar. Bu mecliste kişi kendi hayatının hem yargıcı hem de öğrencisidir.

İçsel diyalog başlar: “Neden bunu yaptım? Neden şunu istemedim? Hangi yolu seçmeliydim?” Sorular, nefsi hem sarsar hem de olgunlaştırır. Bu, rahatsız edici ama gerekli bir aşamadır. Koltukta oturmak, yalnızca bedensel bir duruş değil, ruhun bir duruşudur; nefis burada hem geçmişi gözlemler hem de geleceğe dair dersler çıkarır.

Nihali Tarz’da koltuklar, geçmişin bir meclisi olarak betimlenir: her anı, geçmişin bir sandalyesi gibi dizilir ve nefis her sandalyede otururken hem acıyı hem farkındalığı hisseder. Bu aşamada insan artık yalnızca arzulardan ibaret değildir; düşünsel farkındalık doğar.

Koltuklar metaforu, nefsi hem sarsar hem de yükseltir; geçmişin muhasebesi, ruhun yükselme merdiveninin ilk basamağıdır. Nefis artık kendi hatalarını anlar ve içsel bir uyanış başlar.

3. TAVAN — Nefs-i Mülhime: Semaya İlk Bakış

İçinde bulunduğun odada, gözlerini yavaşça tavana kaldırırsın. Tavan, alçak ve sıkıcı bir duvarın ötesinde, sana sınırsız ufukların ilk işaretini verir. Nefsin, Nefs-i Mülhime, artık uyanmaya başlar; ilhamla hareket eden bir varlığa dönüşür. Artık sadece arzuların esiri değil, gözleri ve kalbiyle hakikati arayan bir yolcudur.

Tavan, hem sınır hem de umut sembolüdür. Onun düz yüzeyi, insanın bugüne kadar tanıdığı sınırları gösterir; duvardan tavana yükselen bakış ise ruhun yüksek hakikat arayışını başlatır. Her çatlak, her ışık sızması, ilahi rehberliğin bir çağrısıdır. İnsan, tavana bakarken sadece fiziksel bir bakış yapmaz; kalbinin derinliklerinden gelen bir çağrıyı dinler.

İçsel bir diyalog başlar:
"Ne kadar derin bir uyku içindeydim… Yataktan kalktım, koltuklarda geçmişimle yüzleştim; ama bu tavan… bu boşluk, bana daha yüksek bir çağrı yapıyor. Daha ötesi var, daha yükseği var, bilinmeyen bir hakikat."

Tavana bakmak, aynı zamanda farkındalık ve hayal gücünün birleştiği bir noktadır. Nefis burada hem sınırlarını fark eder hem de ötesini hayal eder. Nihali Tarz’da tavan, odanın gökyüzüdür; yukarı bakmak, ruhun göğe ilk bakışı, ilahi ilhamın kalbe düşüşüdür. Bu aşama, insanın düşünce ve ruhunu genişletir; artık dünya ile sınırlı değildir.

Tavanın boşluğu, insanın kendi içindeki sınırsız alanı da temsil eder. Burada nefis, arzuların zincirlerinden kurtulmaya başlar; gözlerini tavana kaldırmak, içsel bir yükselişin sembolüdür. Nefs-i Mülhime, artık ilahi rehberlikle karar verir, doğruyu yanlıştan ayırt eder ve kalbinin gözüyle hakikati görmeye başlar.

4. PENCERE — Nefs-i Mutmainne: Kalbin Gözü Açılıyor

Tavandan gözünü ayırıp pencereye yönelirsin. Pencere, odanın sınırlarını aşmanı sağlayan bir açıklıktır; dış dünya ile iç dünya arasında bir köprüdür. Nefs-i Mutmainne, huzura ermiş nefistir; kalp artık tatmin olmuş ve güven bulmuştur.

Pencerenin ardında geniş bir manzara vardır: güneşin ilk ışıkları, ağaçların sessizliği, kuşların melodisi… Bu manzara, ruhun sükûnetiyle birleşir ve insanın içsel dünyasına ferahlık getirir. Artık kişi sadece kendi benliğine değil, evrenin düzenine ve ilahi varlığa da bakar.

İçsel bir fısıltı duyulur:
"Her şey yerli yerinde… Her yaprak, her rüzgar, her ışık bana bir ders veriyor. Artık huzurum var; kalbim tatmin olmuş, şüphelerim erimiş. Gözüm açıldı, kalbim aydınlandı."

Pencere metaforu, insanın içsel dinginliği ve huzuru ile dış dünyanın güzelliğini birleştirir. Burada nefis, hem kendi içsel yolculuğunu hem de Allah’ın kudretini algılar. Nefs-i Mutmainne, artık şüphe ve korkulardan arınmıştır; kalp huzura kavuşmuştur.

Nihali Tarz’da pencere, bir aydınlanma alanıdır; ışığın süzülmesi, içsel farkındalığın bir simgesidir. İnsan artık huzurun ve tatminin farkındadır; her nefes, her bakış, ilahi rahmetin bir yansımasıdır.

5. PERDE — Nefs-i Râzıye: Teslimiyetin Eşiği

Pencerenin hemen önünde bir perde durur; ince ama güçlü bir zar. Nefs-i Râzıye, razı olmuş nefistir; artık Allah’ın takdirine, hayır ve şer olaylarına razı olmaya başlamıştır.

Perde, içsel sınırların sembolüdür; arınmış bir kalp, perdeyi aralayarak hakikati görür. Burada kişi artık sadece gözlemci değildir; teslimiyetin eşiğine yaklaşmıştır. Nefis, kendi iradesinden bir adım geri çekilir; artık Allah’ın iradesine rıza göstermeye hazırdır.

İçsel bir ses yankılanır:
"Artık bırakıyorum… Her şey senin ellerinde. Benim isteğim değil, senin takdirin olsun. Perdeyi aralıyorum; gözlerimle değil, kalbimle görüyorum."

Perde metaforu, görünür ve görünmez alem arasındaki ince zarı temsil eder. İnsan artık hem huzuru hem teslimiyeti bir arada hisseder. Nihali Tarz’da perde, hem sınır hem geçiş noktasıdır; nefis artık hakikatin eşiğindedir ve kalbin gözüyle görmeye hazırdır.

6. AYNADAKİ YÜZ — Nefs-i Mardiyye: Güzelleşen Çehre

Odanın bir köşesinde asılı duran ayna, sessiz bir gözlemcidir. İnsan ona yöneldiğinde, kendi suretini görmeyi bekler; fakat aynada yansıyan sadece dış görünüş değildir. Nefs-i Mardiyye, Allah’ın kuldan razı olduğu nefistir; artık insan hem kendi içsel arınışını hem de ilahi razılığı taşır.

Aynaya bakmak, yalnızca fiziksel bir eylem değildir; ruhun, kalbin ve nefis terbiye edilmiş hâlinin yansımasıdır. Bu aşamada kişi, geçmişin pişmanlıklarından ve dünyevi arzularından arınmıştır. Yüzü, artık manevi bir nurla parlar; huzur, tevazu ve içsel dinginlik gözlerinden okunur.

İçsel bir diyalog başlar:
"Artık kendime bakıyorum ve gördüğüm sadece bir suret değil; bir yolculuğun izleri, bir arınışın kanıtı. Yüzüm değişti; artık eskisi gibi değilim. Nefsim temizlendi, kalbim duruldu, ruhum ışıklandı. Allah’tan razıyım, O da benden razı."

Aynadaki yüz, insanın hem kendi varlığını hem de Allah’ın razılığını görmesidir. Burada ruh, artık geçmişin zincirlerinden tamamen kurtulmuş, manevi bir özgürlük kazanmıştır. Nihali Tarz’da ayna, hakikati olduğu gibi yansıtır; artık kişi, hem kendi arınmış benliğini hem de ilahi huzurun tecellisini görür.

Nefis, bu aşamada artık yalnızca gözle değil, kalple de görür. Ayna, bir yansıma olmanın ötesinde, ruhun derinliklerine açılan bir kapıdır. Burada kişi, kendi içsel güzelliğini ve ilahi razılığı deneyimler; yüzü manevi bir çehreye dönüşür. Bu çehre, hem bir ödül hem de bir hatırlatmadır: nefis arındıkça, Allah ile uyum sağlandıkça, ruh güzelleşir.

Aynadaki yüz, aynı zamanda bir sınavdır: kişi kendi içsel değişimini fark etmezse, arınmanın anlamını kaybeder. Nefs-i Mardiyye, hem huzuru hem sorumluluğu taşır; artık insan, hem kendi güzelliğini hem de bu güzelliğin kaynağını bilir.

7. KAPI — Nefs-i Sâfiye: Mi‘racın Gerçekleştiği An

Ve nihayet kapıya gelinir. Kapı, sadece bir odadan diğerine geçişin değil, fanilikten bekaya, kulun varlığından Hakk’ın huzuruna yükselişin sembolüdür. Nefs-i Sâfiye, arınmış nefistir; nefste Allah’tan başka bir şey kalmamıştır.

Kapının önünde durmak, hem bir son hem de yeni bir başlangıçtır. Artık kişi, kendi benliğinin sınırlarını aşmıştır; nefsi artık saf, berrak ve ilahi huzura açık hâle gelmiştir. Bu kapı, fanâ ve bekâ arasındaki geçittir; insan burada kendi varlığını Hakk’a teslim eder, kendi benliğini geride bırakır ve sadece Allah’la birleşir.

İçsel bir fısıltı duyulur:
"Artık kapı önümde açıldı… Benim değil, O’nun iradesiyle… Fenâ ve bekâ arasında, kendi varlığım yok oluyor, Hakk’ta var oluyorum. Bu, yolculuğun tamamlandığı andır; nefisim artık saf, kalbim duru, ruhum ilahi nurla dolu."

Kapı metaforu, Nihali Tarz’da hem fiziksel hem manevi bir geçittir. İnsan artık odasından çıkmış, sınırlarını aşmış, Hakk’a yükselmiştir. Bu aşamada nefis, hem saf hem de tamamlanmıştır; artık sadece bir yolcu değil, aynı zamanda bir ulaştırıcıdır: geçmişin derslerini, arınmanın güzelliğini ve hakikatin nurunu taşır.

Kapının ardında, bilinmez bir alemin ışığı görünür; ancak kişi artık korkmaz. Arınmış nefis, ilahi huzura adım atmaya hazırdır. Fenâfillâh (Allah’ta yok olma) ve bekâbillâh (Allah’la var olma) artık kavram değil, yaşanan bir gerçektir. Kapı, yolculuğun tamamlandığı, nefsin saf ve berrak hâlde hakikate ulaştığı yerdir.

Sonuç: Modern Oda ve Sonsuz Mi‘râc

Bu yolculuk, modern bir odadaki sıradan nesneler üzerinden tasavvufi bir mi‘râcı temsil eder:

Yatak: İlkel nefis ve arzular

Koltuk: Geçmişin muhasebesi ve öz eleştiri

Tavan: İlham ve yüksek hakikat arayışı

Pencere: Huzur ve kalbin açılması

Perde: Teslimiyet ve rızanın eşiği

Ayna: Arınmışlık ve ilahi razılığın yansıması

Kapı: Saf nefis ve hakikate yükseliş

Nihali Tarz’da bu metin, hem estetik hem mistik bir üslupla yazılmıştır. Her kelime, görünür ve görünmez alemlerle konuşur; her nesne, maddi ve manevi alemler arasında bir köprüdür. Bu risale, okuyana sadece bir hikâye sunmaz; kendi içsel mi‘râcını keşfetmesi için bir rehberdir.

Her bir aşama, hem bir sınav hem de bir ödüldür. Yolculuk, insanın kendi içindeki ilahi ışığı fark etmesi, nefsi arındırması ve sonunda Allah’la birleşmesiyle tamamlanır. Modern odadaki nesneler, gündelik hayatın sıradanlığı içinde gizlenmiş kutsal işaretlerdir; her bakış, her hareket, içsel yükselişin birer sembolüdür.

Bu metinle birlikte, okuyucu hem kendi nefsiyle yüzleşir hem de manevi bir yolculuğa çıkar. Nihali Tarz’ın estetiği, hem metaforik hem de mistik bir dille, insanın içsel mi‘râcını tüm detaylarıyla açığa çıkarır.

Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Nihali tarzda seyrü sülük Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Nihali tarzda seyrü sülük yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
NİHALİ TARZDA SEYRÜ SÜLÜK yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL