0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
169
Okunma

Çocukken babam bir gece bahçeye çağırdı: “Bakın ateşböceği” dedi. Işığı gördüm yanına gittim, gördüğüm kadarıyla kurtçuğa benziyordu. Biraz internette de araştırdım: kanatlı böceğe benzeyenleri de varmış.
Ateş böcekleri doğanın geceye bıraktığı minik neon gibiymiş. Her biri yanar söner; ama o ışık “romantizm” değil, biyolojik çağrı. Erkek ateş böceği, karanlıkta o sinyali gördü mü, içgüdüsel olarak anlar: “Aha, dişim orada!”
Fakat o kadar kolay değil. Çünkü dişi de boş değil. Her türün özel bir ışık kodu varmış: kimi iki kısa, bir uzun; kimi sekiz kısa, bir duraklama. Erkek doğru şifreyi çözmezse yanına bile yaklaşamaz. Üstelik bazen dişi hiç yanmazmış. Bekler. Yoklar. Sanki “Acaba bu ışığı hak eden biri var mı ortalıkta?” der gibi.
Bu noktada insanın aklına hemen başka bir tür geliyor: Bizimkiler.
Malum, dişiler süslenir, parfümler sürülür, saçlar bir sağa bir sola dağılır. Sonra biri sinyal alır, “Bana mı süslendin?” diye sorsa hemen “Senin için mi süsleneceğim, aptal!” cevabı gelir. İşte tam o sırada ateş böceği dişisi uzaktan kıs kıs güler: “Ah insanlar… sizdeki cilve bile dürüst değil.”
Oysa dişi ateş böceği açık oynar. Işığını yakarsa davet vardır, yakmazsa yoktur. Ne trip, ne ima, ne pasif-agresiflik! Hatta bazen daha da karizmatiktir: “Geliyorsan düzgün gel, yanlış yanarsan seni yerim” dercesine sinyal yollar. (Gerçekten bazı türlerde dişi, yanılgıya düşen erkekleri yermiş).
Yani şu doğa sahnesinde bile kadın–erkek meselesi çözülememiştir. Erkek ateş böceği deli gibi ışığa koşar; kimi sevgi bulur, kimi mideye iner. Ama hepsi o bir parıltının peşindedir.
İnsanda da fark yok: ışığı gördük mü gidiyoruz. Sadece bizim ışıklarımız biraz daha pahalı.
Sonuçta ateş böceği, karanlıkta bile doğru sinyali seçer. Bizse gün ışığında bile yanılabiliyoruz.
Belki de asıl bilgelik şu: Yanmak kolay, ama kimin için yandığını bilmek hâlâ en zor mesele. Şems, "yanman lazım" dediğinde Mevlana bunu nasıl anladı bilemiyorum.
5.0
100% (1)