Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Oğuz Can Hayali
Oğuz Can Hayali

(15) İPLİ KUKLALAR

Yorum

(15) İPLİ KUKLALAR

0

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

147

Okunma

(15) İPLİ KUKLALAR

Komşu komşu,
Hu, hu?
Oğlun geldi mi?
Geldi, geldi.
Ne getirdi?
İnci, boncuk.
Kime, kime?
Sana, bana.
Başka kime?
Kara kediye.
Kara kedi nerde?
Ağaca çıktı.
Ağaç nerde?
Balta kesti.
Balta nerde?
Suya düştü.
Su nerde?
İnek içti.
İnek nerde?
Dağa kaçtı,
Dağ nerde?
Yandı, bitti, kül oldu!
(Türk tekerlemesi.)

Sokağın köşesini dönen Helen ve Phillip bu yolun sonunda Mösyö Dupont’un şapkacı dükkanına ulaşacaklarını bildikleri için sevinmekteydiler. Ama bu girişin de kırmızı-beyaz tahta bir güvenlik engeli ile kapatılmış olduğunu görünce sevinçleri yarıda kaldı. Güvenlik engeline yaklaştıklarında orada nöbet tutan bir er onların önlerini kesti.
„Pasaport ve vize kağıtlarınız lütfen.“
Yanda dalgalanan bayraktan anlaşılacağı üzere, burası bir İngiliz Kontrol Noktası idi. Kimlikleri alıp vize kağıtlarına bakan ve;
„Vize almanca yazılı. Komutana göstermem gerek.“
Diyerek yanlarından ayrılmak üzere olan er, Phillipp’in;
„Bende sizinle gelebilirmiyim?“
Ricasını duyunca durarak geriye döndü. O sırtı dönük şekilde Phillipp’in önünde ve Helen’se arkasında olduğu için bu soruyu onun sormadığını nereden bilebilirdi ki? Er; „Acaba benim ile gelmesine izin verirsem komutan bana kızar mı“ diye düşünürken, Helen’in;
„Ben bu kahvede bir çay içip dinleneceğim. İstersen çantalarını benim yanıma bırakabilirsin.“
Teklifine her ikisinin ağzından;
„Olur!“
Onayı çıkınca, Phillipp eşyalarını kahvede bıraktı ve önde giden erin peşine takıldı. Bu loş ve dar geçitte yolun sonu görünmüyordu. Phillipp önden hızlı yürüyen eri de bu karanlıkta kaybedince, tüm olanların Akçe’nin yeni bir oyunu olduğunu sezerek durdu ve geri dönmek istedi. Yandaki girişin sonundan gelen yüksek sesler ilgisini çekince de o yöne doğru yöneldi. Önündeki dar, basık ve açık kapıdan içeri girince, buranın yuvarlak bir gösteri alanı olduğunu anladı. Çünki burada, giyimlerinden anlaşılacağı üzere çeşitli ülkeleri temsil eden insan boyutlarında bir sürü ipli kuklalar vardı. Herbiri ülkelerinin gelenek özgülerine göre Phillipp’i selamladılar. Kimi ip ucundaki; Parmakları ince dört köşe ağaçtan ve eklemleri deriyle bağlı, elini salladı. Kimi sağ elini kalbinin üstüne koymaya çalıştı. Kimi yüzünde durağan bir anlatım yapıştırılmış olan başını öne eğdi ve kimi de bu eğişe bel eklemlerinide kattı. Birçoğu ise ip ucunda yalpalayan dirseklerinden kırılı kollarını öteye-beriye sallayarak ona içeri girmesi için alanın boş olan ortasını gösterip bu karşılamaya katıldılar. Phillipp bu sessiz isteğe ilgi göstermedi ve girdiği kapının eşiğinde durdu. Bu kuklaların; Uzuvlarının uçlarına bağlı ve yukarı doğru çıkan iplerden anlaşıldığı üzere, oynatıcıları yukarıdaydı ve onu da izlemekteydiler.
Burası yüksek, yuvarlak ve geniş silindir şeklinde bir yerdi. Girdiği kapının tam karşısında geniş bir yarıktan başka hiçbir giriş ve çıkışı yoktu. O; “ Demekki kuklalar buradan içeri ve dışarı alınıyor” diye düşünerek çevresine bakındı ve onların baş ve gövdeleri ona doğru çevrili, kolları yere sarkık devinimsiz bir şekilde durdukarını gördü.
Duvar görevini gören, çep-çevre bu gri kil rengindeki borunun sonu karanlık olduğundan kuklaların ipleri beliri bir uzaklıktan sonra gözden kayboluyorlardı. Phillipp yinede bu karanlığın ötesindeki oynatıcıların durumunu kestirbiliyordu. Çünkü o bir çiftçi çocuğu olduğundan; Yaşadığı kasabada hasat sonu yapılan panayırlarındaki eğlence yerlerinde hep kukla gösterilerini seyretmeye giderdi. Eldiven gibi içine el sokularak; Baş ve orta parmağın kolları oynattığı, işaret parmağın ise; Boynun dikine olan tüm baş devinimlerini üstlendiği el kuklaradan daha çok, onu ipli olanları ilgilendirirdi. Herkes bu oyunu önden seyredip gülerken; O bu yerin arkasından içeri girer ve yüksek bir iskelenin üstünden öne sarkmış oynatıcıların popolarınının öteye-beriye salınımlarına gülerdi.
İçeride oynatıcılara yardım eden mutlaka biri olurdu ki bu kişinin görevi; Yeri gelince muziği açmak, sahne arkası sözleri söylemek, gürültüleri yapmak vede; Odanın yan duvarları ve iskele altında ayyaş gibi oturan yada ölü gibi asılı duran kuklaları, gösteri sırası gelmeden, kancalarından alıp tahta tutacaklarını hazırlamaktı. Yeri geldiğinde; Bir eliyle bu kuklayı ayağa kaldırır, öbür eliyle de; Başı üstünden aşağıya düşercesine sarkan diğerini iplerinin ortasından yakalar ve ara vermeden büyük bir hünerle öbürünün tutacağını yukarı uzatırdı. Bu yardımcı kişi kısa böylu yada çocuk ise, ayak parmaklarının ucuna dek kalkarak kolunu yukarı uzatır ve kusursuz bir şekilde oynatıcının parmakları arasına tahta tutacağı yerleştirirdi. Böyle bir ustalığın en önemli yanı ise, asansör gibi yukarı çıkan ile, elinde tutuğu gelmiş olanın birbirine çarpmamasına vede iplerinin dolaşmamasına özen gösterme gereği idi. Sonra elinde tuttuğu ve iplerin ucunda yere serilmiş kuklayı kaldırır, eklemlerine takılmış ipleri çözer ve boş bir yere oturtarak tutacağını gerdirip başı üzerinde duvarda duran halkaya asardı.
Neden tüm bunları bu kadar canlı ve son inceliğine dek hatırlıyordu? Belkide bu; Kimi iki yada üç kişi olabilen oynatıcıların, çok kısa ve ard-arda gelen görevlerindeki zamanlama ustalıkları idi. “Belki de...” diye düşündü; “Yukarıdaki oynatıcılar her bir elinde ya kuklayı, yada bir başka şeyi tutmak yada oynatmak zorunda olduklarından, oynatan ve oynatılanın her ikiside bir yaşam kavgası içinde idiler. Bu ipin her iki sonunda duran kişiler için “Yaşam” deden şey, ince bir ipin boyu kadardı.”
Onu en çok etkileyen diğer bir şey ise oynatıcıların; Birbirlerinin ön yada arkasından, dar bir tahta iskele üzerinde, ipleri ve kuklaları karıştırmadan geçişleri idi. Birisi öne eğilip sahneye doğru sarkarken, diğeri; Bu dar yükselti üstünde dengesini kaybetmeye çalışarak, kol uzantılarının el verdiğince öndekinin sırt yada başka bir yerini sıyırarak yer değiştirirlerdi. İşlevi biten kuklayı önden yukarı alıp, arkadaki boşluğa salmak vede yeni gelenin tutacağını aynı eliyle, gerisine bakmadan gereğine uygun bir şekilde tutup sahneye daldıran bu kişiler; İki el ve gözün yetmiyeceği kadar yetenek üstü bir hüner sahibi olmalı idiler. Çünki o an; Oynatıcının öbür el ve gözü, seyirci önündeki ayrı bir kuklada olduğu için, bu “Geçiş” hüneri onun için bam-başka bir gösteri olurdu.. Onu şaşırtan diğer bir şey ise, kuklacının figür değişiminde seslerinde ansızın yaptıkları kişilik ve ton değişiklikleri idi.
Oyunu önden seyredenler, herbir kuklanın ayrı bir oynatıcısı olabileceğini düşleyemiyecek kadar kendilerini oyuna kaptırdıklarından, bu sahne ardındaki zevki tadmaları olanaksızdı. Ayrıca erkek yada kadın olsun, perde arkasındaki bu kişiler, oynatıcı kadar sanatçı idiler. İşin en acıklı yanı ise; Yukarıdan inen ipleri görmelerine karşın, kuklaların değinimlerini kendi güdüleri ile yaptıklarını sanacak kadar da düşgezgini idi bu çocuksu gerçekçilik.
Çevrenin kararması ile ortadaki alanda yuvarlak bir ışık belirdi. Aynı anda yukarıdan beyaz ve büyükçe boş bir torba, her köşesi ayrı bir ipe bağlı olarak aşşağıya inmeye başladı ve aydınlık yere değice de, yan iplerinin el verdiğince zemine yayıldı. Gerideki karanlıktan çıkıp-gelen 4 kukla, kollarının kancalarıyla yarı gergin ipleri yanlara doğru çekerek bu çarşafın yerde, olasıllık kadar gerilmesini sağlayıp geri çekildiler. Ansızın ses yükselticisinden gelen bir Viyana Vals Dansı müziği eşliğinde; Giyimleri çok özel, biri kadın ve diğeri erkek iki kukla, sanki bu dansın ritmine uyarcasına birbirlerine “sarılı” denecek kadar yakın bir şekilde, yavaşça ve döne-döne bu çarşafın ortasına değip, ayakta durdular. Müsiğin kesilmesinden sonra; Avusturya-Macaristan İmparatoru 1.nci Franz Joseph’in oğlu ve onun yerine geçecek tek veliaht olan Arşidük Franz Ferdinand ile karısı Düşes Sophıe’yi temsil eden bu iki kukla, ilkin yanyana geldiler. Düşes Sophie; Beyaz bir gelinliği andıran bol tüllerden yapılmış uzun bir elbise giymiş, başında ise kenarları geniş, önü fileli ve üstünde uzun devekuşu tüyleri sallanan bir şapka geçirmişti. Sırası gelmişken burada bu elbiseyi diken ve şapkayı seçen terziyi özel olarak övmek gerekir ki, bu kişi; Tahtadan özensiz bir şekilde yontulu olan onun yanak ve dudaklarını “Olağandan çok kırmızı renk kullanarak abartmış“ boya ve güzellik ustasına böylece fark atmaktaydı.
Vals müziğinin kesilmesi ile ses yükselticisinden gelen alkış ve övgü seslerine her ikiside asilce öne eğilerek karşılık verdiler. Omuzları geniş ve yakası kalkık şık subay ceketinin göğsü madalya dolu Arşidük Franz Ferdinand’ın, önü altın burma siperli şapkasının üstündeki sırmalı ipliklerden örülü tüyler, karısının başındaki tüylerle uzunluk ve güzellik yarışında idiler.
Kuklarar arasından çıkıp-gelen kasketli,haydut yada serseri görünüşlü, Kara El Örgütüne kayıtlı Sırp milliyetçisi Gravrilo Princip, sağ kolunu dirseğinden kırarak; Eline Sırp istihbarat ajanı binbaşı Vojıslav Tankosic’in yapıştırmış olduğu büyükçe bir tabancayı yukarı kaldırarak birkaç el ateş etti. Duyulan bu patlamalar, bağırış ve tepki sesleri, elbetteki ses yükselticiden gelmişti. Kolunu aşşağıya indirip öylece duran Gravrilo’nun yanına iki kukla geldi ve bu üçlü kukla tek bir çizgi sathında, öne doğru tıpış-tıpış yürüyerek yarığın önüne kadar gidip kayboldular.
Tüm kuklalar mekanik bir şaşırma, korku ve nefret devnimleri içindeydiler ama yüzlerindeki donuk görünüm, onların bu hislerindeki aldatıcılığı ele vermekteydi. Ses yükselticisi Frederıc Chopin’in Cenaze marşı senfonisini çalmya başladığı anda, tüm bağırış ve gürültüler kesildi. Bu senfoninin ağır ritmine uyarak; Yerdeki beyaz çarşafın ipleri gerildi ve bir bohça gibi büzülüp, içindeki ölüleri yavaş-yavaş yukarı çekmeye başladı. Bu süre içinde tüm kuklalar saygı duruşu konumuna geçmişlerdi. Beyaz torba kaybolup marş da sona erince, ortam hoşnut olmayan bir bekleme sessizlğne büründü. İçten gelen bir dürtü Phillipp’e;
“Peki şimdi ne olacak?
Sorusunu sordurunca, yukarıdaki oynatıcılardan birinin yüksek sesle yaptığı;
“BURADA SORU SORMAK YASAK!”
Uyarısı ile kendine geldi;
“SORUNUZU LÜTFEN BİR ARZU YADA YORUM ŞEKLİNE GETİRİN.”
Önerisi ile ona daha güç bir görev verilmiş oldu. Cümleyi nasıl değiştirmesi gerektiğini düşünürken karşıdaki gruptan çıkarak ortadaki ışıklı alana gelen Avusturya-Macaristan İmparatoru 1.nci Franz Joseph yüksek sesle bağırarak;
“Yerime geçecek tek oğlum ve doğuracağı çocuklar ile imparatorluğumu sürdürecek gelinimin öldürülmesi cezasız kalmayacak!”
Andını içti. Arka plandaki kuklalar kollarını aynı anda ve hep beraber dim-dik yukarı kaldırıp bu hesaplaşmaya katılırcasına kararlı bir;
“Savaş çıkacak!”
Bağırtısı eşliğinde topluca zıplayarak geriye kondular. Kuklaya geri adım attırmak, maddenin yapısına aykırı olduğu için bu geriye hoplamayı Phillipp doğal olarak karşıladı. Sağ yandaki kalabalık arasından çıkıp ortaya gelen Alman İmparatoru 2.nci Wilhelm tek elini yukarı kaldırıp, İmparator 1.inci Franz ile birlikre olduğunu; ;
“Bu eylemin öcünü, dostum ve akrabam Avusturya-Macaristan İmparatoru ile birlikte alacağız!”
Gözdağınıyla kanıtladı. Bu uyarıya kuklalar da katılarak hep bir ağızdan korkulu bir;
“Savaş çıkacak!”
Uğultusu ile, yukarıda duran kollarını aşşağıya indirip geriye doğru topluca zıplayarak onayladılar. Diğer yandan çıkarak ortaya gelen İngiltere Başbakanı David Lloyd George;
“ Denizlerdeki ayrıcalığımıza zarar gelirse karşılık veririz !”
Önerisini dua eder gibi her iki elini yan yukarı kaldırarıp, açarak yaptığında, kuklalar da kollarını yeniden yukarı kaldırarıp topluca bir adım daha geri sıçrayak, korkulu bir uğultuyla;
“ Savaş çıkacak!”
Diye eşlik ettiler. Phillipp’in yan tarafındaki kalabalıktan çıkarak bu üçlüye katılan Fransız Cumhurbaşkanı Raymond Poincard daha yüksek bir sesle;
“Avrupa’da bize karşı olacak bir birleşmeye seyirci kalmayız!”
Tehditine
“Savaş çıkacak!”
Diye çığlık tonunda bağırarak kollarını aşşağıya indiren kuklalar bir adım daha geri sıçradıklarında duvara çoktan yapışmışlardı.
Bundan sonra alanın ortasına ard-arda, sırasıyla gelecek olan 5 kuklanın cümlelerinin sonunda kararlı bir şekilde vurgulayacakları "Savaş Çıkar" iki kelimesini tüm kuklalar; İlk kelimenin başlangıcından beri, konuşmacı ile birlikte, tek bir ağızdan söyleyeceklerdir. Bu katılım; Kömürle işleyen Kara Tren’in teker pistonunun ritmine uyarcasına ıslım salarak salonda çuflayacaklardır.
İlk Konuşmacı Osmanlı İmparatoru 5.inci Mehmet Reşad;
“ Bizi Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını açmaya zorlayan ülkeye tanıdığımız ayrıcalıkları kaldıracağımız gibi, borçlarımızıda hiç sayar vede Halife sıfatı ile tüm müslümanları yanımızda olmaları için “Cihad başkaldırısı” çağırısı yaparız!"
Koro ikilemesi ile birlikte;
" Savaş çıkar !”
Rus Çarı 2.nci Nikolay;;
“Bu olay ülkemdeki azınlıkları kışkırtırsa, biz tepkisiz kalmayız!"
Koro iklemesi ile birlikte;
" Savaş çıkar!”
Yunan Kıralı 1.nci Konstantin;
“Yarım asır boyu elimizden alınan ada ve kara topraklarımız bize geri verilmezse..."
Koro ikilemesi ile birlikte;
"Savaş çıkar!”
İtalyan başbakanı Antonio Salarda ve Vatikan temslcisi Papa Benediktus ile bir ağızdan;
“ Kutsal Şehir Kudüs’e göz diken olursa, karşısında bizi bulur."
Koro iikilemesi ile birlikte;
" Savaş çıkar!”
Gibi ilk 4’lü guruba 5 savaş istekçisi daha katıldığını gören Phillipp şaşırdı.
“Durun hele!”
Bağırması ile tüm gövdeler ona doğru çevirdi;
“Osmanlı İmparatrluğu ne yıkıldı nede parçalandı. Savaş için bu ivedeliğiniz niye?”
Sorusuna yukarıdan;
“CÜMLENİZİ İSTEK ŞEKLİNDE DÜZELTİN LÜTFEN.”
Uyarısı gelince, cümlesini;
“Barış içinde bir çözüme ulaşmanın yolları varken, bu savaş arzunuzu ben bir türlü anlayamıyorum.”
Diye düzeltti. Çevredeki kuklalar bu yargıya; ya verecek karşılık bulamadığından, yada kendilerini ele vermekten korktuklarından, alınmış numarası yaparak hep beraber suskun bir şekilde salonu terk ettiler.
Ortadaki Kırallar ve Poltikacılar grubunun karşısında yalnız olarak duran Osmanı Padışahı;
“Yaralı bir aslana çakallar gibi saldırıyorsunuz, leş yağmacıları!”
Küfrünü savurunca, bunu duyan Phillipp içinden; “Bu yaralı Aslan ama yarım asır boyu nice ceylan ve karacaları insafsızca öldürdü.” diye düşündü ama bunun, çevresindeki diğer kukları yeniden hiddet ve coşkunluğa sürükleyeceğini bildiğinden, söylemedi. Yavaşça bu gruba yaklaşarak yanlarına geldi. Aynı anda gerideki yarıktan Antik Yunan Orduları komutanı Kralı Agamemnon ve kardeşi Isparta Kıralı Menelaos kısa eteklikleri üzerine Savaş Miğferleri giymiş olarak çıka geldi. Buna şaşıran Phillipp onlara; “Sizin burada ne işiniz var?” diye soru sormalıydı ama, “Soru sormak” oyun kurallarına aykırı olduğundan, cümleyi nasıl kuracağını düşünürken Antik Yunan Kıralı Agamemnon’un, Osmanlı İmparatoru 5.inci Mehmet Reşad’a;
“Truva’yı yıkarak geri aldığımız topraklarımızı, at gezgini olan sizler Orta Asya’dan gelip geri aldınız.”
Diye söze başladığını duyunca rahatladı. Kardeşi Isparta kıralı Menelaos söze devamla;
”Nasıl biz Truva’yı kahramanca almışsak, şimdide öyle alacağız!”
Tehdini savurunca, Phillipp yeniden bilimsel gerçekçiliğine dönerek bu göz dağına;
“Truva’yı bilek gücünüzle değilde, “Tahta At” gibi bir hile uydurarak ele geçirdiğinizi savunuyorsanız; Bu doğru olmasa bile, asla kahramanık değil, sahtekarlıktır. Ayrıca Aşil gibi bir yiğidi, sinsi ve korkak bir sıçan şekline sokarak bu tahta atın içine olduğunu savunmanız da, hiçbir bilimsel ve gerçekçi düşünceye sığmaz. En son olarak; Homer’in İlyada Destanı Truva kıralı Priyamın, gizlice Aşil’in otağına gelip oğlu Hektor’un cesedini alması, Kıralın yağeni ve de aynı zamanda Aşil’in sevgilisi olan Apollon Tapınağı rahibesi Deis ile birlikte sarayına geri dönmesi ile biter.”
Diyerek bu felsefi ve tarihi savunmasına böylece son noktayı koymuş oldu. Kıral Agamemnon’un;
“Ya Truva Prensi Paris’in Aşil’i Truva Surları içinde öldürmesi de mi yalan?”
Cevabını, soru olarak niteleyen yukarıdaki Oynatıcı;
“SORU OLARAK DEĞİL, İSTEK OLARAK KURUN CÜMLENİZİ LÜTFEN!”
Ricasıyla kesti. Özür dileyen Kral Agememnon sözünü;
“ Peki; Onun “Ölümcül tek yeri olan” topuğunun üstünden okuyla vurması, ”
Diye bitirdi;
“Buda Amerikan Film senaryolarına sığmayacak kadar gülünç bir söylentidir.”
Karşılığını alınca da;
“Ama Tanrı Söylenceleri’nde bunların hepsi yazılı.”
“Onların da; Güçlü kıralların uydurması oldukları ve bu söylencelerle inanan cahil halkı böylece köle ettikleri bilinir.”
Bu söze sinirlenen Agememnon; Bir kolunun dirseğinden kırdığı elinin tersini omuzuna doğru kaldırarak;
“Haydi canım sende!”
Karşılığını vererek geri dönüp gitmeye başladı. Tüm diğer kuklalar da sürü halinde sallana-sallana onun peşine takılıp alanı terkettiler.
Yukarıdaki oynatıcılardan biri dayanamıyarak Phillipp’e;
“Peki sizin bu savaşın çıkmaması için öneriniz nedir?”
Gibi bir soru sorduğunda, kendi kurallarına karşı düştüğünü bile anlayamamıştı. Bu falsoyu hınzır bir gülümseme ile karşılayan Phillipp;;
“Böyle bir savaşın çıkmaması için yapılacak hiçbir teklif gerçekçi olamaz!”
Dedi ve sözünün burasında kısa bir süre durarak yargısına;
“Çünki bu savaş yarım asırdır Avrupa toprak ve devletleri arasında çoktan vardı. ”
Savunmasını ekledi. Bileğinden kırıp göbek hizasına dek kaldırdığı bir kolunun, yukarı doğru açtığı elinin tüm parmaklarını; Öbür elinin işaret parmağı ile teker-teker aşşağıya doğru bastırıp, birinden-öbürüne sırasıyla sıçrayarak 9 nedeni ardı-ardına saydıktan sonra son olarak;
„Amerika’daki zengin banker Musevilerin öncülük ettiği „Büyük Ortadoğu Projesi“
Diye sayımını bitirirdi. İngiliz erinin;
„Beyim, bu karanlıkta ne sayıyorsunuz böyle parmaklarınızla?“
Sorusuyla kendine gelen Phillipp’in;
„Hayır, yok öyle birşey!“
Yanıtlamasına da;
„Ama ben Büyük Asya Projesi dediğinizi duydum.“
Diyen ere;
„Lütfen kağıtlarmız kontrol edildi ise, verin de yolumuza devam edelim.“
Centilmence ince bir karşılıkla erin sözünü kesti ve onun uzattığı Pasaport ile Vize kağıtlarını alıp,teşekkür ettikten sonra yalnız olarak girişteki kahvede oturup çayını içen Helen’in yanına geldi;
„Kusura bakma, biraz uzun sürdü ama...“
Diye özür dilemeye çalışırken, Helen;
„Ne uzun zamanı Phillipp, ben bile az önce ısmarladığım çayı şimdi içiyorum. Sende çay içmek istermisin?“
Bu soruya soğuk bir;
„Hayır!“
Diyen Phillip canının sıkıldığını ona belli etmiyerek;
„Dışarıda bir sigara içeceğimde...“
Özürü ile dışarı çıktı. Şimdi o; Akçe’nin ona yaşattığı tüm kara-komik düşlerden zevk almaya bile başlamıştı.






Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
(15) ipli kuklalar Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz (15) ipli kuklalar yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
(15) İPLİ KUKLALAR yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL