0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
127
Okunma
Bediüzzaman Said Nursî: Zamanın İçinde Diriliş – 2
Yazar: Murat Kerem
Barla: Sürgün Gibi Görünen Bir Lütuf
1926 yılı…
Said Nursî, Isparta’nın Barla kasabasına gönderildi.[1]
Zahiren sürgün…
Hakikatte ise kaderin yeniden yazılacağı bir menzil.
Göl kıyısında oynayan çocuklar, onu sessizce süzdü.
Bir çocuk annesine eğildi:
— Ana, kim bu zat?
Anne başını eğmeden cevap verdi:
— Evladım, bazı insanlar vardır, yürürken bile dua eder.
Barla, onu böyle karşıladı:
Temiz, sessiz ve kalbi açık.
Gölün Şahitliği
Sabahları Eğirdir Gölü’nün üzerine ince bir sis inerdi.
Said Nursî, göl kenarında bir çam ağacının altında oturur, suya bakarken
kalbinden bir cümle yükselirdi:
“Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu bütün dünyaya göstereceğim.”[2]
Bu söz, artık bir iddia değil — bir kader beyanıydı.
Risale-i Nur’un Doğuşu
Geceler sakindi.
Kandil ışığı duvarda titrek gölgeler bırakırken,
Said Nursî dizlerinin üstündeki deftere eğildi.
Satırlar, kalpten akıyordu.
Kalem, kâğıda değil, gönüllere dokunuyordu.
Bir gece Hulusi Bey geldi.
Kapıyı usulca vurdu:
— Üstadım, yazdıklarınızı okumama izin verir misiniz?
Said Nursî, tebessümle:
— Hulusi… Sen benim talebem değil; bu hakikatin talebesisin.
İşte bu an, Risale-i Nur’un insandan insana değil, kalpten kalbe geçtiği andır.[3]
Barla Halkının Uyanışı
Sabah namazlarından sonra Çallı Hafız Mustafa gelirdi.
Bir gün yollar karla kapanmıştı:
— Üstadım, yollar çok ağır. Endişe ettik.
Said Nursî:
— Kardeşim… Yolun ağır olması nimettir. Kolay gelen, çabuk unutulur.
Bu sözden sonra Barla’da sabır, ihlâs, şükür yeniden doğdu.[4]
Çam Ağacının Altındaki Söz
Hafız Ali ile ormanda yürürken
Said Nursî yüksek bir çam ağacına dokunarak şöyle dedi:
— Kardeşim Ali… Şu ağaç, bizden daha güzel tesbih ediyor. Biz unutsak da o unutmuyor.[5]
Söz bitti.
Sessizlik başladı.
Ve o sessizlik öğretmeye devam etti.
Zindan ve Zehir: Sabırla Diriliş
Risale çoğaldıkça karanlık rahatsız oldu.
Takipler başladı.
Mahkemeler, sürgünler, zehirlemeler…
Ve o yine sükûnetle şunu söyledi:
“Bana zulmedenlere beddua etmedim; çünkü bilmeden bu hizmete hizmet ediyorlar.”[6]
Bu, bir insan sabrı değil;
bir dağın sükûtudur.
Vuslatın Sessiz Sabahı
1960 yılında Şanlıurfa’da, sabah namazı vaktinde
kalbi Rabbine yürüdü.[7]
Ama o giderken geriye bir isim bırakmadı.
Bir nur bıraktı.
Bugün bir genç Risale okurken sarsılıyorsa,
bir anne evladına iman öğretiyorsa,
bir gönül gece sessizliğinde ağlıyorsa…
Bil ki Barla hâlâ konuşuyor.
Ve nur hâlâ yürüyor.
Kalpten kalbe.
Evden evlere.
Dünden bugüne.
Çağdan çağa.
Kaynakça
[1] Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı,
[2] Şualar, 14. Şua.
[3] Barla Lâhikası, Hulusi Bey Mektupları.
[4] Barla Lâhikası, Hafız Mustafa Risalesi.
[5] Tarihçe-i Hayat, Barla Tefekkür Notları.
[6] Kastamonu Lâhikası,
[7] Tarihçe-i Hayat