0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
144
Okunma
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî: Aşkın Dönen Aynası
Yazar: Murat Kerem
İnsan bazen kendi kalbinin kapısını bile çalamaz.
Dışarıda kalır; içeri girmek için kelimeler yetmez, ilim yetmez, akıl yetmez…
Nice âlimler vardır ki kitaplar dolusu bilgi bilir, ama bir tek gönle dokunamaz.
Nice dervişler vardır ki gece gündüz zikreder, fakat içindeki ateşi uyandıramaz.
Peki, akıl nasıl kalbe iner?
Bilmek nasıl yanmaya dönüşür?
Ve insan, kendi içine doğru nasıl bir yolculuğa çıkar?
Bu soruların cevabı, bir gün Konya sokaklarında bir bakışta,
bir susuşta ve bir kalp titremesinde saklıydı.
O andan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı,
ne şehir, ne ilim, ne dünya, ne de aşk…
Bu, ilmin nura, nurun aşka dönüştüğü bir yolculuğun hikâyesidir.
Bir Şehrin Kalbinde Doğan Işık
XIII. yüzyıl Konya’sında, dünya kaygısı gölgesini kalplere düşürmüştü.
İlim vardı; fakat gönül susuzdu.
İşte o günlerde, bir medrese hücresinde mütevazı bir kandil yanıyordu:
Celâleddîn Muhammed Rûmî.
Bir gece mum titredi; kalbi şöyle dedi:
“Kalp, Hak’la temas ettiğinde sönmez bir kandile dönüşür.”
Bir Âlimin Aşka Uyanışı
Mevlânâ ilimde parlıyordu; fakat ilim henüz aşka dönüşmemişti.
İşte o sırada Şems-i Tebrîzî geldi.
Şems, hakikatin ateşiydi.
Bir gün Mevlânâ’ya şöyle sordu:
“Bayezid-i Bistâmî ‘Ben ne yüce bir sultanım!’ dedi.
Peygamber Efendimiz ise ‘Seni layıkıyla bilemedik.’ buyurdu.
Bunun sırrı nedir?”
Mevlânâ başını eğip cevap verdi:
“Bayezid’in kabı bir dolumda doldu; kendini tamam sandı.
Habîb’in kalbi sonsuzluğa açılmıştı.
Her doluşta yeniden boşalır, yeniden isterdi.
Bu yüzden ‘Seni bilemedik’ dedi.”
Şems gülümsedi:
“Öyleyse sen de artık kabın kırılıncaya kadar iç.”
O andan sonra Mevlânâ, bilen olmaktan çıktı; yanan oldu.
İlim, gözden gönle indi.
Aşkın Dilinden Konuşan Kalem
Mevlânâ’nın kalemi artık bir kalem değildi, bir yürekti.
Her kelime bir nefes, her mısra bir zikirdi:
“Aşk, aklın ölçemeyeceği bir deryadır.
Aklın işi tartmak; aşkın işi yanmaktır.”
Mesnevî, okunacak bir metin değil; yaşanacak bir aynadır.
Orada:
• Suffe’nin sadeliği,
• Kûfe’nin disiplini,
• Gönül ehlinin zarafeti
yeniden doğar.
“İlim yoldur.
Aşk o yolda yürümektir.
Yürüyen, vuslatı bulur.”
Hizmette Aşkın Üslubu
Mevlânâ’nın dergâhında kapı herkese açıktı.
“Hoş geldin.”
tek ölçüydü.
Meşhur çağrı, yalnızca hoşgörü değil;
insanda saklı güzeli gören bakışın sesiydi:
“Ne olursan ol, yine gel.”
Mevlânâ, insanı kırmadan eğitmenin yolunu bilirdi.
Ateşle ısınmıştı; fakat kimseyi yakmadı,
gönülleri ısıttı.
Semâ: Nurun Dönüşü
Bir gece ney inledi.
Mevlânâ döndü.
“Ben dönmüyorum; içimdeki âlem dönüyor.”
Semâ, bedenin hareketi değil;
varlığın Hakk’a teslim oluşudur.
Her dönüşte kalp fısıldar:
“Ben yokum, O var.”
Mirasın Devamı: Işıktan Halkalar
Mevlânâ’nın nuru bir dergâhın duvarına sığmadı.
Gönül gönüle aktı.
Bugün hâlâ bir sohbet meclisinde,
bir mürşidin suskun tebessümünde,
bir gece yarısı secdede dökülen yaşta
aynı nur yanmaya devam ediyor.
Bu yol:
Önce insanı onarır,
sonra insanla dünyayı güzelleştirir.
Hakikat hâl ile öğretilir;
Sert söz değil, gönül dili konuşur.
Kırmadan eğiten,
yakmadan ısıtan,
çağırmadan davet eden
aşk terbiyesi olarak…
Aşkın Devam Eden Yankısı
Mevlânâ’nın vefatına Konya ağladı;
fakat o ölmedi.
“Sözlerim ayak izlerimdir.
İzimi süren, bana kavuşur.”
Bugün hâlâ:
Bir nefeste,
Bir duada,
Bir gönül uyanışında
O nur dönüyor.
Çünkü aşk ilmin zirvesidir.
Ve Mevlânâ,
o zirvede ilmi nura, nuru aşka çevirdi.
Kaynakça
1. Mesnevî-i Şerîf, Cilt 1–6.
2. Fîhi Mâ Fîh (Sohbetler).
3. Mektuplar (Mekâtîb).
4. Makâlât-ı Şems-i Tebrîzî.
5. Menâkıbü’l-Ârifîn — Ahmed Eflâkî.
6. Risâle-i Sipehsâlâr.
7. Dîvân-ı Kebîr (Külliyyât-ı Şems).
8. Sultan Veled — İbtidânâme.