0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
134
Okunma
Başlangıç... Her şeyin sıfırla başladığı, sesin bile yokluktan doğduğu o ilk an. Henüz dil yok, düşünce yok, kaygı yok. Sadece bir “ınga” var; hayata ilk dokunuşun, ilk çırpınışın sesi. O saf ve tertemiz sesle çıktık yola. Ve şimdi, başladığımız o sıfırla varmak zorunda olduğumuz “bir” arasındaki uzun, dolambaçlı yolda; her birimiz, derdini hâlâ “ınga”yla anlatmaya çalışan sabiler gibiyiz adeta.
Sadece acıkınca yöneldiğimiz anne memesinden sonra, elimizde kalan ilk teselli, plastik bir emzik oldu. Fakat o küçük, masum görünen emzik; fark etmeden tattırılan ilk yalandı belki de. Sükûnetin yerine susturulmayı, huzurun yerine avutulmayı öğretti. Bugün hâlâ o ilk yalanın enkazı altındayız. Kimi kahkahasında, kimi cümlesinde, kimi ise gözlerinin donukluğunda taşıyor o enkazı. Gerçek, tıpkı plastik bir yüz gibi soyuluyor dudakların arasından.
Sözler anlamını yitirdi, gülüşler ekrandan kalbe ulaşamıyor. İnsan, insanın sıcaklığını unuttu. Anne kucağının o benzersiz sıcaklığı yerini soğuk ekran ışıklarına bıraktı. Artık şarj soketinden ışıklı ekrana, ekrandan göze, gözden zihne, zihinden tüm benliğe yayılan bir karanlık var. Bu karanlık, zifiri bir mapushane gibi ruhlarımızı hapsediyor. Ve biz, kendi ellerimizle ördüğümüz bu dijital parmaklıkların ardında, hâlâ “özgürlük” diyoruz kendi kendimize.
“Doğru” olmanın bir meziyet sayıldığı günler, çoktan mazide kaldı. Şimdi “gerçeği eğip bükmek” yeni bir maharet gibi pazarlanıyor. Eğrinin doğrudan daha alkışlandığı, dürüstlüğün saflıkla karıştırıldığı bir çağdayız. Bu yüzden, her nefes biraz daha eksiliyor. İnsan, kendi varlığını yitiriyor; güle oynaya, paldır küldür ölüyor her doğruyla.
Oysa her şey başladığı yere dönüyor. Sıfır, kendi içindeki sonsuz döngüyle bizi çağırıyor. “Bir” olmanın sırrı unutuldukça, “sıfır”a yürümek kaçınılmaz bir sona dönüşüyor. Laf kalabalıkları arasında kaybolan, özünü yitiren her nefes; aslında sıfırın soğuk sessizliğine biraz daha yaklaşıyor. Dün bir zümre bu gerçeğe göçtü; bugün biz, yarınkiler... Hepsi aynı yazgının farklı kelimeleri.
Memeden men olunacak zamana tahammülü olmayan, emziğin tesellisine sığınan bir neslin hikâyesini yaşıyoruz belki de. Oysa ne büyük nimet olurdu; her bir bebeği gerçek “ınga”, gerçek “agu”, gerçek anlarla sıfırdan bir’e yolcu edebilmek… Yani hayatı, yalanla değil hakikatle başlatmak.
Ve nihayet, her “ınga” bir başlangıcın sesi, her “sus” bir sonun yankısıdır. Sıfırdan bire yürüyen bu yolculukta, hakikatin üzerini örten emzikleri birer birer bırakıp, kendi öz sesimizle var olmayı hatırlayabildiğimiz gün; işte o gün insan, varlıkla vuslatın eşiğine dayanacaktır. Çünkü: “Bir”e varmak, ancak sıfırdan başlamayı göze alanların nasibidir.
Lütfen yalanla yürüyen ve yürütenleri dürten bir iki satır da siz yazın, siz söyleyin.
Ramak Kaldı / Samim İğde