0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
108
Okunma
Üç öğretmen.
Hayalle gerçek arasında. geçmiş ve geleceğin harman olduğu düşünce fırtınası içinde mezarlığı geçmiş, okulun görüneceği noktaya ulaşmıştı. Önünde bir köprü vardı. Köprünün karşı ucunda solda köy kahvesi, sağ tarafta karşıda beş yılını geçirdiği ilkokulu vardı. Tam bu noktada yine hatıralar dikildi karşısına. Sarı saçlı, mavi gözlü, siyah önlüklü beyaz yakalı, siyah şalvarlı, ayağında kara lastik ayakkabılı bir çocuk vardı karşısında. Kahveye doğru gidiyordu. Kahveye girmelerinin serbest olduğundan değil, o an kahvede olan öğretmenine bir şey demek için gönderilmişti.
Köyden bazı kişilerle kahvede sohbet etmekte olan öğretmeni onu karşısında görünce, gariban görüntüsüyle alay edip tahkir edici bir ifade kullanmıştı. Öğretmeni böyle espri yapmıştı güya. Onun incinebileceğini hiç düşünmeden. O espriyi ömrünce unutamıyordu.
İlkokulun üçüncü yılıydı. O sene dayaktan yana çok bereketli bir seneydi. (!) Tipinden midir nedir? Paratonerin yıldırımı çektiği gibi çekiyordu öğretmenin şaplağını…
Günlerden bir gün, üçüncü, dördüncü ve beşinci sınıfların birlikte ders işledikleri sınıfta, ders sırası dörtlerde ve beşlerde üçler serbest çalışıyor. Ders matematik konu uzunluk ölçü birimleri, metrenin as katları üs katları. Öğretmen anlattı “bir desimetre on santimetre, bir metre on desimetre, peki yirmi desimetre kaç metre eder? Dörtlere sordu cevap yok beşlere sordu cevap yok, üçlerin de konusu değil. Öğretmen soruyu tekrarlıyor. Biraz da kızmaya başladı. O anda sarı saçlı mavi gözlü çocuk parmak kaldırmaya çalışıyor, ancak dayaktan yana nasibi açık ya tereddütlü bir halde elin parmağı kulak hizasına kadar kalkıyor, geri iniyor. Öğretmen fark etti. Sert bir ses tonuyla “ne var !” “Be be beh, ben söyleyim mi? sen nerden bileceksin der gibi bir edayla ve aynı ses tonuyla, “söyle bakalım.!” “İki metre eder” “Nasıl yani?” onun bilemeyeceğini düşünerek emin olmak için izah etmesini istedi. “Bir metre on desimetre ise yirmi desimetre, iki metre eder, yirmi onun iki katıysa iki de birin iki katı…” Öğretmen o tarafa doğru gelmeye başladı. İçinden “ ahah bu günkü nasibimiz geliyor” dedi. Yanına yaklaştı başını okşayıp “aferin sana dörtler beşler utanın bakın adam sizin sorunuzu cevaplıyor.” O cevap, dayaklı günlerin sonu olmuştu.
Diğer bir öğretmeni de okula kaydolmaya geldiği zaman onun okul çağına gelmiş olmasına ihtimal vermeyip “aç bakalım ağzını” diyerek dişlerine bakıp okula kaydeden ve ilk okuldan sonra mutlaka devam etmesi yolunda babasına ısrarla tavsiyede bulunan öğretmeni. Üçünün de hayal aleminde ellerini öpüp yoluna devam ederken son kez, okuluna doğru baktı. Duyguluydu, “hey gidi günler” dedi. Daha dün gibiydi ama aradan yedi sene geçmişti.