2
Yorum
14
Beğeni
5,0
Puan
156
Okunma
İnsanın içinde bir mahkeme vardır; yargıcı da, sanığı da kendisidir. Bu mahkemenin adı vicdandır. Ne zaman yanlış bir şey yapsak, o sessiz yargıç uykularımıza girer, gözlerimizin içine bakar ve en derin yerimizde bir sızı bırakır. Çünkü vicdan, insanın kendine karşı dürüst olma zorunluluğudur.
Toplumun kuralları değişebilir, yasalar yeniden yazılabilir, hatta ahlak anlayışı bile zamana göre şekil değiştirebilir. Ama vicdan, bunların hiçbirine boyun eğmez. O, kalbin en saf hâlidir; çocuklukta öğrenilmez, doğuştan gelir. Belki de bu yüzden, bazen en eğitimli insanlar bile vicdansız olabilirken, hiç okula gitmemiş birinin içi tertemiz kalabilir.
Vicdan, insanın iç sesiyle kurduğu en gerçek bağdır. O ses, bazen bir haksızlığa sessiz kalırken titrer, bazen bir iyiliği yapmadığımızda içimizi daraltır. Kimi zaman da yaptığımız küçük bir iyilikte huzur verir. Dışarıdan kimse görmese de, o bilir. Çünkü vicdan, görünmeyeni ölçer: niyeti, samimiyeti, cesareti.
Ama ne yazık ki, vicdanın sesini duymak her zaman kolay değildir. Dünyanın gürültüsü, çıkarların cazibesi, korkuların baskısı arasında o ses çoğu zaman kısılır. İnsan, vicdanını susturmayı öğrendiği anda kendine yabancılaşır. Çünkü insanı insan yapan şey, aklı değil, vicdanıdır. Aklın yol gösterdiği yerde vicdan yoksa, o yol karanlığa çıkar.
Belki de yaşamak, vicdanla uzlaşabilme sanatıdır. Her gün, her kararımızda kendimize şu soruyu sormak gerekir: “Bu doğru mu?” Eğer cevabını kendi içimizde huzurla verebiliyorsak, işte o zaman gerçekten insan kalabilmişizdir.
5.0
100% (3)