0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
362
Okunma
Her evde, duvarların dili vardı.
Sesler yankılanırdı odalarda; kimisi dua, kimisi nasihat, kimisi gülüş olurdu.
Bir sofra etrafında toplanılırdı; kimi çocuk, kimi dertli, kimi suskun…
Ama hep “bir”dik. Çünkü her evde, kalpten kalbe giden yol-lar kapanmazdı. Kilit bilmez kapılı, ocak isimli yapı vardı yapı.
Köklerimizin gölgesinde bir çift bilge elin duasıyla büyürdük.
Her düşüşte “kalk” diyen o sesle yeniden doğrulurdu düşen.
Dede, susarak anlatırdı; suskunluğunda bile anlam vardı.
Elindeki baston, toprağın kalbine dayanır; sözüyle sadece yüreklere değil, adeta rüzgâra yön verirdi. Dede isimli ata vardı.
Babanın tok sesinde şekillenilirdi.
Her kelimesi bir sınır, her bakışı bir öğüt olurdu.
Bazen kızar, bazen susar; ama her hâlinde koruyan bir niyet taşırdı.
“Doğru ol evladım” sözü, muhatabını kendisiyle yeniden tanıştıran bir kararlılık gizlerdi. Baba gölgesi vardı.
Sevgiyi onun telaşında öğrenirdi her çocuk.
Bir terlik havada süzülürken, ardında bir kalbin çırpınışının gizli olduğunu hissederdik.
Kızsa da, korksa da, her hareketiyle sahip çıkardı.
Gülüşüyle ağlatır, ağlayışıyla güldürürdü. Ana duası vardı.
Bir tebessümde dünyayı affettiren ana şefkati vardı.
O kucakta huzurun kokusu duyulurdu.
Her gelişimiz bayram, her gidişimiz özlemdi.
Hala, geçmişi anlatırken gözleri dalar; sesinde hem sızı hem sevda olurdu.
Saç okşarken dua ederdi sessizce.
Zamanı yumuşatan hala merhameti vardı.
Teyzenin sofrasında neşenin ve hatırın kıymetini öğrenirdi her çocuk.
Her lokmada bir hikâye, her kahkahasında bir çocukluk saklıydı.
Dinlerken gözleriyle sarar, susarken bile anlar gibiydi.
Kışın çetin gününde bile, içimizi ısıtan bir teyze gülüşü vardı.
Amca sesinde babadan öte bir dostluk bulunurdu.
O, gerektiğinde araya giren, bazen sırdaşa, bazen koruyucuya dönüşen gölgeydi.
Cümleleri az, ama etkisi boldu.
Bir “hadi bakalım” sözü yeterdi doğrulmaya.
Kardeşliğin kalpten mirası, amca yankısı vardı.
Dayı elinde hem oyun hem öğüt yaşanırdı.
Annenin çocukluk hikâyeleri ondan dinlenir, geçmişle aramızda bir köprü kurulurdu.
Bazen şaka yapar, bazen nasihat kokardı sözleri.
Gönülden gelen, omuza dokunan bir dayı samimiyeti vardı.
Yeğen gülüşünde hayatın yeniden filizlendiği görülürdü.
Bir çocuk koşar, sarılır; dünya o an hafiflerdi.
Yeğen gözlerinde kendini hatırlar her nefes.
Zamanı durduran yeğen masumiyeti vardı.
Kuzenle büyünür; birlikte düşüp birlikte kalkılırdı.
Arada kardeşliğe benzeyen, ama dostluğu da içine alan tarifsiz bir bağ kurulurdu.
Gizler paylaşılır, sırlar saklanırdı.
Yıllar geçse de hep çocuk kalan kuzen muhabbeti vardı.
Aynı evin duvarlarında yankılanan nefes olurdu herkes.
Kimi zaman kavga edilir, kimi zaman sır paylaşılırdı.
Düşerken el uzatmanın, kırgınken affetmenin, yeniden başlamanın anlamını bir olma şiarıyla öğrenirdi herkes.
Küllerinden doğan aile bağlılığı vardı.
Komşulukta akrabalık kadar yakın bir bağ ile tanışılırdı.
Kapı komşusunun çayı, acil bir ihtiyacın çözümü olurdu her komşu.
Bir tabak yemeğin dönüşü mutlaka başka bir ikramla dönerdi tebessümler eşliğinde.
Hastaya çorba, gence öğüt, çocuğa şeker…
Mahalleye vicdan örneği gibi duran komşu vefası vardı.
Ve biz...
O evde, o evlerde büyüdük, o seslerle şekillendik.
Her hatıra, her tebessüm, her nasihat içimizde bir iz bıraktı.
Şimdi anlıyoruz ki: dün sadece insanlar değil, sevgiyle yoğrulmuş bir hayat anlayışı vardı.
Yaşamış ve yaşayanlar gününü gün edenlere iletsin lütfen;
"kök sağlam, yürek cesur olursa, hiçbir fırtına yıkmaz, yıkamaz insanı.."
23 Ekim 2025
Ramak Kaldı / Samim İğde