0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
102
Okunma
Değişen hedefler
Önce babasının elini öptü. “Hakkını helal et babacığım,” dedi. Babası, “helal olsun oğlum yolun açık olsun” diye karşılık verdi. Sonra annesinin elini öptü. Annesi, boynuna sarılıp kucakladı, sırtını sıvazlayarak her zamanki gibi dualar ederek onu yolcu etti. “Rabbim görünüz görünmez kazalardan belalardan muhafaza eylesin, yolun bahtın açık olsun, işlerini kolay kılsın, muvaffak eylesin, acı haberini duyurmasın sarı kuzum” diyordu.
Kapıdan çıkıp birkaç adım ilerledi. Annesi ve babası çardağa çıkmış, arkasından bakıyorlardı. O da dönüp el salladı. İçinde doğup büyüdüğü, çocukluk yıllarını geçirdiği evlerine baktı. İki katlı, taş duvarlı, toprak damlı iki oda bir mutfak üç göz köy eviydi burası. Duvarları kireç boyalı, sıvaları çatlamış, boyası kısmen dökülmüş; yüzünün çizgilerinde yılların yorgunluğunun izleri okunan bir ihtiyar gibi duruyordu.
Yedi kardeş bir odada büyümüşlerdi. Anneleri onları yan yana yatırır, kış gecelerinde sobayı yakar, üzeri açılmış olanların üzerini örter, elleriyle küçüklü büyüklü yan yana duran ayaklara sevgiyle dokunur, “vay bu ayaklar kim bilir nerelere kadar gidecek nereleri gezecek” derdi. Bu gün İsmail’in ayakları, nerede son bulacağını bilmediği bir yolculuğa adım atıyor, yavaş yavaş uzaklaşıyordu.
Her sabah kara kazanda kaynamış sıcacık tarhana çorbasını bir leğene boşaltıp etrafına sıralanır, kaşıklarla ağızlarına taşırlardı. Anneleri, onları seyrederken doyardı adeta.
Yarın İsmail’in kaşığı sofrada olmayacaktı…