0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
127
Okunma
İmam Mâlik: Edep ve İlimle Yoğrulan Bir Ömür
Yazar: Murat Kerem
Medine’nin Çocuğu
Medine… Resûlullah’ın ayak izlerinin hâlâ sokaklarda hissedildiği, hadislerin ezan gibi yankılandığı şehir. İşte bu şehirde, küçük bir çocuk ilimle büyüyordu. Daha çocuk yaşta iken bile gülüşünde ağırbaşlılık, sözlerinde ölçü vardı.
İmam Mâlik (711–795), Medine’nin ilmî atmosferinde yoğrulmuş, her nefesinde Resûlullah’ın hatırasını yaşamıştı. Onun için ilim, sadece kitaplardan öğrenilen bilgiler değil; edeple taşınan bir emanetti.
Annesi ona sarığını bağlarken şu öğüdü vermişti:
“Oğlum, git Rabi’a’dan ilim öğren. Ama bil ki, ilim önce edeple başlar.”
Bu söz, Mâlik’in hayat boyu taşıyacağı pusula oldu. Onun ilminde edep, ilmin önünde yürüyen bir kandil gibiydi.
Hadislerin Gölgesinde
Medine, sahabenin hatırasıyla yoğrulmuştu. Mâlik, bu şehirde hadisleri dinleyerek büyüdü. Rivayet edilir ki, bir hadis nakledeceği zaman gusleder, en güzel elbiselerini giyer, yüzüne ciddiyet çökerdi. Çünkü onun için hadis, yalnızca bir metin değil; Resûlullah’ın nefesiydi.
Bir gün öğrencileri sordu:
“Üstad, niçin bu kadar titizlik gösteriyorsunuz?”
Mâlik cevap verdi:
“Ben Resûlullah’ın sözünü aktarıyorum. Nasıl olur da huşu göstermem?”
Bu tavrı, sonraki asırlarda “hadisi sadece bir nakil değil, kalpte yaşanan bir teslimiyet” olarak yorumlandı.
Hadislerle olgunlaşan bir ruh, zamanı geldiğinde sultanların huzurunda da eğilmezdi.
Sultanların Karşısında Eğilmeyen
İmam Mâlik’in hayatı boyunca sultanlara karşı dik duruşu meşhur oldu. Medine valisi ona, “Yeminle beyat etmeyenlerin nikâhı düşer” fetvasını zorla imzalatmak istedi. Mâlik karşı çıktı ve dedi ki:
“Zorlama ile yapılan nikâh bâtıl değildir. Bu, Allah’ın kitabına ve Resûlullah’ın sünnetine aykırıdır.”
Bunun üzerine işkence gördü, hatta kolları kırıldı. Ama istikametinden taviz vermedi.
Yüzyıllar sonra onun bu tavrı, hakikat karşısında eğilmeyen bir minare olarak anlatıldı.
Talebeleri ve İlim Halkaları
İmam Mâlik’in meclisi, ilmin kokusunu ve edebin sıcaklığını birleştirirdi. Medine’nin mescidinde diz dize oturan talebeler, hocanın vakarından ürperirlerdi.
En meşhur talebesi İmam Şâfiî şöyle diyecekti:
“Benim ilmimde ne varsa, Mâlik’in bereketindendir.”
Ama sadece o değildi. Endülüs’ten gelen Yahyâ b. Yahyâ, dönüş yolunda kendisine sorulduğunda dedi ki:
“Mâlik’ten öğrendiğim şey, kitaplardan daha kıymetliydi: ilme hürmet ve sabır.”
Mısır’dan gelen İbnü’l-Kasım yıllarca yanında kaldı ve şöyle anlattı:
“Eğer hocam Mâlik olmasaydı, fıkıh yolunda yürümeyi asla öğrenemezdim.”
İbnü’l-Mâcişûn, hocasının vakarını şu sözlerle tasvir etti:
“Bazen bir mesele için günlerce susardı. Sonra tek cümleyle hakikati söylerdi. Biz anladık ki, ilim sabırsız kalplere nazil olmaz.”
Onun meclisinde yalnızca bilgi değil, bir ahlâk ve duruş da miras kalırdı.
El-Muvatta: Medine’nin Kitabı
Yıllar süren titiz çalışmaların sonunda İmam Mâlik, El-Muvatta adlı eserini yazdı. Bu kitapta hadisleri ve Medine halkının amelini bir araya getirdi. Bir talebesi sordu:
“Üstad, niçin bu kadar özen gösteriyorsunuz?”
Mâlik gülümsedi:
“Ben yalnızca yazmıyorum; ümmete yol haritası bırakıyorum.”
O kitabı yazarken hep şu kaygıyı taşırdı:
“İlim, hayatı aydınlatmazsa, karanlığa malzeme olur.”
Bu anlayış, daha sonra “İlim nurdur; günah o nuru söndürür” sözüyle birleşerek dilden dile yayıldı.
Zühd, Ahlâk ve Dirayet
İmam Mâlik, hadis ve fıkhın imamıydı ama aynı zamanda vakar ve zühdün de timsaliydi. Fakirlerin sofrasına oturur, zenginlerin ikramını reddederdi. Onun için ilim, dünyevî kazançların basamağı değil; ahiret yolculuğunun azığıydı.
Bir gün ona, “Sultan seni çağırıyor” denildiğinde şöyle cevap verdi:
“İlim sultanların ayağına gitmez; sultanlar ilmin ayağına gelir.”
Bu söz, tarih boyunca ilmin haysiyetini koruyan bir pusula oldu.
Bir Yolcunun Vedası
795 yılı… Medine’nin göğü hüzünlüydü. İmam Mâlik ağır hastalığının son demlerindeydi. Talebeleri başucunda toplanmıştı. İçlerinden biri mahzun sesle sordu:
“Üstad, bize son nasihatiniz nedir?”
Mâlik gözlerini kapadı ve fısıldadı:
“İlimle amel edin, ama edebi ilmin önüne koyun.”
Son nefesinde tebessüm etti. Çünkü onun için ölüm bir son değil; Resûlullah’a kavuşmanın ilk adımıydı.
Mirası ve Sonsuz Etki
Bugün Mâlikî mezhebi, Afrika’dan Endülüs’e, Hicaz’dan Mağrib’e kadar geniş bir coğrafyada yaşamaktadır.
Ama onun asıl mirası sadece El-Muvatta değil; ilmi edep ile yoğuran metodudur.
Bir mütefekkirin ifadesiyle:
“İlim, vicdanla birleşmezse kuru bir malumat olur. İmam Mâlik’in farkı, bilgiyi hayatın kalbine yerleştirmesiydi.”
Onun yolculuğu Medine’nin sokaklarında başladı, hadis meclislerinde şekillendi, sultanların saray kapısında dimdik duruşla sınandı.
Ve bugün hâlâ şu sözü hatırlatır:
“Edep olmadan ilim, suyu olmayan ağaç gibidir.”
Kaynakça
1. İbn Abdilberr, el-İntikâ fî Fezâili’s-Selâseti’l-Eimmeti’l-Fukahâ, s. 35.
2. Zehebî, Siyerü Al’âm en-Nübelâ, cilt 8, s. 45.
3. Beyhakî, Menâkıbü’l-İmâm Mâlik, cilt 1, s. 15.
4. İbn Sa’d, Tabakatü’l-Kübrâ, cilt 5, s. 387.
5. Nevevî, Tehzîbü’l-Esma ve’l-Lugât, cilt 2, s. 215.
6. İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, cilt 9, s. 135.
7. Kâdî İyâz, Tertîbü’l-Medârik ve Takrîbü’l-Mesâlik, cilt 1, s. 120.
8. eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât fî Usûli’ş-Şerîa, cilt 1, s. 45.
9. İmam Mâlik, el-Muvatta, Mukaddime.
10. Zehebî, Siyerü A’lâm en-Nübelâ, cilt 8, s. 90.