Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Çağdaş Durmaz
Çağdaş Durmaz

Kum Saatindeki Küller

Yorum

Kum Saatindeki Küller

1

Yorum

11

Beğeni

0,0

Puan

209

Okunma

Kum Saatindeki Küller

Kum Saatindeki Küller




Deniz, pencerenin dışında hırçın bir griydi. Dalgalar, sahile çarptıkça kayalıklara tuzlu gözyaşları bırakıyor, sonra çekilirken bir daha asla dokunamayacakmışçasına hızla geri çekiliyordu. Tıpkı kaybedilen anlar gibi, diye düşündü kadın. Elleri, eski porselen kahve fincanının kenarında titredi. Fincanın üzerinde, gençken çok sevdiği, şimdi ise solmuş bir lale motifi vardı. Gençlik… O kelime, dilinde bir pas lezzeti bıraktı. Sırtında, yılların yükü vardı; kemiklerine işlemiş, nefes alışını daraltan görünmez bir kambur. Ev sessizdi. Çok sessiz. Bu sessizlik, geçmişin fısıltılarıyla doluydu.

Gözlerini kapattı. Zihni, karlı bir ekranda parazit yapmış görüntüler gibi titreyerek açıldı. Genç bir kadın göründü. Saçları, henüz ağarmamış, güneşte ışıl ışıl. Ayakları çıplak, kumsalda koşuyor. Kahkahası, martı çığlıklarıyla yarışıyor. O kahkaha… Şimdi içinde sadece boş bir yankıydı. Yanında, gölgesi gibi duran bir yüz vardı. Gözlerinde, kadına adanmışlığın saf ışığı. Elleri her dokunuşunda, zamanın durduğunu hissettiği bir yüz. Ama o genç kadın, koşmaya devam etmişti. Kumsaldan çıkıp, şehrin gürültüsüne, seçimini yaptığı hayatın soğuk rüzgârına doğru. Sevgisini, o gözlerdeki ışığı, "daha sonra", "vaktim olunca", "özgür olayım" diyerek, bir köşeye, tozlu bir kutuya kapatmıştı. O kutu, şimdi kalbinin en derininde, paslı bir kilit altında çürüyordu.

Pencereden içeri dolan nemli hava, yanağına bir damla bıraktı. Yaş mıydı, denizin serpintisi mi? Bilmiyordu. Masaya, üzeri eski banka defterleri ile dolu masaya baktı. Rakamlar... Hepsi o yılları bir daha geri getiremeyecek rakamlardı. İskeleti gibi katı, ruhsuz rakamlar. Bir tanesi bile, o kumsaldaki çıplak ayakların kumda bıraktığı izin sıcaklığını taşımıyordu. Bir tanesi bile, gecenin bir yarısı, gökyüzüne bakıp yıldızları sayarken duyduğu o huzuru veremiyordu. Parası vardı ama zamanı yoktu. Neye yarardı? Yattığı yatak ne kadar pahalı olursa olsun, uykusuzdu. Yediği yemek ne kadar lüks olursa olsun, açlığını doyuramıyordu. Bu açlık, ruhun açlığıydı. Zamanla beslenemeyen ruhun çölleşmiş toprağı.

Ayağa kalktı. Bacaklarında taşıdığı pişmanlığın ağırlığıyla sendeleyerek yürüdü. Evin koridorları bomboştu. Duvarlarda, tablolar asılıydı. Satın alınmış güzellikler diye geçirdi içinden. Ama hiçbiri, sevdiği insanın , ona yazdığı bir şiir kitabının yerini tutamazdı. O kitap neredeydi ? Belki de bir taşınma sırasında, "eski eşya" diye bir kenara atılmıştı. Kenara atılan sadece bir kitap değil, bir parça kalbiydi. Şimdi özgürdü ama neye yarardı ki...

Salona girdi. Büyük, boş bir salon. Camın ardındaki fırtınalı deniz, tek canlı varlıktı. Şöminenin önündeki koltuğa, kemikleri gıcırdarcasına oturdu. Şömine soğuktu. İçi kül doluydu. Zamanın külleri. Bir zamanlar, bu şöminenin başında, sevdiğiyle birlikte oturmayı hayal etmişti. Ateşin çıtırtısı, sessiz sohbetler, birbirine dokunan eller… Sadece hayal olarak kalmıştı. Şimdi, o hayallerin külleri vardı içeride. Eski bir albüm geçti eline , albümün cildi deri kaplamaydı. Albümü açtı, sayfaları arasında titrek parmaklarla gezindi. Fotoğraflar… Anı değillerdi, sadece poz vardı. Sonra, albümün en arkasında, sararmış bir kâğıda yapıştırılmış küçük bir fotoğraf buldu. Gençti, yanında, o gözleri ışıl ışıl olan sevdiği vardı. Bir dağ tepesindeydiler. Rüzgâr saçlarını savuruyordu. İkisinin de yüzünde, hiçbir makyajın, hiçbir pozun veremeyeceği bir canlılık, bir mutluluk vardı. Gerçek bir andı. Parmak ucuyla, fotoğraftaki genç kadının yüzüne dokundu. "Neredesin sen?" diye fısıldadı kırık bir sesle. "Ben ne yaptım sana? Bize ne yaptım ?"

Albüm elinden düştü. Yere çarpmanın sesi, yankılandı odanın sessizliğinde. Gözleri tekrar denize döndü. Dalgalar hâlâ gelip gidiyor, kayalıkları öpüp ayrılıyordu. Sürekli, acımasız, geri dönüşsüz bir döngü. Zaman da öyle değil miydi? Aldığın her nefes, bir daha asla geri gelmeyecek bir andı. O anları, neyle doldurmuştu? Toplumdaki saygınlıkla, başkası ne der düşüncesi ile ve vazgeçemediği esareti ile... Ama sevgiyle, tutkuyla, içten kahkahalarla, anlamlı dokunuşlarla, risk alarak yaşanmış maceralarla doldurmamıştı. En büyük riski almamıştı: Kendini sevmeye, sevilmeye tamamen açma riskini. Yapamam diye korktuğu her şey, şimdi altında çözülen kumlar gibiydi. Geriye kalan, sadece boşluktu.

Bir an, içinde şiddetli bir isyan kabardı. Kalkıp ,evden kaçmak, arabasına atlayıp kilometrelerce ötede yaşadığını duyduğu o insanı bulmak, kapısını çalmak, dizlerine kapanıp "Geldim! Geç kaldım biliyorum, ama geldim!" diye haykırmak istedi. Ama bedeni izin vermedi. Kalbi, bu fikrin heyecanına bile dayanamayacak kadar yorgundu. Bacakları onu taşımazdı. Zaman, bu hareketi yapacak gücü de çoktan tüketmişti. Geç kalmıştı. Çok geç...Belki o insan da artık yoktu. Ya da vardı ama o gözlerdeki ışık, onun yüzüne bakınca yeniden yanmazdı. Gel diye defalarca çağırıp gitmeyişinin umutsuz bekleyişi, o ışığı sonsuza dek söndürmüştü belki de...

Şömineye doğru sürüklendi. Küllerin içine baktı. Soğuk, gri, ölü... Yanında, zarif bir yazı masası vardı. Çekmecesini açtı. İçi boş mektup zarfları, pahalı kartuşlu kalemler… Bir kâğıt ve kalemi eline aldı. Titreyen eli, mürekkebi kâğıda dökmeye çalıştı. İlk kelimesini yazdı : "Keşke..."

Keşke... O kelime, dilinin ucunda binlerce kez dönmüştü. Şimdi kâğıda dökülüyordu, zehir gibi:

"Keşke... o kumsalda sonsuza dek koşsaydım. Keşke... o gözlerdeki ışığı, dünyanın bütün servetlerine değişmeseydim. Keşke... ’daha sonra’ demeseydim. ’Daha sonra’ diye diye, sonrasız bir hiçliğe yuvarlandım. Keşke... zamanın kum taneleri gibi elimden kaydığını, bir daha asla tutamayacağımı anlasaydım. Keşke... uğruna vazgeçtiğim zamanların, ömrümden bir anı çaldığını bilseydim. Keşke... Aşkı, korkularımın önünde eğilmeye zorlamasaydım. Keşke... Senin yanında olsaydım ,seninle yaşasaydım ,seninle yaşlansaydım. Şimdi anlıyorum ki, biriktirilmesi gereken tek servet, sevgiyle yoğrulmuş anılarmış. Ve ben şimdi zamanın karşısında oturan bir dilenciyim."

Mektubu bitmedi, bitiremedi... Mürekkep lekeleri, gözyaşlarıyla buluştu, kelimeleri boğdu. Yazdığı her "keşke", zamanı geri getirmeyecek bir bıçak darbesiydi sadece. Kâğıdı buruşturdu. Şöminedeki soğuk küllerin üzerine attı. Orada, odun yığınının üstünde, beyaz bir yara gibi durdu pişmanlığının somut hali. Bir kibrit çaktı. Alev, titrek parlaklığını kâğıda uzattı. Bir an için, o gençlik kahkahasının ışıltısını yansıttı. Sonra, kâğıt hızla karardı, kıvrıldı, küle dönüştü. Yanan sadece kâğıt değil, kullanılmayan zamanın kendisiydi. Duman, boş salonda acı bir tütsü gibi dolandı.

Dışarıda, fırtına dinmeye başlamıştı. Gri deniz biraz sakinleşti, ama rengi hâlâ ölü gibiydi. Kadın, pencerede, camın soğuğuna alnını dayadı. Yansımasında, gençliğinin hayaleti, arkasında duruyor gibiydi. İki kadın: Biri umut dolu, geleceğe koşan; diğeri, geçmişin küllerinde boğulan. Tek bir bedende, zamanın acımasız makasının kestiği iki parça.

Ve o an, en keskin hakikat, kalbine bir hançer gibi saplandı:
Hiçbir servet, hiçbir güç, hiçbir pişmanlık, o evin içinde yalnız ölümü bekleyen bu kadına, bir dakika bile geri veremezdi. Tanrı’nın en kıymetli hediyesi olan zaman, onun avuçlarından kayıp gitmiş, geriye sadece içini kemiren bir hiçlik ve yakıcı bir "keşke" bırakmıştı. Şimdi, tek gerçek hazinesi, kum saatinde biriken ve sonsuza dek kayıp olan o küllerin ağırlığıydı.


Çağdaş DURMAZ


Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Kum saatindeki küller Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kum saatindeki küller yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kum Saatindeki Küller yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Etkili Yorum
Gümüş kalpler
Gümüş kalpler , @gumuskalpler
18.10.2025 19:28:33
Keşke... uğruna vazgeçtiğim zamanların, bir anı çaldığını bilseydim. Keşke... aşkı, korkularımın önünde eğilmeye zorlamasaydım. Keşke... senin yanında olsaydım. Seninle yaşasaydım. Seninle yaşlansaydım. Şimdi anlıyorum ki, biriktirilmesi gereken tek servet, sevgiyle yoğrulmuş anılarmış. Ve ben şimdi zamanın karşısında oturan bir dilenciyim."

Ben ne yaptım bize ne yaptım
Keşkeler ve sorgulama kurgusuyla çok güzel bir hikaye kadının iç dünyasını saatlere sığdırıp pişmanlığını etkili bir dille Esere dönüştüren yüreğinize sağlık
Geç kalmış olmasaydı keşke
Saygılarımla
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL