0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
125
Okunma

Hayat, bazen bir umutla başlayan bir yolda insanın omuzlarına hiç beklemediği yükler bırakır. Çoğu zaman da kadınların. Günümüz erkeklerinin birçoğunun almaya korktuğu yükler…
Kimileri bu ağırlıkların altında ezilir, kimileri ise o yükleri birer basamağa dönüştürür hayatında. Bu yazı, o zor basamaklardan kendi yolunu bulan bir kadının hikâyesi. Babasının bile üstlenmediği sorumlulukları hiç şikâyet etmeden sırtlanıp çocuğunu tek başına büyüten; diğer yandan yazan, okuyan, üreten, kazanan, ailesine dahi yük olmayan bir kadının.
Bir akşam, kendi kazandığı parayla gittiği nezih bir restoranda; kimileri ona “meyhane” dese de, bir kadeh şarap ya da iki tek rakı içtiğinde, toplumun dar bakışları altında yargılanan bu kadın aslında sadece bir akşam nefes almak istemiştir.
Oysa çoğu insan bunu anlamakta zorlanıyor. Bazıları onu “hafif kadın” gibi görüp içten içe yargılırken, diğer yandan sanki mutluluk/kendi için bir şey yapma hakkı yalnızca onlara aitmiş gibi davranıyor.
Oysa o, hayatın sunduğu zorlukları hiçbir zaman bahane olarak görmedi. Tam tersine, imkanlara dönüştürdü.
Belki sevgisiz bir evde, babasının gölgesinde büyüdü; fakat o gölgeden ’okuyarak’ sıyrılıp kendi yolunu buldu. Çocuğunu kucağına aldığında yalnızlığın ve sorumluluğun ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetti. Ama pes etmedi.
Geceleri uykusuz kalıp çocuğunun ateşini ölçerken, gündüzleri çalıştı; başka insanların ateşini ölçtü, dertlerine derman oldu. Hem okudu, hem yazdı. Her kazandığı parada, her satırında kendi emeğinin teri vardı. Ne bir erkeğin gölgesine sığındı ne de toplumun biçtiği kalıplara. Kendi ayakları üzerinde durdu, biraz yorgundu ama dimdikti.
Onun yaşamı gösterişli bir başarı hikâyesi değil belki; daha çok yalnız bir anne ya da bir kadının ayakta kalmak için verdiği çabaların, gündelik hayatının ve tek başınalığın verdiği zorlukların öyküsü.
Emeğiyle kazandığı parayla yalnızca geçimini sağlamadı o; diğer yandan ruhunu da ayakta tuttu, besledi. Boş vakitlerinde diğer kadınlar gibi beş çayı içip dedikodular yapmadı. Zaten hiçbir zaman buna vakti de olmadı. Tüm gün yatıp, kocasının gelmesini yakın ocağa bir tencere çorba koyup, koca parası yemedi. Kitaplar okudu, defterlerine düşüncelerini yazdı, belki bir köşeye birkaç satır şiir karaladı. Sonra kitaplar çıkardı. Şarkılar yazdı. Çünkü o, sadece bir anne ya da çalışan değil; aynı zamanda düşleri, tutkuları, merakları olan bir insandı.
Çoğunu okuttu. Ona güzel bir gelecek hazırladı.
O vakitlerde kendisi için yaşamayı, hobilerini yapmayı, belki beğendiği bir elbiseyi almayı, bir tatile çıkmayı, tüm hayallerini erteledi ve bugüne kadar geldi.
Bir akşam, kendine zaman ayırması, gittiği bir restoranda kendiyle zaman geçirmesi; kendini, özünü, günün koşturmacası arasında unuttuğu iç sesini dinlemesi, kendini hatırlaması, sizin seviyesiz ahlaki inançlarınıza sığmayacak kadar değerliydi.
Çünkü sevdiği şarkıları dinlerken kaldırdığı her bir kadehte; ne bir anneydi, ne bir çalışan. Sadece kendisiydi. Sadece bir insan.
O anlarda, yılların sessiz mücadelesine kendi halinde bir selam verdi. Ne sarhoş oldu, ne kendini yitirdi. Edebiyle girdiği restorandan, edebiyle çıktı. Başını ne sağa çevirdi ne sola; sadece önüne baktı. Ne kimseye sorular sordu ne de bir cevap verdi. Sadece kendisiydi. Elinde tuttuğu telefonun küçük ekranına kocaman hayallerini yazdı kimi zaman. Kimi zaman öfkesini, kırgınlıklarını.
Evet, belki sarhoştu ama içkiden değildi. Çünkü onun sarhoşluğu kadehte değil, kendi özgürlüğündeydi. Bu bir isyan değil; kendine duyduğu saygının, “ben de varım” deyişinin sade bir haliydi.
Fakat nedense, bir kadının kendi başına mutlu olabilmesi hâlâ rahatsız ediyor bazılarını. Üstelik bazen sadece toplum değil; ona en çok güvendiği insanlar da… Kocası, abisi, babası, kardeşi… Hayatının en yakın tanıkları, verdiği tüm mücadelelerin sessiz şahitleri bile, bir anlık önyargıyla “kaltak” diyebiliyor ona. Eğer en yakınları bile böyle söylerse, toplum neler demez? İşte o yüzden, bu kadın susmayı öğreniyor. Çünkü konuşsa yanlış anlaşılacak, gülse ayıplanacak, içse yargılanacak.
Ama o, bunu kimseye inat yapmadı. Sadece yaşamak istedi, kendi halinde. Çünkü herkesin bir hikâyesi var; onunki biraz daha sessiz, biraz daha dirençli belki, ama gerçek.
Eğer bir gün böyle bir kadını görürseniz, lütfen ona “kaltak” demeyin. Ayağa kalkın ve alkışlayın onu, olur mu. Çünkü o, hayatın tüm zorluklarına rağmen hâlâ kendi şiirlerini yazan, kendi şarkısını söyleyen, hayatla kendi dansını etmeye çalışan bir kadındır.
Lütfen bunu ona çok görmeyin. Bu ülkede tek başına bir kadın olarak ayakta kalmanın yükü ağırdır.
Onun ayağına bir çelme de siz takmayın.
Çünkü o, yuhlanacak tüm çevresine karalanacak bir kadın değil; tam tersine ayakta alkışlanacak bir kadındır.
Bana göre!..
Özlem SABA Şiirleri