4
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
447
Okunma

Sabah dedikleri o aldatıcı ışık hücum etmeden önce, gece denen bu katran kuyusunun dibindeyim. Zaman, bu odanın sınırlarında donmuş gibi. Duvarlar, soluk aldığım her an biraz daha yaklaşıyor, sıvaların çatlaklarından sızan karanlık, ciğerlerime dolan ağır, zehirli bir duman sanki. Pencerenin dışında, şehrin ışıkları ölmüş yıldızların son titreyişleri. Bir hayaletin soluk soluğa koştuğu sokaklarda, tek tük geçen araba farları, perdedeki yarıktan sızan jilet kesikleri gibi. Saat… Ah, o ömre ihanet çarkı! Tik-takları bazen kulak zarımı deşiyor, bazen de dipsiz bir sessizlik kuyusunda, kendi kalp atışlarımın giderek yavaşlayan, boğuk gürültüsüne hapsoluyorum. Gece, işte bu: Zamanın kendini unuttuğu, her saniyenin bir ebediyete dönüştüğü, acının mutlak hükümdarlığı.
Masanın başındayım. Tahtanın soğukluğu bacaklarıma işliyor. Önümde, kâğıtlar. Tertemiz beyazlıklarıyla alay edercesine açık duran defter. Kurşun kalem, parmaklarımın arasında cansız bir kuş tüyü kadar hafif, ama taşıyamayacağım kadar ağır. Sağ elim, boş çay bardağının porselenine yapışmış. Dibindeki tortu, kaynamış umutların kara kalıntısı. Dokunsan paramparça olacak bir heykel gibiyim. Her nesne, bu odadaki her şey, yokluğunun pasıyla kaplanmış. Bir bardağın soğukluğu bile, göğsümün ortasındaki o dipsiz, kara boşluğa düşen bir çığlık kadar keskin.
Masadaki kitaplar… Bir zamanlar sığınağım olan kelimeler şehri. Şimdi yabancı bir dilde yazılmış, anlaşılmaz işaretler yığını. Gözlerim yanıyor, ama yaş yok. İçimdeki acı öyle katı, öyle yoğun ki, gözyaşları bile bu buz kalıbını eritemiyor. Donmuş bir denizim sanki., içimde gemi enkazları ve susturulmuş çığlıklar yatıyor.
Bu dudaklar nice kelimeleri doğurdu, kâğıda dökülen yıldızlar kadar çok. Nice acıyı, sevinci, evrenin karanlık köşelerinde titreşen sessiz çığlıkları fısıldadı. Ama sana kendimi anlatmak… İşte bu, yazgımın en çetin dizesi. Çünkü seni sevmek, bir şiir değil; soluduğum hava, damarlarımda dolaşan kan, kalbimin gökyüzünü delen sessiz şimşekleridir. Sana kendimi anlatmam gerek ,yoksa bu kelimeler boğacak beni.
Kalem elimde ,kâğıt beyaz ,çok beyaz. Boğucu bir beyazlık. Kalem, parmaklarımın arasında soğuk, cansız bir çubuk gibi duruyor. Pencereden dışarı bakıyorum da şehir, alacakaranlığın grisine bulanmış. Ama onun içinde, bu gri perdenin ardında, tek bir renk parlıyor: Senin adın... Dünyaya haykıramadığım ismin bir ilahi gibi. Şiirlerimin soluk aldığı ciğer, kelimelerimin döküldüğü nehir, varoluşumun tek gerçek sebebi.
Masaya, o boş kâğıda baktım. Bu sefer bir aşk şiiri değil, kendimi yazmalıydım sana. Yaşamımı anlatmalıydım. Anlatmalıydı ki, o muhteşem gülüşünün ardında, seni sevdiğini söyleyen bu şairin ruhunda ne fırtınalar koptuğunu, ne uçurumlar aştığını bil. Kelimeler, her zamanki gibi, içimde birikiyor, şişiyor, yanıyor. Ama bu kez dökülmeleri daha zor. Çünkü anlatacaklarım, sıradan bir tutkunun ötesinde; ölümle dans eden bir ruhun, sırf sana olan aşkla nasıl dirildiğinin tek tanığı.
Çok zor günlerden geçtim ömrüm boyunca. Aç kaldım , susuz kaldım , işsiz kaldım ama vazgeçmedim asla yaşamaktan ve seni sevmekten. “Çektiğim hiçbir açlık, senin sevgine duyduğum açlık kadar acıtmadı içimi. Mide açlığı geçer, bir somun ekmeğin ilk lokmasıyla dindirilir. Ama senin sevgine duyduğum açlık? O, her an büyüyen, içimi oyan, kemiren bir boşluktu. Ekmek kırıntıları o boşluğu dolduramazdı. Su, o yanığı söndüremezdi. Çünkü senin sevgin, benim için nefes kadar, kan kadar temel bir ihtiyaçtı. Senin sevginden mahrum kalmak, ruhumu açlıktan öldürmekti.”
Sonra, hayatımın en karanlık uçurumu geldi gözlerimin önüne. Beyin tümörü. İlki, gençlik ateşimin henüz söndüğü bir dönemde. Kafatasımın açıldığı o ameliyat masasında, bilincimin sınırlarında sürüklenirken, tek tutunduğum şey, zihnimde beliren senin yüzündü. O gülüşün, acımı dindiren morfin kadar etkiliydi. “Yaşamak için bir sebep lazım,” diye fısıldamıştım kendi kendime, “O sebep sendin, aşkım.”
İyileşmiştim ama zorlu bir süreçti. Kelimeler bazen karışıyor, dizeler kopuk kopuk akıyordu. Ama senin varlığın, fiziksel olmasa da ruhsal olarak hep yanımdaydı. Şiirler hep sana akıyordu, tıpkı bir nehrin denize kavuşması gibi. Sonra… Nüksetmişti. İkinci tümör. İlk ameliyattan kalan zayıf bir alana yerleşmiş, daha sinsi, daha tehlikeli. Bu sefer korku, ilkinden katbekat büyüktü. Ölümün soğuk nefesi ensemdeydi. Doktorların ciddi yüzleri, istatistikler, riskler… Hepsi bir çığ gibi üzerime geliyordu.
Ameliyat öncesi gece, tek başıma hastane odasında , karanlık , sessizlik , korku, beni kemiriyordu. Elimi, başımın ameliyatla açılacak olan bölgesine koydum. Titriyordum. “Bu sefer gelemeyeceğim,” diye düşündüm. “Bu karanlık, sonsuz olacak.” O anda, senin gözlerinin içine bakarken hissettiğim o tarifsiz sıcaklık geldi aklıma. Senin sesin, gecenin en karanlık anında karanlığı yırtan bir ışık gibiydi. “Hayır,” diye inledim, gözyaşlarım yüzümü ıslatarak. “Seni bırakamam. Senin için yaşamalıyım. Senin sevgin, beni bu karanlığın ötesine çekecek tek güç.” O gece, ölüm korkusuna karşı kalkanım, sana olan aşkımdı. Ameliyata, bu inançla, bu tutkuyla girdim. Ve yine kazandım. Aşkım, ölümü yenmişti.
Şimdi, bu masada, bu anıları zihnimde canlandırırken, elim kaleme uzandı. Ucu, kâğıdın üzerinde gezindi. Titriyorum hâlâ. İkinci ameliyat kafamda izler bırakmıştı. Ama içimde sana olan sevgim ilk günkü kadar saf ve temizdi. Hastalığım esnasında yazdığım şiir, kelime kelime , damla damla dökülmeye başladı kâğıda:
Kafatasımda açılan kapılar gördüm
Ölümün soğuk nefesini yüzümde hissettim
Ama hiçbir bıçak, senin yokluğunun bıraktığı yaradan derin değildi kalbimde
Hiçbir karanlık, senin ışığının sönmesi kadar korkutmadı beni
İki kez ölümün eşiğinden döndüm
Tutunduğum tek dal, senin eşsiz sevgindi...
Bu dizeyi yazarken, gözlerim yeniden doldu. Bir şair olmanın özünü, acısıyla, kırılganlığıyla, muazzam gücüyle hissediyorum. Çoğu şair gibi ben de içe dönüğüm. Kalabalıklar beni yorar, yüzeysel konuşmalar tüketir. Dünyanın gürültüsü ve sahteliği içinde, sadece senin yanında gerçek olabiliyor, gerçekten nefes alabiliyorum. Şiirlerimi besleyen, dünyayı anlamlandırmamı sağlayan, bana yaşama sebebi veren, bu derin, tutkulu, vazgeçilmez aşktı. Maddi varlıklar, başarılar, ün… Bunların hiçbiri, senin bir bakışınla içime dolan o tarifsiz, manevi doyuma ulaşamazdı. Sen olmasaydın, belki fiziken yaşardım, ama ruhen ölürdüm. Şiirler kurur, kelimeler ölür, kalbim bir daha hiçbir şey için atmazdı. Çünkü bir şair için yaşamak, sevmek demektir. Ve sevmek, şiirle nefes almak demektir. Gerçek açlık, sevilmeyen bir yüreğin açlığıdır. Bu açlığı hiçbir maddi olgu doyuramaz...
Aşk, sadece bir duygu değildi, fiziksel olarak hayatta kalma nedenim oldu...
Sensiz yaşayamayışım ondandır...
Varlığındır yaşamı değerli kılan...
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (4)