0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
116
Okunma
Mehmet Hoca o gece defterini önüne koydu ve uzun süre sessiz kaldı.
Ne bir kelime yazdı, ne de kalemini oynattı.
Sanki bu kez kelimeler değil, kalem konuşacaktı.
Çünkü bazen insanın söyleyecekleri değil, sustukları anlatır her şeyi.
Mehmet için yazmak bir konuşma biçimiydi.
Dünyanın gürültüsüne karışmadan kendine anlatmanın bir yolu.
Her cümlede bir nefes, her satırda bir hatıra saklıydı.
Çocukluğunun tozlu defterlerinden bugüne uzanan o çizgide,
kelimeler onun yoldaşına dönmüştü.
Bir gün ona sordular:
“Neden hep kalemle konuşuyorsun?”
Mehmet gülümsedi:
“Çünkü kalem yargılamaz,” dedi.
“O sadece dinler ve anlar.
Ve sonra içimdeki yükü kâğıda taşır.”
Kelimeleriyle konuştuğu her gece bir dua gibiydi.
Bazen bir özür, bazen bir teşekkür,
ama en çok da bir iç hesaplaşmaydı.
Her harf kendi vicdanına dokunurdu
ve Mehmet bunu bilerek yazardı.
Çünkü kalemle konuşmak, suskunluğun en güçlü hâliydi.
O gece de öyleydi.
Yağmur penceresine vururken o defterini kapatmadı.
Bir süre kalemine baktı,
kalem ise ona sessizce baktı geri.
Ve ikisi arasında görünmez bir anlaşma yapıldı.
Mehmet yazmaya devam edecekti.
Çünkü sustuğu her an kelimeler eksilirdi.
Bir an kalem elinden kayar gibi oldu.
Sanki yıllardır susturduğu bütün kelimeler
bir anda sayfalardan taşacaktı.
O an anladı, yazmak bazen konuşmak değil —
ağlamadan durabilmekti.
O an kalem değil, kalp yazdı.
Ve kelimeler sessizce ıslandı.
Sabah olduğunda defterin sayfaları arasında bir cümle parlıyordu.
Onu ne kalem yazmıştı, ne de akıl düşünmüştü.
Sanki içinden bir ses fısıldamıştı:
“Bazen kalem değil, kalp konuşur.”
Mehmet gülümsedi.
Defterini kapatmadı.
Çünkü biliyordu,
bazen insan son sözünü değil,
son susuşunu yazar.
İsmail Gökkuş
devam edecek…
5.0
100% (1)