0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
218
Okunma
Mart kapıdan baktırır kazmayı, küreği yaktırır
-halk söylencesi’nden-
Ağrı dağı mı desem, Süphan mı , Kaçkar Dağları mı desem… Öylesi ulu dağlardan birinin eteğinde bir Keşiş, bir de müslüman aile yaşarlarmış.
Keşişin tarlaları, çayırları, yoncalıkları yani otu ekini ganimet; berikinin ise ahır dolusu sığırı, ağıl dolusu sürü koyunu; yani canlı mal varlığı çok mu, çokmuş.
Keşişin oğlu uşağı yokmuş.
Bizimkinin dünyalar güzeli bir kızı varmış.
Yıllardan bir yıl; kış çok mu çok uzamış. Şubat denmiş, şubat gelmiş geçmiş; cemreler düşmüş;!... ama bahar hala görünürlerde yokmuş. Her taraf alabildiğine kar altındaymış.
Ağanın otu samanı azalmış da azalmış… umudunu marta bağlamış bizim Ağa…
Ama mart da güldürmemiş garibimi. Eriyeceğine ha bire yağar da yağarmış mübarek kar.
İneklerinin doğumu; koyun sürüsünün döl düşümü başlamış…
Başlamış ama ağanın yüzü gülmez; tersine üzülür de üzülürmüş. Nasıl üzülmesin ki onca canlı malı içeride; her taraf kar altında; samanlıkta otu, samanı çöpüne kadar bitmiş durumda…
İnekler açlıktan böğrüşür; koyunlar iniler meleşir…
Gayet amansız kalmış, ağa, dayanamaz olmuş, varmış keşişin kapısına; anlatmış durumu. Ot saman, istemiş.
Keşiş la der de, lo demez; Elif der de mim demez olmuş, yüreği nasır bağlar olmuş keşiş efendinin.
‘Etme, eğleme demiş ağa; hal hala malum, halden bilmeyen zalim!’ diyecek olmuş. Olmuş ama her ne teklif etmiş ise keşiş efendi bir türlü yola gelmez, inadından vazgeçmez…
Dışarıda kar altında çürümekte olan yığınla otundan, samanından; ‘Bir avuç vermem veremem…!’ der de başka bir şey demezmiş.
Dayanamayıp bizim ağa;’Bire komşum; söyle bakayım, sen ne istersin; senin derdin nedir?’ deyince, keşiş efendi yumurtasını yumurtlamış; ‘kızını bana verirsen!...’ demesin mi.
Ağa şaka sanmış… şaşmış… ama Keşiş Efendi gayet ciddiymiş. ‘kızın da kızın!’ der dururmuş.
Sinirlenmiş ağamız çıkmış dışarı; çıkmış ama, çıkmaz olaymış; amansız kış, kıyamet, fırtına, tipi… tüm gücüyle saldırır; karları savurur dururmuş.
Malının, davarının perişanlığı, iniltileri gelmiş gözünün önüne; içi sızlamış, dayanamayıp keşişe dönmüş; ‘peki keşiş efendi, demiş, yalnız gidip kızıma danışayım’ diyerek evine dönmüş. Olup bitenleri biricik kızına anlatmış.
Kızcağız’da babasının çaresizliğini bildiğinden, o da; ‘peki babacığım, peki… hele sabahı bekleyelim’ deyip babasına ricada bulunmuş.
Başlamışlar beklemeye…
Dışarıda rüzgar uğultusu… her şeyi anlatırmış.
Çaresiz ağa elini ovar, evin içinde dolanır durur; bir yandan da;
‘Ah şu mart!… Mart kapıdan baktırır, kazmayı küreği yaktırır!...’ deyip inler dururmuş. yüreği yanık mı yanık...
Kızcağız da kendi odasına çekilmiş.
Almış eline parmak kadar bir çubuk; ortasından iple bağlamış. İpi iki ucundan çekip salmak, çekip salmak suretiyle, odun parçasını canlandırmış gibi inletir olmuş.
Dışarıda rüzgar homur homur;
İçeride çıtadan çıkan ses name name …
Bir yandan da şarkısını, yalvarısını söyler; (x)
dolanır dururmuş odasının içinde, bizim güzeller güzeli kızımız.
Derken rüzgarın sesinin yumuşadığını, nameleştiğini duyar ve pencerelerinden eriyen kar sularının akar olduğunu görmüş. Dışarıda olup bitenleri anlamış; dileğinin tuttuğunu, muradına erdiğini anlamış.
Babasının odasına varmış.
Babacığını, yorgun düşüp uyuya kaldığını görmüş.
Elindeki fırıldağı inlete inlete babasına seslenmiş.
‘Kalk babacığım, kalk…! Kalk da malı davarı salıver!...’
Ağa kalkıp kapıya varmış; aman Allah ne görsünmüş; karlar erimiş, sular çağıldıyor… her taraf yemyeşil, çayır çimen!…
x
Ho varda ho varda
Gago roba darıye vaka
mıhıye kar barda...
Baba kalk kapıyı aç
kara koyunu sal
5.0
100% (2)