1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
248
Okunma
ASLINDA SEVİLMEK DEĞİL, TAMİR OLMAK İSTERİZ
Bazen birini sevdiğimizi sanırız. Ama içten içe, onun içimizdeki boşluğu doldurmasını, yaralarımızı sarmasını, bizi tamamlamasını bekleriz. Buna aşk deriz; fakat çoğu zaman bu, içimizdeki küçük çocuğun anlaşılma, sevilme ve iyileşme arzusudur. Çünkü o çocuk yıllarca fark edilmeyi bekledi; sevgiye aç ama hep eksik, kırgın, yaralı bir şekilde büyüdü.
Ve maalesef, kalbimiz değil, yaralarımız seçer o kişileri. Çünkü bize tanıdık gelen huzur değil, acıdır; kaostur. Sakin bir ilişki bize yabancı gelir, sıkıcıdır. Kaosu severiz çünkü; ondan besleniriz ve ondan beslenenleri daima kendimize çekeriz.
Çünkü bilinçaltımız tanıdığı acıyı güvenli bilir; huzuru ise alışılmadık, tuhaf, bilinmedik bir his gibi karşılar.
Bu yüzden çoğu zaman kendimizi en çok yargılayan ve suçlayan insanlara kaptırırız. Açık arayan, manipüle eden, kontrol eden, suçlayan, eksik ve yetersiz hissettiren; fakat onlara verdiğimiz tepkilerden dolayı bizi tekrar suçlayan, herkese sorunlu, hastalıklı biriymiş gibi yansıtan ve kendini aklamanın yolunu mutlaka bulan narsist kişiler… Çünkü bu gibi insanlar çocukluktan kalan eksikliklerimizi, yaralarımızı iyi bilir; oralara bilinçli bir şekilde basar ve bizi hep yetersiz hissettirirler. Biz ise bu yetersizliği ortadan kaldırmak için daha çok ödün verir, daha çok eksiliriz.
Bize “hastasın” derler, ama hasta olan çoğunlukla kendileridir. Asla bir doktora gitmeyi kabul etmezler. Çünkü bilim onları ele verir ve kurdukları muhteşem oyunu bozar.
Yoksa insan insandan, duygularından başka nasıl beslenir?
Yine de biz, bile bile o tanıdık acının çekimine kapılırız. Çünkü bilinçaltımız o duyguyu tanır: yetersizlik, eksiklik. İşte aşk sandığımız döngü, tam orada başlar.
O kişi bir zaman sonra ilgisizleştikçe daha çok bağlanırız; giderse diye korkarız. Ama aslında giden sevdiğimiz kişi değildir; belki de sevdiğimiz birinin kalma ihtimalidir. Çünkü yıllarca kimse kalmadı, kimse bizimle sabretmedi, kimse bizim için risk almadı, beklemedi.
İçimizde bir boşluk vardır ve çoğu zaman çocukluktan miras kalan bir boşluk o. Biri gelir, bir anlığına o boşluğu gülüşüyle, bakışıyla, bir anlık ilgisiyle doldurur; biz de “aşk bu işte” deriz. Ama bilmeyiz ki o doluluk geçicidir; kimse geçmişimizi tamir edemez. Onlar yalnızca aynadır, bize yaralarımızı gösteren bir ayna. Ve bazen o aynaya bakarken kendi kırıklarımızı görmekten korkarız, ama vazgeçemeyiz yine de.
Birini kaybettiğimizde kendimizi de kaybetmiş gibi hissederiz. Oysa kaybolan biz değilizdir; yanıldığımız şeylerdir aslında. “Sensiz yapamam” derken aslında “seninle tam olmak, tam hissetmek” demek isteriz. Ama o tamlık dışarıda değil, içimizde olmalıdır. Ve bazen bunu kabul etmek, ölüm kadar zor gelir bize.
Oysa gerçek sevgi, kendinden vazgeçmek değildir; kendini bulduğun yerden, olduğun gibi sevmektir. Gerçek aşk eksiltmez, iyileştirir çünkü. Bazen yanıldığımızı bile bile ısrarla ona aşk deriz; bunu bilinçli yaparız, oysa sadece iyileşmeye ihtiyacımız vardır ve bunu kendimize bile itiraf etmekten kaçarız.
Bazen gerçek aşk kapımızı çaldığında o iyileşmeyi hemen fark ederiz; ancak bu iyileşme, bazen sessiz, bazen fırtınalı gelir. Ama her haliyle gerçek ve değerlidir. Bunun kıymetini bilmeliyiz.
Sözün özü şudur ki: Karşımıza çıkan her insan, kendimizi anlamak ve barışmak için birer fırsattır. Ve bir gün bunu fark edersek, artık kimseyi tamamlamak için değil, birlikte var olmak, çoğalmak, büyümek için severiz. İşte o zaman gerçek sevgi başlar hayatımızda. Kalbimizde… ruhumuzda… dünyamızda…
Ve o zaman, eskiden eksik hissettiklerimiz bile yerini başka türlü bir bütünlüğe bırakır. Hiç tanımadığımız bir bütünlüğe…
Ve o bütünlük bir zaman sonra, bizi kimseye ihtiyaç duymadan tam olmayı öğretecek bir bütünlüktür…
Ve o bütünlük geldiğinde…
Eksik hissettiğimiz her şey tamamlanacak.
Kendi başımıza, kendi içimizde tam olacağız.
Ve işte o zaman… aşk gerçek olacak.
5.0
100% (2)