0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
123
Okunma
Uzayın büyüklüğünü düşünerek söylediğimizde; el kadar dünyaya sığamıyoruz, paylaşamıyoruz ve yeryüzü savaşlarla, kavga ve çekişmelerle barışa hasret, mutluluğa kurak bir şekilde hayatta savrulmaya devam ediyoruz. İnanın hayatı zorlaştıran, çekilmez hale getiren biz insanlarız. Allah’ın yarattığı ve bir denge üzerine kurduğu çevreyi kirleten, göldeki, denizlerdeki balıklara varana kadar rahatsız eden hatta yerine göre yaşanmaz kılan, doğanın dengesini alt üst eden yine biz insanlarız.
Rabbimiz Allah; “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rûm süresi 41) derken yine bizim başka bir yönümüze dikkat çekiyor ve farklı ayetlerde insanoğlunu “Zalim, aceleci, cimri, nankör, cahil” olarak tanımlıyor.
Bizi yaratan Allah bizi böyle tanımlıyorsa biz buyuz işte. Ve bu insanoğlu bu özelliklerini disiplin etmez, iyiliğe, güzelliğe ve rahmete doğru yönlendirmezse yaratıkların en aşağısı durumuna düşer. Yok eğer bu özelliklerin kendisi için bir imtihan vesilesi olarak görür bu özelliklerine kilit vurup gönül kapısını Rahmanın razı olacağı düşünce, iman ve aksiyonlara açarsa o zaman da yaratıkların en üstünü konumuna çıkıverir.
Her güzel sonucun bir başlangıcı, sebebi ve evveli vardır. Yaratıcının hakkını teslim eden, yarattıklarının hukukunu gözeten, gülü bile severken gül dalını incitmeyen, insana, böceğe, karıncaya varana kadar merhametli ve sevecen davranan bir kişilik nasıl inşa olacak? Güçlünün değil, haklının hakkını aldığı ve dolayısıyla huzur bulan vicdanların emin olmaları nasıl garanti edilecek? Komşusu aç iken tok yatmayan insanların sayısı nasıl çoğaltılacak ve açlıktan ölen insanlar ne zaman dertleriyle dertlenen komşularının olduğunu bilecekler?
Ne zaman kadına kalkan el “Sizin en şerlileriniz kadınlarını dövenlerdir” hadisi çerçevesinde yorumlanacak ve hüküm giyecek? Yine ne zamana kadar insanların bir kısmı “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” (Hadis) sözünü hatırlayıp dünyanın gözü önünde Gazze’de başta çocuklar olmak üzere katledilen insanlar için suskunluğunu bozarak eyleme geçecekler? Ya da Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Yemen’de ve dahi dünyanın pek çok yerindeki mazlumlar için ayağa kalkacaklar? Bu saydıklarım ve daha fazlası dünya insanlığının mutluluğunu elinden alıyor.
Gerçekten insan çok yüce bir varlık ve inancı ne olursa olsun Allah’ın yarattığı Rahmanın hatırası bir varlık. Allah biz kullarının mutlu olmasını istiyor ve bunun için de son din olarak İslam dinini, son kitap olarak Kur’an’ı ve son peygamber olarak ta alemlere rahmet olarak Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) i gönderdi. Ayet mealinde ifade ettiği gibi “Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Enbiya suresi 10)mealiyle Kur’an’a dikkat çekerken yine insanların huzuru mutluluğu için indirdiği kitabı bizzat hayatında yaşayan ve bizler iççin de gerçek bir hayat modeli olan Peygamber olarak görevlendirdiği Hz. Muhammed (s.a.v.)’e uyarak dünya ve ahiret saadetini ıskalamamamızı istiyor ve diyor ki;
“Peygamber size neyi verirse onu alın, size neyi yasaklarsa ondan geri durun ve Allah’tan sakının.” (Haşr suresi 7)
Aslında aşılmaz gibi görünen, imkansız gibi algılanan bireysel ve küresel mutluluk o kadar kolay ki; hayatı bizim mutluluğumuz için dizayn etmiş ve her şeyi biz insanların hizmetine sunmuş olan, bizi yaratan Allah’ın bizim mutluluğumuzun reçetesi olarak sunduğu kitabını ve alemlere rahmet olarak gönderdiği Hz. Muhammed aleyhisselamınörnek şahsiyetini hayatımıza taşımaktır. Kim ki Hz. Muhammed aleyhisselama tabi olur O’nu hayatına rol model olarak koyarsa huzuru ve mutluluğu elde eder. Toplumsal, bireysel, küresel huzur ve barışın yolu da buradan geçer. Huzura giden başka bir yol yoktur.
Sözün özü; Eğer mutlu olmak istiyorsak mutluluğun reçetesi; Hz. Muhammed (s.a.v.)dir.