3
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
230
Okunma

Londra’nın kalbinde, camdan bir bahçenin içindeyim.
Gökyüzüyle şehir arasında asılı duran bu yerde, insan kendini ne toprağa ait hissediyor ne de bütünüyle bulutlara.
Sky Garden…
Adı gibi bir sığınak; göğe yakın, kalbe uzak bir huzur mekânı.
Altımda şehir akıyor —
arabalar, insanlar, sesler, rüzgârla savrulan binlerce hikâye…
Ama ben, o gürültünün üstünde sessiz bir nefes gibi duruyorum.
Sanki bir dua dilimin ucunda bekliyor, yalnızca rüzgârın anlayacağı bir dille fısıldanmak için.
Camın ötesinde ufka doğru süzülen ışık,
bir zamanlar söylenmiş bir söz gibi —
yarım ama anlamlı, eksik ama tamamlayıcı.
Şehrin üstünde parlayan bu siluet, bana bir hakikati hatırlatıyor:
Yüksekliğin huzuru, kalbin derinliğinde saklıdır.
Elimi cama koyuyorum.
Cam, soğuk ama canlı.
Sanki şehrin nabzı oradan geçiyor.
Ve o anda, göğün mavisiyle içimdeki boşluk birbirine karışıyor.
Bir anlığına gözlerimi kapatıyorum —
dışarıdaki Londra siliniyor,
yerine bir ilahi sessizlik doğuyor.
O sessizlikte bir ses duyuyorum,
rüzgârın kaleminden dökülen bir cümle gibi:
“Ey insan, yükseklik göğe değil, gönüle tırmanmakladır.”
5.0
100% (8)