1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
259
Okunma

Ey kendim…
Bugün seninle yeniden konuşmak istedim.
Çünkü içimde öyle bir yorgunluk var ki, ne gece dinliyor ne gündüz.
Sustuklarım birikti, sustukça içimde yankı yaptı, yankılandıkça beni benden uzaklaştırdı.
Ve sonunda anladım ki, ben en çok kendime haksızlık etmişim.
Seninle hep barış içinde yaşamak istedim.
Aramızda hiçbir perde, hiçbir utanç duvarı olmasın istedim.
Ama ne mümkün...
Gözlerimi açtığım dünya, baştan aşağı sahte cilalarla boyanmış bir sahneymiş.
Her tarafta gülümseyen maskeler, içi boş “dava” nidaları, menfaatin en zarif ambalajları…
Biz safça inandık, çünkü inancın lekesiz yüzünü görmek istedik.
Ama şimdi biliyorum, bazen bir dava, sadece birilerinin kâr hanesine yazılan bir masaldan ibaretmiş...
Biz o masalın “kahramanı” değil, “fedakâr figüranı” olmuşuz.
Alkış sesleri arasında değil, sessizce yitip gidenlerin safındaymışız meğer.
Biz inandık, onlar kazandı.
Biz feda olduk, onlar istifledi.
Biz özveriyle yoğrulduk, onlar menfaatle beslendi.
Ey kendim,
Ben seni, seni hiç hak etmeyenler için feda ettim.
Bir tebessüme, bir güzel sözün ardına saklanan sahte yürekler uğruna harcadım seni.
“Dava” dedim, “adalet” dedim, “dostluk” dedim…
Ama çoğu, sadece kendi çıkarını “kutsal bir dava” diye süsleyenlerin oyunuydu.
Ve ben, o oyunun içindeki en saf oyuncuydum.
Şimdi senden helallik istiyorum.
Çünkü seni hep başkalarının mutluluğuna rehin verdim.
Senin hakkını savunmak yerine, başkalarının yükünü omuzladım.
Birilerinin rahat etmesi için senin iç huzurunu sattım.
Ve şimdi görüyorum ki, en büyük vefasızlığı başkaları değil, ben sana yapmışım.
Bir zamanlar “iyi insan olmak” diye bir inanç vardı içimde.
İyi olursam, doğru kalırsam, sonunda kazanırım sanırdım.
Ama meğer bu dünya, iyiliği değil, “kurnazlığı” ödüllendirirmiş.
Birinin kalbini kırmamaya özen gösterirken, bin kez kendi kalbimi ezmişim.
Ve her seferinde “önemli değil” deyip geçiştirmişim.
Ama şimdi o önemsemediklerim, içimde bir dağ gibi büyüdü.
Artık sırtımda o kadar çok yara var ki, bazıları kapanmış gibi görünse de, her hatırlayışta yeniden kanıyor.
Ey kendim,
Sana söz veriyorum: artık seni kimse için harcamayacağım.
Seni, seni tüketen hiçbir insanın önüne koymayacağım.
Çünkü öğrendim; iyilik, kendini yok saymak değilmiş.
Gerçek iyilik, önce kendine merhamet göstermekle başlarmış.
Kendine zulmeden, kimseye adalet dağıtamazmış.
Biz bir kuşaktık…
Feda olmayı, onur zannettik.
Susmayı, erdem saydık.
Yoruldukça daha da yük aldık; kırıldıkça daha çok sevdik.
Ve sonunda, kendimizi kaybettik.
Etrafımıza baktığımızda, bir zamanlar omuz omuza yürüdüklerimizin çoğu çoktan başka limanlara demir atmıştı.
Kimisi güçle, kimisi çıkarla, kimisi koltukla barıştı.
Biz ise hâlâ inançlarımızla kavga ettik.
“Dava” diyerek başladığımız yolculukta, kendimizi “dava uğruna feda edilen” tarafta bulduk.
Ve işin acı tarafı şu ki; biz kaybettikçe onlar kazandılar, biz sustukça onlar büyüdüler.
Artık biliyorum:
Bazı savaşlar, savaşmamakla kaybediliyor.
Bazı sessizlikler, ihanetten daha ağır geliyor.
Ve bazen bir “helallik”, bir ömür süren pişmanlığın telafisi oluyor.
Ey kendim,
Bu satırlar bir sitem değil, bir itiraf.
Kendime dönmenin, kendini affetmenin ilk adımı.
Çünkü ben artık biliyorum: hiçbir dış barış, iç barıştan değerli değil.
Bir insan kendisiyle küs yaşarsa, dünyanın tüm alkışları da onu iyileştiremez.
Ben kendimle barışmak istiyorum.
Geçmişin yükünü omuzumdan indirmek, dünkü yanlışlarımı bugünün doğrularına çevirmek istiyorum.
Artık “keşke”lerle değil, “iyi ki”lerle konuşmak istiyorum.
Yeniden doğmak, ama bu defa kendime doğmak istiyorum.
Zaman, ey zaman…
Seninle konuşacak çok şeyim var.
Çünkü sen aktıkça ben eksildim.
Her geçen günle birlikte bir yanım daha sustu, bir yanım daha yandı.
Ama hâlâ içimde bir kıvılcım var: o da yaşama isteği.
Ne olursa olsun, o kıvılcımı söndürmeyeceğim.
Ben senden, zaman, bir lütuf istemiyorum.
Sadece adalet istiyorum.
Çünkü ben yıllarca adalet diye sustum; ama sustuğum her an, adalet biraz daha uzaklaştı.
Şimdi sesimi yükseltiyorum:
Kendim için, senin için, bizler için.
Ey kendim,
Hatırlıyor musun, bir zamanlar “herkese inanmak” diye bir saf inancımız vardı?
Birinin gözlerinde iyilik gördüğümüzde, arkasına kötülük gizlenebileceğini düşünmezdik.
Ama sonra öğrendik ki, bazı insanlar iyilik yaparken bile hesap tutar.
Bazıları ise, sana gülümserken arkanı planlar.
Biz aldanmadık aslında, sadece insan kalmaya çalıştık.
Ama insan kalmak, bu çağda en büyük bedeli gerektiriyor.
Çünkü artık kimse “doğru” olmakla ilgilenmiyor; herkes “kazanan” olmak istiyor.
Biz doğru kalmaya yemin ettik, onlar kazanmayı ilke edindi.
Ve bu dünya, kazananların dünyası oldu.
Ama ben inanıyorum, ey kendim…
Bir gün, feda olanların da hesabı görülecek.
Bir gün, sessizlerin sesi duyulacak.
Ve işte o gün, yorgun ruhlarımız biraz olsun dinlenecek.
Biliyor musun?
En çok da zamanla kavgam var benim.
Çünkü zaman, bana hep acele ettirdi ama hiçbir yere yetişemedim.
Koştum, çabaladım, inandım; ama çoğu kez yanlış istasyonlarda durdum.
Bazı trenler vardı, binmekten korktum.
Bazılarını ise kaçırdım, çünkü o sırada başkalarının bavullarını taşıyordum.
Zaman bana hep “sabret” dedi.
Ben sabrettim, ama sabrın sonunda gelenin ödül değil, yeni bir imtihan olduğunu öğrendim.
Yine de pişman değilim.
Çünkü sabır, ruhu olgunlaştırır.
Ama artık sabrımı doğru yere harcamak istiyorum.
Hak etmeyene değil, gerçekten emek verene;
boşa değil, bir umudun toprağına ekeyim istiyorum.
Ey kendim,
Artık biliyorum: hiçbir fedakârlık, eğer ruhu tüketiyorsa erdem değildir.
Kendini yakarak başkasını ısıtmanın adı sevgi değil, körlüktür.
Gerçek sevgi, iki tarafı da yaşatandır.
Ben artık yaşamayı seçiyorum.
Ama bu defa başkaları için değil, kendim için.
Biliyorum, kolay olmayacak.
Yılların biriktirdiği alışkanlıklar, “önce onlar” diyen refleksler kolay silinmez.
Ama ben bu kez kararlıyım:
Önce ben iyileşeceğim, sonra dünyayı onaracağım.
Çünkü insanın içi kırıkken dış dünyayı onarması imkânsız.
Ey kendim,
Bugün sana söz veriyorum:
Kendimi affediyorum.
Yanlışlarımla, kırıklarımla, pişmanlıklarımla birlikte.
Artık geçmişin prangalarını sürüklemeyeceğim.
Çünkü her pranga, geleceği geciktiriyor.
Ve ey zaman…
Sana da birkaç sözüm var.
Biliyorum, kimseyi beklemiyorsun.
Ama bu defa biraz yavaşla.
Çünkü bu sefer kaçmak değil, yürümek istiyorum seninle.
Birlikte, aynı adımla, aynı ritimle.
Ben yoruldum, evet; ama hâlâ umutluyum.
Çünkü umut, insana verilmiş son hediyedir.
Bırak artık geçmişin yorgunluğunu üzerimden,
Ben de seni yük saymayayım.
Sen geç, ben yürüyeyim; ama bu defa birbirimizi anlayarak ilerleyelim.
Sen bana sabır ver, ben sana anlam.
Sen bana süre ver, ben sana söz.
Bu defa, eksilmeden yürüyelim.
Ey kendim…
Bir zamanlar korkardım yalnız kalmaktan.
Şimdi biliyorum ki, yalnızlık kötü değil; yanlış insanların arasında olmaktan daha huzurlu.
Bazen sessizlik, bin sözcükten daha gürültülüdür.
Ve bazen bir insanın kendine “özür borcu”nu ödemesi, dünyadaki en büyük barıştır.
O yüzden bugün, sana diyorum ki:
“Kendimden özür diliyorum.”
Çünkü seni hep sona bıraktım.
Çünkü senin gözyaşını görmezden geldim.
Çünkü seni, seni hiç tanımayanlara anlattım.
Ama artık biliyorum:
Hiç kimse beni, senin kadar anlamayacak.
Hiç kimse beni, senin kadar affetmeyecek.
Ve hiç kimseyle, seninle olmayı dilediğim kadar huzur bulamayacağım.
O yüzden bu yazı bir veda değil, bir başlangıç.
Kendime dönüşün ilk adımı.
Bir özür, bir barış, bir umut…
Ve en önemlisi, yeniden doğuşun hikâyesi.
Ey kendim, ey zaman, ey hayat…
Artık üçümüz arasında bir denge kurulsun.
Ben, aklımı yüreğimin ellerine bırakıyorum.
O ne derse, ona inanacağım.
Çünkü kalp bazen en doğru akıldır.
Ve eğer bir gün yeniden yanılırsam,
bu kez başkaları için değil, kendim için yanılmak isterim.
Çünkü sonunda öğrendim:
Feda etmek erdem değil, bazen ihanettir — kendine.
Ve ben artık kendime ihanet etmeyeceğim.
Bu, kendimle yaptığım en büyük barış antlaşmasıdır.
Kendini feda etmiş ama hâlâ inanan bir yürekten...
Erol Kekeç/07.10.2025/Namazgah-Çamlıca/İST
5.0
100% (1)