0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
102
Okunma
Rüzgârın sesi, unutulmuş bir şehrin kalbinden geçiyordu.
Her şey, sessizliğin bile anlam taşıdığı o sabahla başladı.
Fikret Hoca, kalemin ucunda ağır ağır soluyordu.
Oda sessizdi; lambanın ışığı, kâğıdın beyazında titreyen bir yorgunluk gibiydi.
Dışarıda rüzgâr uğulduyor, içeride kelimeler yer arıyordu.
Mehmet Fikret Hoca her zamanki gibi yalnızdı.
Yalnızlığını kimseye söylemezdi; çünkü o yalnızlığı yıllar önce bir dizeyle kendine alışmıştı.
Kalemi eline aldığında, sanki bütün şehir susar, zaman nefesini tutardı.
Bir dizeyle sabahı yakalamak, bir ömrün en sessiz zaferiydi.
Masasının kenarındaki eski defteri açtı.
Sayfalar arasında unutulmuş notlar, kurumuş yapraklar, öğrencilerin yazdığı küçük kâğıtlar vardı.
Her biri, başka bir zamandan kalma nefes gibiydi.
Tam o sırada telefonuna bir mesaj düştü:
“Hocam, ilk dizemi yazdım ama devamı gelmiyor.
Bir an durdu.
O cümle, kalbinin en derin yerine saplandı.
Gözlerini kapadı, gençliğini gördü.
Bir zamanlar kendi defterinin kenarına aynı kelimeleri yazmıştı:
Bir dizeyle başladım, şiir benden gitti.
Gülümsedi.
Demek geri döndün ha, diye fısıldadı kendi kendine.
Bunca yıl sonra bile, insan aynı kelimenin önünde eğiliyor.
Kalemi aldı, sayfayı çevirdi.
İçinde bir ses, “devam et,” dedi.
Kelimeler usulca akmaya başladı; gecenin sessizliğini parçalayan bir dua gibi.
Her kelime geçmişin tozundan doğdu,
her cümle kalbinin eski bir yerine dokundu.
Saat ilerledikçe lambanın ışığı soldu.
Pencere aralandı.
Gökyüzü karanlıktan sıyrılıp mor bir sabaha dönüyordu.
Ezan sesi geldi; ince ve uzak.
O sesle birlikte Hoca’nın kalbinde bir huzur yayıldı.
Defterine son satırı yazdı:
“Her sabah yeni bir dizeyle doğar insan,
çünkü her sabah biraz daha affeder geçmişini.
Kalemi bıraktı.
Kahvesinden bir yudum aldı.
Gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktı.
Bir süre öylece baktı sayfaya.
Ve o an anladı; bazı sessizlikler, söylenmeyen binlerce sözden daha ağırdır
Sonra kısık bir sesle mırıldandı:
“Demek yine yazabiliyorum.
Perdeden içeri ilk ışık süzüldü.
Lambanın ışığı sönmeden önce, odanın duvarına son bir gölge düştü.
O gölge, kalemi tutan elin değil, yeniden doğan bir kalbin gölgesiydi.
İsmail Gökkuş – Devam edecek.