1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
123
Okunma
Zamanın nabzı artık parmak uçlarında atıyor. Bir çağ bitti — bir başka çağ, ekran ışığının loşluğunda doğdu. Ve bu yeni çağın çocukları, Z kuşağı dediklerimiz, gözlerini ilk kez mavi bir ışığa açtılar: Bir ekran, bir dokunuş, bir “bağlantı”. Ama nedir bu bağlantı?
Gerçekten birbirimize mi bağlıyız, yoksa kabloların arasında kendimizi mi kaybettik?
Z kuşağı, bilginin fırtınasında büyüyen ilk nesildir. Onların kütüphaneleri “bulut”ta, oyun alanları “evren dışı” bir sanallıkta. Bir tıklamayla dünyayı dolaşabiliyorlar, ama bazen bir kalbe ulaşamıyorlar.
Dijitalleşme, onlara uçsuz bucaksız bir özgürlük vaat etti; ama aynı zamanda görünmez duvarlarla örülü bir yalnızlık da bıraktı geriye. Artık “dost” bir ikon, “sohbet” bir bildirim, “aşk” bir emoji…
Ve ruh, bütün bu sembollerin arasında sessizce “var mıyım hâlâ?” diye soruyor.
Eskiden yalnızlık, akşamın sessizliğinde duyulan bir iç çekişti. Şimdi milyonlarca sesin içinde yankısız kalmak…
Bir fotoğrafın altına bin beğeni gelir, ama o ruh hâlâ boşlukta. Z kuşağının yalnızlığı, kalabalıkların gürültüsünde gizleniyor. Her “paylaşım”, biraz daha derin bir gizleniş aslında. Çünkü herkes görünmek istiyor ama kimse gerçekten görülmek istemiyor. Görülmek, çıplak bir hakikattir; oysa çağımız makyajlı yüzlerin çağındadır.
Z kuşağı, sürekli yeniden doğuyor — her profilde, her paylaşımda. Ama bu yeniden doğuşlar bir süre sonra tükenişe dönüşüyor.
Kişi, “ben kimim?” sorusuna yanıt bulmak isterken, algoritmaların sunduğu onlarca kimlik arasında yönünü kaybediyor.
Kimi zaman bir dervişin arayışına benzer bu yolculuk; ama tasavvufun “benliği yok etme” hikmetiyle değil, modernliğin “benliği çoğaltma” telaşıyla sürer. Böylece, bir ruh bin maskeye bölünür — ama hiçbirinde huzur bulamaz.
Peki, bu kuşak için bir çıkış var mı?
Belki de kurtuluş, dijitalden kaçmakta değil;
onu anlamlandırmakta, onu insanın hizmetine yeniden sokmakta. Çünkü Z kuşağı, yalnızca bir problem değil; aynı zamanda bir ihtimaldir. Onlar, çağın en çok yoran ama en çok umut vaat eden kuşağıdır.
Eğer kalabalıklar arasında “sessizliği” duyabilirlerse, ekran ışığı altında “kalp ışığını” fark edebilirlerse, dijital yalnızlık, ruhsal bir dirilişe dönüşebilir.
Z kuşağı, aslında hepimizin aynasıdır.
Onlara bakarken, kendi kayboluşumuzu da görürüz. Her bildirim sesi, biraz da iç sesimizin yankısıdır. Her çevrim içi an, belki de bir “ben” çağrısıdır. Ve belki de asıl mesele, çevrim dışı kalmakta değil; kendimizle çevrim içi olabilmekte gizlidir.
Rifat KAYA
5.0
100% (1)