0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
115
Okunma
Ashâb-ı Suffe – İlimle Yoğrulan İlk Yürekler
Yazar: Murat Kerem
Bir Hurma Gölgesinden Yükselen Medeniyet
Tarihin en sade mekânlarından birinde başladı her şey…
Ne taş duvarlar vardı, ne yüksek kubbeler; sadece bir gölgelik, birkaç hasır, bir avuç insan.
Ama o hasırların üstünde, insanlığın ilim serüveni filizlendi.
Kim bilebilirdi ki, Mescid-i Nebevî’nin kuzey duvarına yaslanan küçük bir gölgelik,
bir gün dünyanın dört bir yanında yankılanacak bir ilim inkılâbının kalbi olacaktı?
Bir âlimin ifadesiyle:
“Ashâb-ı Suffe, fakrın içinde zenginliği, yokluğun içinde medeniyeti mayalayan bir mektepti.”
Ve bu mektebin öğrencileri, tarihin en kutlu kıssasına adlarını gönül mürekkebiyle yazdılar.
Mescid-i Nebevî’nin Gölgesinde Bir Işık
Medine sabahı…
Ufukta pembe bir çizgi beliriyor, hurma ağaçları rüzgârla eğiliyor.
Mescid-i Nebevî’nin kuzey duvarına yaslanan o gölgelikte bir sessizlik hâkim.
Toprak serin, gönüller uyanık.
Hz. Peygamber (s.a.s.) içeri giriyor.
Gözleri o gençlerin üzerinde geziniyor; her biri umutla bakıyor O’na.
Ebû Hüreyre diz çöküyor:
— “Yâ Resûlallah, bugün bize hangi ayetten bahsedeceksiniz?”
Efendimiz (s.a.s.) tebessüm ediyor, elini kalbine koyuyor:
“Bugün, önce kalbinizi dinleyin. Çünkü ilim kalbe iner, dilden taşar.”
Bir anlık sessizlik…
Sonra o mübarek dudaklardan bir ayet süzülüyor:
“Oku! Yaratan Rabbinin adıyla.” (Alak, 96/1)
O an, sadece ayet değil; bir çağın ruhu iniyor kalplere.
İlmin ışığı, vahyin sıcak nefesiyle birleşiyor.
Açlıkla Sınanan Âlimler
Bir gün, güneşin kavurucu sıcağı Suffe’nin hasırlarını ısıtmıştı.
Açlık, ilimden önce gelen ilk imtihan olmuştu.
Ebû Hüreyre, karnını taşla bastırmış, sessizce Resûlullah’a yaklaşmıştı:
— “Yâ Resûlallah, karnımdaki taş açlığın ağırlığına dayanamadı.”
Resûlullah (s.a.s.) tebessüm etti, elini onun omzuna koydu:
“Ey Ebâ Hüreyre, sabır taş gibidir; ama içinden su çıkar.”
Sonra dönüp ashabına baktı:
“Bu kardeşleriniz, ümmetimin misafirleridir.
Allah onları ümmetin gönlünü diriltmek için gönderdi.”
(Müslim, Zühd, 14)
O gece Hz. Ebû Bekir bir kap süt getirdi.
Kabı elden ele dolaştırdılar, her biri bir yudum aldı.
Ebû Hüreyre son yudumu içerken fısıldadı:
— “Bir hurmayla doydum, bir dua ile doyuruldum.”
Ve o gece, Suffe’de yeni bir hikmet doğdu:
“Rızık gökten iner, ilim kalbe doğar.”
Bir Öğle Vakti Dersi
Bir öğle vaktiydi; güneş tepedeydi, toprak sıcaktı.
Ashâb-ı Suffe, Hz. Peygamber’in etrafında halka olmuştu.
Bir genç — belki Huzeyfe b. Yemân — sordu:
— “Yâ Resûlallah, biz nasıl ilim öğrenelim?”
Efendimiz (s.a.s.) bir hurma dalı aldı, yere küçük bir çizgi çizdi:
“İlim, yoldur. Bu yolda acele eden düşer;
sabreden, menziline ulaşır.”
Sonra sustu.
Sessizlik, kelimelerden daha tesirliydi.
Ardından o söz geldi:
“Önce susmayı, sonra anlamayı öğrenin.”
O an kalpler doldu; Suffe’de sadece bilgi değil, hikmetin ahlakı öğretiliyordu.
Bir Dervişin Not Defterinden
Yüzyıllar sonra bir bilge şöyle diyecekti:
“Ashâb-ı Suffe’nin hasırları, dünyanın en büyük medreselerinden daha bereketlidir.
Onların suskunluğu bile, bugün bizim konuşmalarımızdan daha hikmetlidir.”
O söz, Suffe’nin zaman üstü mirasını özetliyordu.
Çünkü orada kelam, kalpten doğardı;
söz, halden süzülürdü.
Suffe’den Dünyaya Yayılan Zincir
Yıllar geçti…
O mütevazı gölgelikte yetişen gençlerden her biri bir beldenin ışığı oldu.
Ebû Hüreyre hadislerin dili oldu.
Abdullah b. Mes‘ûd Kûfe’ye gitti, fıkhın temellerini attı.
Selmân-ı Fârisî irfanın ufkunu açtı.
Suheyb-i Rûmî İslâm’ın evrensel kardeşliğini anlattı.
Bir gün Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurdu:
“Ashâb-ı Suffe, ümmetimin kandilleridir;
onlardan yayılan ışık, kıyamete kadar sönmeyecek.”
Ve gerçekten de o ışık sönmedi.
Kûfe, Basra, Medine, Şam…
Hepsi Suffe’nin çocuklarıydı.
O gölgelikte başlayan halka,
bir gün Ebû Hanîfe’nin akıl terazisine,
İmam Mâlik’in amel anlayışına,
İmam Şâfiî’nin usûl düzenine,
Ahmed b. Hanbel’in rivayet hassasiyetine dönüştü.
Hepsi aynı kaynaktan beslendi:
Ashâb-ı Suffe’nin mektebi.
Zühdün ve Tevazunun Mektebi
Bir akşam, Hz. Peygamber (s.a.s.) mescide girdi.
Suffe’nin gençleri yorgundu ama yüzleri nurla doluydu.
Oturdu, bir süre seyretti, sonra tebessümle buyurdu:
“Siz dünyayı değil, ahireti seçtiniz.
Allah sizden razı olacak, ümmet size minnettar kalacak.”
Bir bilge yıllar sonra o sözün manasını şöyle açıklayacaktı:
“Suffe ehli, dünyadan ellerini çekerken insanlığa yüreklerini uzatmışlardı.”
Hz. Ali (r.a.) ise onları anarken şöyle dedi:
“Suffe ehli olmasaydı, ilim de yetim kalırdı.”
Bir Gölgeliğin Altında Başlayan Devrim
Bir öğle vakti…
Mescid-i Nebevî’nin serin gölgesinde Hz. Peygamber (s.a.s.) Suffe’nin önünde durdu.
Elini kaldırdı ve buyurdu:
“Sizden kim bir ayet öğrenip öğretirse, bir köle azat etmiş gibidir.”
(Buhârî, Fedâilü’l-Kur’an, 21)
Selmân-ı Fârisî’nin gözleri doldu:
— “Yâ Resûlallah, biz köle değiliz ama cahilliğin zincirini kırmak isteriz.”
Efendimiz tebessüm etti:
“İşte hakiki özgürlük budur, ey Selmân.
Cehaletin zincirini kıran, bütün zincirleri kırmıştır.”
Ve o gün Suffe, kalemden önce kalbi eğiten bir devrim mektebi hâline geldi.
Kökü Mescidde, Meyvesi Asırlarda
Asırlar geçti ama Suffe’nin nefesi hiç kesilmedi.
Kûfe’de Alkame, Esved ve Süfyân;
Basra’da Hasan-ı Basrî;
Medine’de Nâfi‘;
Şam’da Evzâî…
Hepsi o gölgelikte edilen duaların yankısıydı.
Bugün biri Mescid-i Nebevî’ye girse, kuzey duvarının serinliğinde hâlâ o nefesi hisseder.
Bir hurma gövdesine yaslanmış, Kur’ân dinleyen gençleri hayal eder.
Ve kulak verir gibi olur o duaya:
“Rabbim! Bize faydalı ilim ver, kalbimize hikmet indir.”
İbretin Aynasında Bir Işık
Ashâb-ı Suffe’nin hikâyesi, fakrın içinde zenginliği,
gölgelikte bir devrimi, hasır üzerinde bir medeniyeti anlatır.
Onlar, hiçbir şeyi olmayan ama her şeyi kazananlardı.
Bugün dünyanın dört bir yanında ilimle meşgul olan her gönül,
bir parça Suffe kokusu taşır.
Çünkü her hakikat yolcusu bilir:
“İlim, kalpten geçmeyince zihne ulaşmaz.”
Ashâb-ı Suffe’nin hikâyesi bitmedi —
Sadece yer değiştirdi.
Artık her samimi kalp, o gölgelikte diz çökmüş bir talebe gibidir.
Ve o gölgelikten hâlâ aynı dua yankılanır:
“Allah’ım, bizi kalbiyle öğrenenlerden, bildiğini yaşayanlardan eyle.”
Kaynaklar
[1] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, c.2
[2] İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c.2
[3] Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c.1
[4] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, c.1
[5] Müslim, Zühd, 14
[6] Taberî, Târîhü’l-Ümem ve’l-Mülûk, c.3
[7] Buhârî, Fedâilü’l-Kur’an, 21
[8] Câmi‘u Beyâni’l-İlm, İbn Abdilberr, c.1
[9] Tirmizî, Daavât, 128