0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
256
Okunma
Eski kitapçı dükkânının köşesinde, tozlu rafların ardında duran antika bir saat vardı.
Her gün tıkır tıkır işlerdi ama zamanı asla doğru göstermezdi. 10:13’te takılıp kalmıştı.
Kitapçının sahibi, yaşlı Bay Halim, saatin bozuk olduğunu ama nedense onu hiç tamir ettirmediğini söylerdi.
“Her şeyin zamanı gelir,” derdi sadece.
Bir sonbahar günü, yağmur hafifçe camlara vururken, içeriye genç bir kız girdi.
Adı Ela’ydı. Elindeki eski bir mektubu göstererek
Bay Halim’e yaklaştı. Mektubun üzerindeki tarih 1932’ydi ve yazının sonunda şunlar yazıyordu:
“Zaman 10:13’te durduğunda, geçmişin kapısı açılacak.”
Bay Halim’in gözleri büyüdü.
Derin bir nefes aldı ve gülümsedi. Sessizce saatin yanına gitti.
Tam o sırada saat, kendi kendine hareket etmeye başladı.
Tik… tak… tik… tak… derken 10:13’e geldi… ve durdu.
Rafların arkasından hafif bir tıkırtı geldi. Sanki bir şey yerinden oynamıştı.
Ela ve Bay Halim, saatin arkasındaki duvara dikkatlice baktılar.
Küçük, gizli bir kapı açılmıştı.
İçerisi zamanın unuttuğu bir odaydı. Duvarlar kitaplarla doluydu.
Ortada eski bir masa, üzerinde mühürlü başka bir mektup vardı.
Ela, zarfı açtı. İçinde büyük büyükannesinden bir not vardı:
“Sakladığın hikâyeleri zamanı geldiğinde anlat.
Gerçekler, geçmişin tozunda gizlidir.”
Ela o günden sonra kitapçıda çalışmaya başladı.
Her gün raflar arasında bir hikâye buluyor,
zamanın unuttuğu sırları yavaş yavaş ortaya çıkarıyordu.
Ve saat… hâlâ 10:13’te duruyordu.
Çünkü bazı kapılar, bir kez açıldığında, bir daha kapanmazdı.
Mustafa Yaman
25 eylül 2025