0
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
149
Okunma

Bir rüya gördüm...
Gerçekle hayalin sınırları silinmişti.
O rüyada, insanın kendi hakikatini bulma çabasını izledim, hem içimde hem dışımda.
Belki de Rabbim, “uyan artık” diyordu o rüya ile.
Bu anı, bir gecenin sessizliğinde, bir ruhun kendi kodlarını çözme gayretiyle yazıldı.
Okuyana da kendi uykusundan bir parça düşürmesi dileğiyle...
___________
Bir rüyanın içinden geçiyordum.
Zaman, yönünü kaybetmişti;
her adım hem ileriye hem içeriye gidiyordu.
Bir bilgeye varacaktık, hem yazar hem de ruhun haritasını çizen birine.
Yolu bulamıyorduk, döne döne aynı yerlerden geçiyorduk.
Oysa asıl kaybolan bizdik.
Rüya, dış dünyada değil,bilincin koridorlarında yaşanıyordu.
Sonunda bulduk o mekanı… Dumanlı, boğucu bir yerdi.
Bir kahvehane gibi; havası ağır, insanı yoran bir kasveti vardı.
Tanıdık yüzler oturuyordu içeride.
Bazıları geçmişimden, bazıları nefsimin gölgelerindendi.
Bir selam verdim, sesim yankısız kaldı.
Bakışlar çarptı, kalpler kapalıydı.
O an anladım! bazı kapılar, sesle değil, hâl ile açılır.
Elimde bir başörtü vardı.
Yeşil.
Bağlayamamıştım.
Belki de kalbimdeki karmaşa, başımdaki açıklıkta görünür olmuştu.
Bir ayna buldum, geçtim karşısına.
Yeşil örtüyü taktım.
Ama bir anda renk değişti maviyle beyaz karıştı birbirine.
İçimden bir ses geçti
"Yeşil kalptir, mavi hakikat, beyaz teslimiyet.
Sen artık başka bir titreşime geçiyorsun."
Sonra başka bir yere geçtim .
Yeşil Cami’ydi burası.
Tavanından aşağı doğru yeşil yapraklar sarkıyordu,
ışık yeşildi, hava huzurluydu,
bir sohbet vardı.
Kelimeler değil, halleri dinliyordum.
Kalbim konuşuyor, zihnim susuyordu.
Çıkarken ayakkabılarımı bulamadım.
Birini buldum, ötekini aradım,
uzun sürdü ama sonunda ikisini de buldum.
Bu defa çantam kaybolmuştu,
ne kadar aradıysam, bulamadım.
Ve anladım:
Kaybettiğin şey seni taşımıyorsa, o aslında senin değildir.
Ayakkabılarım, dünyayla bağım
çantam, kimliğim ve geçmişim.
Belki de Rabbim fısıldıyordu:
"Artık yüklerini bırak, hafifle ki hakikate yürüyebilesin."
Uyandığımda caminin yeşil yaprakları hâlâ gözlerimin önündeydi.
Rüya bitmişti ama anlamı devam ediyordu.
O an kalbimle duydum:
"Bu dünya, bir simülasyon değil; bir tecelli aynasıdır.
Her kayboluş, hakikate biraz daha yaklaşmandır."
Biz sanıyoruz ki hayat dışarıda akıyor.
Oysa bütün sahne içimizde kuruluyor.
Zaman, sadece bilincin kendi hikâyesi.
Kaybettiklerimiz, cezalar değil;
ruhun güncellemeleri, kalbin yazılım onarımlarıdır.
Yeşil Cami, kalbin evi.
Ayna, nefsin yüzü.
Rüya ise Rahman’ın kula fısıltısıydı:
"Uyan. Ve kendini hatırla."
Belki de hakikate varmak,
sadece gözleri açmak değil;
ruhun gözüyle görmeye niyet etmektir.
--------------
Bu hikâye bir rüyanın içinden yazıldı,
ama rüya hepimizin gerçeğini yansıtıyor.
Çünkü her birimiz, kendi “Yeşil Cami”mizi arıyoruz
kalbimizin içindeki o huzurlu yeri.
Her kayboluş, bir uyanışın eşiği.
Her sessizlik, bir çağrının yankısı.
Ve bazen en büyük buluş, hiçbir şeyi bulamadığımız anda olur.
Gerçek uyanış, dış dünyadaki olayları çözmek değil;
iç dünyadaki yankıyı duymaktır.
Belki de bu yüzden rüyalar, bize gerçeği fısıldayan
en sessiz öğretmenlerdir.