0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
114
Okunma
Sürekli saygısızlığa maruz kalıp alttan alma dönemim geçen yıl bu aylarda bitmişti. Sınırlar çizdiğim insanların gözleri yuvalarından çıkacak şekilde ilk defa açılmıştı. Onları ne fedakârlıklarımla, ne içten sevgim, ne de gösterdiğim empatiyle bu şaşkınlığa uğratamamıştım. Sanki iyi gelen insanlara rastlamak çok olağandı, sevilmekse fazlasıyla sıradan.
Saygısızlığa uğrayıp sınır çizmediğim kimse kalmadı hayatımda ama şu iğrenç kapitalist sistemin bizi hapsettiği kutulardan çıkmayı hedeflediğim gibi başaramadım. Veremediğim tüm tepkiler içimde birikiyor ve vücudum bir komutan gibi karşımda dikiliyor, ansızın geceleri ve sabahın ilk sularında. “Kalk” diyor, “Bu adilikler üzerine nasıl uyursun ve sindirmiş hâlde yeni bir güne uyanmayı beklersin!”
“Aylardır geçim sıkıntısının gözlerinden aldığı feri geri almadan tuzlu sudan arınmayı nasıl beklersin!” diyor, susmuyor da acımasız komutan devam ediyor. “Ahmak mısın? Tembel misin? Sen hiç kendini sevmez misin?” diyor, hızını alamadan. Alevler içimde coştukça, komutanın sözleri düğüm düğüm kulunç oluyor. Akıllanana kadar da halatını limanıma geçireceğine ant içiyor.
Sakinleşemedim. Kendime sarılmak bile gelmedi içimden. Hak ediyordum. Tam da şu an gözüme çarpan arabanın penceresine sıkışmış kuru yaprak gibi hissediyorum kendimi. Öylece kalsa bütünüyle güzel duruyor. Sıkıştığı yerden yaprağı çıkartmak istesem dağılacak da gibi. Öyle kırılganım bugün. Ve böyle kırılganken koşulsuz sevilmediğimi yansıtan cümleler işitiyorum en sevdiklerimden. Yıkılmıyorum ama bileniyorum. Bu hayata ve insanlara. Yalnız yürümeye daha da sevdalanıyorum. Çünkü iğne ucu kadar saygısızlığa tahammülüm kalmadı.
T.B.B.
04.10.2025