Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
MuratKEREMk
MuratKEREMk

Rızaya Yürüyen Adam – Abdullah b. Cahş (r.a.)

Yorum

Rızaya Yürüyen Adam – Abdullah b. Cahş (r.a.)

0

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

114

Okunma

Rızaya Yürüyen Adam – Abdullah b. Cahş (r.a.)

Rızaya Yürüyen Adam – Abdullah b. Cahş (r.a.)

Yazar: Murat Kerem



Kureyş’in Emin Yiğidi

Mekke’nin dar sokaklarında çocukların oyun sesleri yükselirken, Kâbe’nin gölgesinde bir delikanlı büyüyordu. Babası Cahş b. Riyâb, annesi ise Resûlullah’ın halası Ümeyme bt. Abdülmuttalib’ti. Bu yüzden Abdullah, Efendimiz’in teyze oğluydu. Yakınlık ona bir şeref kattığı kadar ağır bir sorumluluk da yüklüyordu.

Genç yaşta vakarıyla tanınan Abdullah, çevresinde “emin” sıfatıyla anılırdı. Mekke’nin gençleri arasında cesareti, sözüne sadakati ve vakar dolu duruşuyla seçilirdi. Onun şahsiyetinde, Kureyş’in gözü pekliği ile Abdülmuttalib ailesinin vakarını görmek mümkündü.[1]



İmanın İlk Işıkları

İslâm’ın ilk yıllarında Mekke’nin sokaklarını iman ateşi sarmaya başladığında Abdullah b. Cahş da bu çağrıyı duyanlardandı. Kız kardeşi Zeyneb bt. Cahş’ın hidayetle tanışması, Abdullah’ın da kalbinde bir pencere açtı. O, Resûlullah’ın davetine icabet etti ve ilk Müslümanlardan olma bahtiyarlığına erişti.[2]

Mekke’de baskılar artınca Abdullah, Habeşistan’a hicret eden öncü kafilede yer aldı. Bir kez değil, iki kez yola çıktı. Evini, alışkanlıklarını, dost çevresini ardında bırakırken tek bir şiarı vardı: “Kalp, dünyadan Allah’a göç ettiğinde işte o zaman yol, yol olur.”[3] Onun için hicret; bir coğrafya değişimi değil, rızaya yürüyen bir kalp yolculuğuydu.



Medine’de Bir Sabah ve Emanetin Teslimi

Sabahın ilk ışıkları Medine’nin ufkuna düşüyordu. Hurma dalları rüzgârla titriyor, taş sokaklarda ince bir toz perdesi yükseliyordu. Mescid-i Nebevî’nin gölgesinde derin bir sessizlik vardı; sanki bütün şehir nefesini tutmuş, ilâhî bir emanetin teslimini bekliyordu.

Kapı aralandı. İçeri, yüzünde huzurun çizgileriyle Abdullah b. Cahş girdi. Resûlullah (s.a.s.), elinde küçük bir mektup tutuyordu. Bu sıradan bir kâğıt değildi; ümmetin kaderine yazılacak bir satırdı. Ona uzattı:

— “Ey Abdullah, bu emanet senin. İki gün yürüdükten sonra aç; ondan önce sakın bakma.”

Merak kalbin kıyısında kıpırdandı; fakat itaat hemen susturdu. Abdullah mektubu göğsüne bastı. O anda sadece bir kâğıdı değil, Allah’ın rızasına açılan kapıyı bağrına basıyordu.[4]



Nehle’de Mühürlü Mektup ve Sadakatin İmtihanı

Resûlullah’ın mühürlü mektubu işte böyle bir yolculukta açıldı. İki gün yürüdüler. Çölün ortasında, kumlar önlerinde savrulurken Abdullah mühürü kırdı. Satırlarda şunlar yazıyordu:

“Nehle Vadisi’ne git. Kureyş’in hareketlerini gözet.”[5]

Kısa bir sessizlik oldu. Sonra Abdullah’ın sesi, çölün ortasında yankılandı:
— “Bu, Allah’ın Resûlü’nden gelen emirdir. Kim benimle gelir?”

Arkadaşları tereddüt etmeden cevap verdi:
— “Seninle geliriz!”

Nehle’de bir kervan göründü, kılıçlar çekildi, kısa bir çatışma yaşandı. Bir kişi öldürüldü, iki kişi esir alındı. Medine’ye dönüldüğünde dillere tek bir soru düştü:
— “Haram ayda savaşmak doğru muydu?”

Kur’ân’ın sesi bu tereddüdü susturdu:

“Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaş büyük günahtır; fakat Allah yolundan alıkoymak, O’nu inkâr etmek, Mescid-i Harâm’dan alıkoymak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır…” (Bakara, 2/217).[6]

Abdullah derin bir nefes aldı. Kendi kendine şöyle mırıldandı:
“Mücadele, öfkenin ateşiyle değil; ölçünün ve rızanın terazisiyle yürütülür. Güç, şefkatle terbiye edilmedikçe emanet sayılmaz.”



Bedir’den Uhud’a: Zaferin Ahlâkı ve Rızanın Duası

Nehle’de yaşanan o ilk büyük imtihanın ardından Müslümanlar, kısa bir süre sonra Bedir meydanında buluştular. Sabah ufukta gölgeler titriyordu. Abdullah, Resûlullah’ın yanında ön safta yer aldı.[7] Kılıçların kıvılcımları, mızrakların gölgeleri arasında dualar göğe yükseldi ve zafer Müslümanlara nasip oldu.

Ama zaferin ortasında yeni bir imtihan doğdu: ganimet.

“Sana ganimetleri soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah’a ve Resûlü’nündür…” (Enfâl, 8/1)
“Bilin ki ganimet olarak elde ettiğiniz şeyin beşte biri Allah’a, Resûlü’ne… aittir.” (Enfâl, 8/41)[8]

Abdullah kılıcını toprağa sapladı. Ufka baktı:
“Zafer bizim değilmiş; biz sadece taşıyıcıymışız.”

Uhud sabahı ise bambaşka bir imtihanın eşiğiydi. Dağın kızıllığı ufka perde olmuş, rüzgârın uğultusu bile sanki bir sınav havası taşıyordu. Abdullah, dostu Sa’d b. Ebî Vakkas’ı çağırdı ve diz çökerek dua etti:

— “Allah’ım! Bugün en çetin düşmanla karşılaştır; onunla çarpışayım; sonra o beni öldürsün; burnumu ve kulağımı kessin. Huzuruna çıktığımda bana sorulsun: ‘Bunları kim kesti?’ Ben de diyeyim ki: ‘Senin ve Resûlünün rızası için oldu.’”[9]

Bu, hırsın değil; rızanın duasıydı. Savaş kızıştı, oklar göğü kapladı, toz bulutu dualarla birleşti. Abdullah adım adım duasına yürüdü ve şehadetle buluştu.

Yıllar sonra Sa’d, gözyaşlarıyla o sahneyi anlatırken sadece şu sözleri söyledi:
— “Onun duası kabul edildi, benimki edilmedi.”[10]

Uhud’un toprağı o gün bir hakikati mühürledi: şehadet, öfkenin değil, rızanın neticesidir.



Şahitlerin Dilinden Abdullah

Abdullah b. Cahş anıldığında sahabilerin gönüllerinde hep aynı duygular uyanırdı: güven ve vakar. Onu tanıyanlar, “Duasının kabulüne bizzat şahit olduk” derken gözleri yaşarırdı. Başka dostları, onun sır saklamadaki kudretini, emirlere gösterdiği titizliği, cesaretini ve komutanlık liyakatini dile getirirdi. Her sözün arasına hayranlıkla özlem karışırdı.[11]

Adı anıldığında meclislerde bir sükût olurdu; çünkü Abdullah, yalnızca yaşadığı çağın değil, bütün zamanların güvenilir şahsiyetlerinden biri olarak hatırlanırdı.



Bugüne Düşen Işık

Abdullah’ın hayatını kuşatan dört çizgi vardı: ihlâs, emanet bilinci, merhamet ve tevekkül. Onun yolu bize şunu öğretiyor:

“Mücadeleyi şefkatle ör, niyetini rızaya kilitle, emaneti benliğe değil Hakk’a taşı; gerisi, takdirin en güzeli olacaktır.”

Çünkü Allah rızası için yapılan hiçbir fedakârlık karşılıksız kalmaz.



Kaynakça

[1] İbn Sa‘d, et-Tabakātü’l-kübrâ, Beyrut: Dâr Sâdır.
[2] İbn Hişâm, es-Sîre en-Nebeviyye, Kahire: Mektebetü’l-Halebî.
[3] İbn Hişâm, es-Sîre en-Nebeviyye, Habeşistan hicretleri bölümü.
[4] İbn Sa‘d, Tabakāt, Abdullah b. Cahş biyografisi.
[5] İbn Hişâm, es-Sîre, Nehle Seriyyesi.
[6] Kur’ân-ı Kerîm, Bakara 2/217.
[7] İbn Hişâm, es-Sîre, Bedir Gazvesi.
[8] Kur’ân-ı Kerîm, Enfâl 8/1, 8/41.
[9] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Sa’d b. Ebî Vakkas rivayeti.
[10] a.g.e.
[11] İbn Sa‘d, Tabakāt, Abdullah b. Cahş bölümü.

Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Rızaya yürüyen adam – abdullah b. cahş (r.a.) Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Rızaya yürüyen adam – abdullah b. cahş (r.a.) yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Rızaya Yürüyen Adam – Abdullah b. Cahş (r.a.) yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL