0
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
148
Okunma
Zaman Bir Yanılsama
İnsanlık, varoluşun en büyük gizemlerinden birine “zaman” adını verdi. Takvimler çizdi, saatler yaptı, günleri, ayları, yılları böldü. Doğum ve ölüm, başlangıç ve son… Hepsini bu çizgilerin içine hapsetti. Ama evrenin derinliklerine baktığımızda anlıyoruz ki, “zaman” dediğimiz şey, gerçekte var olmayan bir ölçü biriminden başka bir şey değildir.
Bilim bize diyor ki: Zaman, evrenin mutlak bir hakikati değil, göreceli bir kavramdır. Einstein’ın görelilik teorisine göre, zamanın akışı, hızımıza ve bulunduğumuz yerin kütle çekimine göre değişir. Bir astronot için zaman, Dünya’daki insana göre farklı akar. Demek ki zaman, evrenin kendi özü değil, yalnızca hareketin ve mekânın bir yansımasıdır.
Felsefe yüzyıllardır aynı gerçeğin etrafında dönüyor: Aristoteles, zamanı “önce ve sonra” arasındaki ölçü” olarak tanımladı. Hıristiyan filozof ve tanrı bilimci Augustinus ise, “Geçmiş artık yoktur, gelecek henüz yoktur. O hâlde var olan tek şey şimdidir” dedi. Düşünürlerin diliyle zaman, aslında zihnimizin bir kurgusudur.
Mistikler (Gizemciler) ise daha farklı bir pencereden bakar: Onlara göre “an”, Tanrı’nın insana verdiği en büyük armağandır. Geçmiş yalnızca hafızanın gölgesi, gelecek ise hayalin perdesidir. Hakikat, yalnızca bu anın içinde, kalbin attığı yerde gizlidir. Ve yine Mistiklere göre “şimdi”, Tanrı’nın nefesidir. Sen, tam bu anda varsan, O da seninle beraberdir. Bu yüzden dua da, aşk da, yaratım da ancak “şimdi” de mümkündür.
Bir nehir düşünün… Sürekli akıyor. Biz ona “önce” ve “sonra” diyoruz. Ama suyun kendisi böyle bir ayrımı bilmiyor. Tıpkı evren gibi, varoluş da yalnızca “akıyor. ”Biz ise akışı bölüyor, parçaları “geçmiş” ve “gelecek” diye adlandırıyoruz.
İnsanın zamanı icat etmesinin sebebi faniliğini anlamak ve yaşlanmayı, ölümü, başlangıçları ve bitişleri kavrayabilmek için. Ama ruh, bu ölçeklere sığmaz. Ruh bilir ki, doğum ve ölüm dediğimiz şeyler, sonsuz bir varoluşun yalnızca kıyı değiştirmesinden ibarettir.
Belki de en büyük yanılsama, zamanı bir zincir sanmamızdır. Oysa zincir yoktur; yalnızca özgürce akan bir varoluş vardır. Ve biz, bu akışın içinde ne geçmişe mahkûmuz, ne de geleceğe borçluyuz.
Zaman yoktur ve şimdi, ebediyetin kalbinde açılmış tek bir kapıdır. Ve bizler o kapıdan geçeriz. Eğer zaman yoksa geriye kalan tek gerçeklik şimdidir. Biz insanlar, varoluşun tam kalbinde duran bu anı çoğu kez fark etmeyiz. Ya geçmişin gölgelerinde oyalanırız ya da gelecek dediğimiz hayalin ardında kayboluruz. Oysa hakikat, tam şu anda nefes alışımızda, göz kırpışımızda, kalbimizin ritminde gizlidir…
Sevgili okurlarım, o zaman ne yapmalıyız sorusunu sorup yanıtlayalım. “Şimdi”de kalmak, hayatı ciddiye almak demektir. Çünkü anı ıskalayan, bütün hayatı ıskalar. Sevgi göstermek için beklememek gerekir. “Bir gün söylerim” dediğin söz, belki de hiç söylenmeyecek. Üretmek için zaman aramak yerine, elindeki anı değerlendirmek… Çünkü ilham, yalnızca “şimdi”nin kapısından girer. Kendini ertelememek: Mutluluk, başarı ya da huzur hep bir sonraya bırakıldığında, aslında hiç var olmamış olur. Şimdi, ebediyetin tek anahtarıdır. Ve biz, her nefeste bu anahtarı elimizde tuttuğumuzu hatırlayalım. Eminim o zaman hayatımız çok daha anlamlı olacaktır. Ne dersiniz?